Hüseyin Yurttaş, 1946 yılında Foça’nın Kozbeyli köyünde doğdu. İlkokulu köyünde, ortaokulu Menemen’de okudu. Parasız yatılı okuduğu Edirne Erkek İlköğretmen Okulu’ndan 1964 yılında mezun oldu. Van, Amasya, İzmir illerine bağlı köylerde on yıl çalıştıktan sonra İzmir’e atandı. 1983 yılında öğretmenlikten istifa etti.
Yayıncılık ve dağıtımcılık işiyle uğraştı. 1990 yılı sonunda bu işi de bıraktı. Yalnızca yazarak yaşamaya çalıştığı bir dönemin ardından Bornova Belediye Kitaplığı ve Okumaevi’nin kuruluşunu üstlendi ve gerçekleştirdi. Bu görevinden 1994 yılında ayrılarak emekli oldu.
Çeşitli dergi ve gazetelerde şiir ve yazıları yayımlanan Yurttaş, arkadaşlarıyla birlikte İzmir’in en uzun ömürlü edebiyat dergisi Dönemeç’i çıkardı. Yurttaş’ın anı, anekdot ve düşüncelerini içeren düzyazıları Yeni Asır gazetesinde “Cumartesi Sohbeti” adı altında yayımlanıyor.
ÖPÜLDÜNÜZ EFENDİM
Buzul günlerinin çözüldüğü mevsimdi
Şiirler gibi akıyordu ırmaklar
Çekildi iğreti yollar ayaklarımızın altından
Saat izmir sularıydı, öpüldünüz efendim
Herkes bir başınaydı, nedense biz ikimizdik
Sokaklar yalın ışıklarla yıkanıyordu
Özlemin kabarmış köpüğü yüreklerimizde
Saat izmir sularıydı, öpüldünüz efendim
Söcükler nereye kaçmışlardı öyle
Neden susmalarla doluydu o uzun yürüyüşümüz
Şehir mi ıssızdı, biz mi kimsesizdik
Saat izmir sularıydı, öpüldünüz efendim
Kanlı yaşantıları tanımıştık, sınanmıştı sevgimiz
Eksik değildi yine de içimizden bulutları
Kendi dallarımızı savurup kıran fırtınaların
Saat izmir sularıydı, öpüldünüz efendim
Kırgındı ömürlerimiz hiçbir şeyi değiştiremediğimizden
İçten içe yaşadığımız pişmanlıklarla
Kaç baharın gülü solmuştu yüreklerimizde
Saat izmir sularıydı, öpüldünüz efendim
Hüseyin Yurttaş
Belali Aşklar Gazeli
O masum çocuk bakislariyla baslar
Cikmazlara saplanacak en koyu asklar
Sevinçle serpilir kuytularda, gözden irak
Suçlansa da büyür sevgi, gizli ya da asikar
Bosanir yürekte zincir, kopar kelepçeler
Köpüren sevda selidir, bendleri asar
Kuskunun akrebidir, durur tasy n altinda
Iki gövde bir iken, ansizin ordan çikar
Yürege akan zehir, zehiri akian igne
Günese çekilen perde, isiga örülen duvar
O karanlik kapilar, girilen sonsuz dehliz
Bütün yollar kapali, mevsim kis, her yer kar
Disler kamasir tadindan o yasak meyvenin
Oysa her büyük günahin sonunda mutlak ölüm var
Cinnetin kiranindan geçilir, sokaklar bile kan
Biter mi belasi askin, nelerle yüklüdür rüzgar
Kim ola uslanan, çilginsa yasamin ta kendisi
Akmadan kan, bosalmadan son kilcal damar
Kemikler sürme olmadan, külleri savrulmadan
Unutulmaz o yangin, güze erse de bahar
Hüseyin Yurttaş
Ebruli
sen geçtin
duruldu şiirim
şimdi hasretin ince yeli
ölümseyen yüzünde o solgun
ırmağın
sönmüş kır ateşleri
savrulan kül, neyi söyler
zaman, kırgın düşlerle yaralı
aşkın kayıp baharında
kış izleri
önünden geçtiğimiz aynalar
gizlese de karanlığımızı
yollarımız karla kaplı
sessizlik sınır tanımıyor
mavi bir damar
usulca mora eğiliyor
sonra her şey ebruli
Hüseyin Yurttaş
İLK ON ADAM
hitler’in polonya’yı işgale ve ikinci
dünya savaşını başlatmaya bahane
bulmak için saldırgan olduklarını
iddia ederek kurşuna dizdirdiği, bu
büyük savaşın ilk kurbanları olan
polanyalı on esirin anısına-
hep kapının ardında karanlık kımıldıyor
alanlarda ölüm marşları
gün eğrisinde
o ses:
führer!
biz, ilk on adam
sana ölüyoruz ey dünya
en büyük kavganın ilk kurbanları olarak
kanımız usulca yürüyor toprağın üstünde
otlar arasında yol bularak
bir sızı gibi ığıl ığıl yayılıyor göğsünde
bir utanç gölgesi yüzlerimizde sakallarımız
sabahın nemli karanlığında kendimize büsbütün yabancı
iki kara oyuk gözlerimiz
kentler köyler uyanıyor
kuşlar kıpır kıpır dallar arasında
yaşamak sevinci usul usul sokuluyor
dağların ardından
bütün sınırları yıkarak
dünya koca bir savaşa uyanıyor
biz sana ölüyoruz ey dünyü!
Gün eğrisinde o ses:
Führer!
Hüseyin Yurttaş
YILDIZ BASKINI
yıldız baskınıdır bu
beni birden görüngemden çıkaran
bu kalabalık gökyüzü
göğsümden taşan sevinç
gözleri çiçek çocuklar gibi
sesimde kelebekler
yıldız baskınıdır bu
saat sıfırı vurunca
beni uzayın koynuna bırakın
hangi soyaçekim
hangi kardeşçe düzen
yıldızları bu denli birbirine benzeten
bire hey aklımı alacak
oralarda neler var
oralarda neler var
durdurun beni
durdurun düşeceğim
ey eli silahlı dünyalılar
Hüseyin Yurttaş
….ORADAYIM
oradayım, senin çığlıkları çiğnediğin yerde
rüzgârların dövdüğü kayalıklarında promete’nin
yalçın yamaçların uykusuzluğunda
oradayım, geçmiş karanlıkların izinden
senin geldiğin yerde
günü ağartacak bir gülümseme gökyüzünden
çakır yıldız gecenin soluğu tükenirken
göç yalnızlıklarının yükü ezik ezgiler
ormanları uğuldatan “destansı öykü”ler
çalınmış ateşlerle ışıyan isyan günleri
kanımı kamaştıran büyülü çekim
kahrın yollara döktüğü kalabalıklar
toz duman içinde yürürken
en önde en sonda ben
kün gibi, kozmos gibi doğuyorum kaosun elinden
tanrı çekirdeğiyim
yeni benler doğuyor benden ve ötekiler
çoğalan varlığım, üreyen, ele geçiren
işte oradayım, varoluşun sancılı kanallarında
henüz ses tellerim bile yok
sanal çığlığımı da aldın elimden
oradayım, senin her şeyi çiğnediğin yerde
bir ses gerek bana, yoluma yoldaş çağırmaya
elini tutacağım bir dost
kartal gölgeleri üzerine çullanırken
ciğerlerim deşilirken, gözlerim oyulurken
dupduru maviliklerle yıkanır içim
yenilenir, yeniden gelirim
umuttur yeşerir her mevsim içimde
kökleri sarmıştır yüreğimi
oradayım işte
gel
sök sökebilirsen!
Hüseyin Yurttaş
Erken Ölüye Mektup
silinmiş izlerin geçtiğin bütün yollardan
ardından bıraktığın anılar gittikçe flu
ne güneşin görünüyor ortalıkta ne yağmur kokusu havada
şimdi her şey gecede sinsi yağan karla örtülü
bizi sorma soğudu birden içimizin kuytuları
ağzımızda kaldı ağıtlarımızın tortusu
bırakıp denizleri çekildik kış karanlıklarına
ıssızlığımıza düşen hep o bir damla su
yanılgılarımız yanık izleri gibi bedenlerimizde
bir bir kayıyor avuçlarımızdan sevgi yumağı yürekler
dünle yarın farklı elbet, ama bugün hep aynı
erişemediğimiz uçurumlarda soldu çiçekler
bir muska gibi gizli gizli taşıyoruz seni
tenimizin sıcaklığına karışmış öyle saklısın
bu dünya bildiğin gibi değil bizi de öldürecek
erken ölmekte galiba çok haklısın
Hüseyin Yurttaş
Ölüler Şehri
o şehri nerde bıraktık biz
hangi yitik zamanda, hangi görünmez günde
el ele yürüdüğümüz o güleç kaldırımlar
ansızın sevgiyi vuran meydan saatleri
neresinde kaldık ölüme yürüdüğümüz tenhalığın
o şehri nerde bıraktık biz
sevgimiz ağlarken ağaç kabuklarında
düşen yapraklara, yosun kokan eski parklara
inceden sokulan rüzgarımız
hangi kuytulara sığındı şimdi
oradan, o uzak ufuklardan bak
bahçede inadına açmış o mor menekşe
inadına uzanmış asmanın kolları
ayışığında öpülen dudakların izi gecede
son vapur yanaşıyor kıyıya, ışıklar alesta
son vapur yanaşıyor kıyıya, ışıklar alesta
yıldızlar hep birden mi kayıyorlar
suyun sesi büyüyor gölgesi ağırlaşan kameriyede
yasemin kokuları savruluyor iğreti avlularda
sürdük sınırlarını kentin, kırlara bayırlara sürdük
caddeler genişledikçe bun çöktü varoşlara
bir tanrıya yürüdü artık incir bitmeyen duvarlar
göğün gözleri kanlandı, ufuklar silindi kıyılardan
dağları yitirdik, ağaçlar kuş öldü, ibret cana dayandı
sürdük sınırlarını kentin
yeni mezarlıklar kurduk ölülerimizi sıraya sokup
gömdük geçmişimizi servi diplerine
anılar uğulduyorsa, ürkek bir nostaljiyi büyütüyorsak, aldırma
yüreklerimizde güne yetişme kaygısı, gerisi ütopya
sürgit kendimizi aradığımız bu sonsuz kovalamacada
sevgiyi koymuştuk bir yerlere, duruyor mu orda
dokunsak tozlu bir vazo gibi elimizin altında sanki
nedense sönmüş bütün şamdanlar, perdeler ağır ve uykulu
ocakta usul usul o ateş, kim yaktıysa yana yana ağlıyor
o içli güz dinginliği kapı aralıklarında
rengarenk masallar iniyor bağladı tavanlardan
sahi, neyi nereye koymuştuk biz, duruyor mu orda?
sürüp çıkardık o şehri şehrimizden
anılarımız yeni kenar semtlerde öksüz birer çocuk
leylek yuvaları kapanan her fabrikanın bacasında
üstelik leylekler de küs artık ve afrika’ya yeminli
tezgahta ve gergefte o inatçı eller, gül ağacı, gül oya
mahzun bir çocuğun görüntüsü asfaltın serabında
hiç kimse bulamıyor kendi şehrini, yok artık
kayboldu gülüşü gökyüzünün, dokunuşu rüzgarın
eski sokaklarda yeniyetme güneş cesetleri
yenildik bu en büyük meydan savaşında
gölde gülümseyen nilüfer uzaklığında gençliğimiz
ölümü hiç ıskalamıyor bu şehir
Hüseyin Yurttaş
Eserleri
Çocuk Kitapları
Çamlı Kuledeki Giz (1991)
Beyaz Bisiklet (1993)
Sevgiyle Dönsün Dünya (1993)
Akıllı Köpek Alabaş (1995)
Sakar Tay
Mavi Bilye
Dağa Düşen Uçak
Katil Balina
Özürlüler marinası
Cüceler Gezegeni
Irmak Çocukları
Uzaylılar Gelince
Kör Kaptanın Serüvenleri
Küçük Balıkçılar
Hınzır Çiçek
Aslan İbiş
Arkadaşım Cingo
Masal
Bir Sıcak Merhaba (1996)
Bu Şehir, Bu Topraklar (1999)
Kış Masalları (2001)
Ömrün Issız Günleri (2001)
Kıyıdaki tekne (2000)
Ödülleri
1980 Nevzat Üstün Şiir Başarı Ödülü “Sanayi Çarşısı” ile
1982 Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü “Gecede Kanat Sesleri” ile (mansiyon)
1992 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü “Kod Adı Mansur” ile
1993 Yunus Nadi Yayımlanmamış Şiir Ödülü “Kirli Tarih” ile
1994 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü “Kirli Tarih” ile
2012 Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü “Sevgiler Kanarken” ile
Rüzgara Kapılma
Bir daha rüzgara kapilma
Öyle ucusmasin eteklerin
Küllerim savrulur birden
Sonra seni de tutusturur
alevlerim
Bir daha rüzgara kapilma
Öyle toprak gibi dirilmesin
tenin
Tohum olup serpilirim
Bulutlari da indirme
Bütün filmleri yakan o
bembeyaz tenine
Önce ben eririm
Söyle günese
Cekilsin kirpiklerinden
Satasmasin kulaklarinin
altindaki sari tüylere
Her hal-ü karda
Dövüsebilirim senin icin
Hüseyin Yurttaş
AŞK EHLİYİZ
Ölsek de kaynasir kanimiz
En karanlik gecede
Tutkuyla aydinlanir bir yanimiz
Kimildar
Yüregimizin karistigi toprak
Ölüm sasakalir
Bahçede açan çiçekdir canimiz
Bilgeler bilemez
Tabipler anlayamaz
Görünmez olduksa
Sonsuzluktur mekanimiz
Ask ehliyiz
Sevmek dedik bismillah
Dilimizde tesbih bu
Gayrisina kapali lisanimiz
Hüseyin Yurttaş
DENİZ
deniz'di adı, yaşıtımdı
ince uzun dal gibi
uzandı devrim diye bir sabaha
gülünü sunmak için
deniz'di adı, yaşıtımdı
inceydi, uzundu dal gibi
uzandı devrim diye bir sabaha
ansızın oldu akşam
deniz'di adı, yaşıtımdı
inceydi, uzundu dal gibi
uzandı devrimin alaşafağına
kaldı eli böğründe
'gülünün solduğu akşam'
Hüseyin Yurttaş
Çağrı
küçük, tombul bir çocuğun sevinci
nasıl sönerse
öyle çekilir hayat yüzümden
sen gidince
gelsen
şu kışkırtan bahar sıcağına uysam
sana soyunsam
bilirsin hiçbir yürek yaşlı değildir
aşk için
en büyük kuraklıklarda bile
çatlatabilir onun tohumunu
hadi, bana açıl
boş bir kağıt gibi bembeyaz
çağır beni
sana birikeyim.
Hüseyin Yurttaş