Menüler kısmından ayarlayınız.

Hilmi YAVUZ Şiirleri

Beyazid Paşa

. beyazid paşa

gün akşamlıdır devletlim
elbet biz de ölürüz

gözüm hep o asılmışta kaldı

sanki karanfil zülfünü dökmüş de
şimşir topuzlu bir gürz
indirilmiş gibi tanyerine
kanlıydı kartal kanadı
bir tarikat değneği gibi
pürüzsüz ve düz
bir beden, asılmış

gözüm hep onda kaldı

susan yazdı, konuşan güz
usuldu, uzundu denizin boyu
sanki tüy bacaklı bir tazı
ya da kırmızı ve koyu
bir masaldı,
tara_indin ve süssüz
bir beden, asılmış

gözüm hep onda kaldı

gün akşamlıdır devletlim
elbet biz de ölürüz.

Annem ve Akşam

bir kapı açıldı, ansızın, baktık:
akşam!.. kimse benzemez oldu kendine;
kimbilir ne kadar hüzünlü artık,
bir odadan ötekine geçmek bile…

sen neysen o kadarsın, ey akşam!
annem içini çekiyor kimi ansa;
ürkü!.. biri ansızın bir gül koparsa;
şimdi uzak olandır neye ulaşsam…

ah, akşamdan bile ürküyor çocuk;
her yer alacakaranlık gurbet;
soldu annem, solarken goblen ve tülbent;
ve akşamın ucuna doğru yolculuk…

bir türkü söylendi, neyin tadı var?
akşam bile bitti, kalmadı çünkü…
çekildik, bir başına kaldı o türkü;
kapılar arkamızdan kapanmadılar.

Koç Salih

ey can huması, bize bu ruzigardan
bir sayfa okur musun?
sen umuda bak ve onu güzel eyle

ey tanyerini kızıl bir harmaniyeyse
boydan boya örten uzun bedevi
bize altın lengerlerde ölümsün
sonra bir dudağı yerde
ve bir dudağı gökte bir devi
sanki sen doğurmuşsun
gibi acıyan memelerle
bizi emzir

gün döner, ay ırılır, ey can huması
bize bu ruzigardan
bir sayfa okur musun?
şimdi gök, suskun develerle
ve mahzun
ağır konup kalkan kervandır
çölü, yeni doğmuş bir bebek
gibi koynunda uyutup
bir lalenin perçemini keserek
okşa onu, ey can huması ve öp
ve onu kanayan geceyle uyandır

ölümün bir toy gibi kurulduğunu
hiç görmemişiz hayli zamandır

H.YAVUZ

Kimlik Sonnetsi

ben aynada büyüdüm, aynalar ise bende:
acıları gezerken, sözlerimizle ikiz:
birlikte olduğumuz, ah, o ürkünç bedende
bakarken kendimize, sevişen günlerimiz
birer görünüp dibe çöker…ah, kısır
bir yolculuk bizimki… hani durak, yol nemde?
hangimiz ötekine giz oluruz ya da sır?
ayna tende dağılır, ten aynada yiter de
fırtına saatlerde aşklardaki ince kum
üstüme yığılırken, aksamları kederle
-ve sanki sevişirmiş gibi ikindilerle,
o dökülüp düşerse kırılan ben olurum…

kimliğim oldu benim, çoktan geçtim adımdan,
ah, başka bir şey değilim aynalarımdan…

Kuduz Sonnet

bir gül üremekte… bizi kuşatır mutlak;
o kocaman ağzıyla, giderek korkunç, kuduz!
dikenli pençesiyle ve dili çatal yaparak,
saldırdı saldıracak… korkuyla besleniyoruz…
bir eyerde (kent mi bu?) gidiyoruz, eğreti!
atlara benziyoruz, ürkmüş, kaçışan, sürü!
hüznümüz bile bizim çürümüş insan eti;
semirirken bir aşkın dışkısıyla öbürü;
kuduz gül! büyürsün aynanın terkisinde;
ölürsün artık burda, kokuşarak bu kenti;
ne geldiyse gizemli, o gülün ertesinde;
herhangi bir sokağa döndürdü labirenti…

‘kendi_için_kanser’in balını ören arı;
yüzüme bulaşıyor o gülün salyaları…

Labirent Sonnet

sen hüzünlesin belki, belki hüzünlerlesin;
ben, her zaman kendine yarılan bir uçurum;
bir öğle sonrasıdır, kimse yok, kendi sesin
sana âşinâ gelir: ‘bir yerden tanıyorum! ..’
kim nereden bilecek o sesi, yaz gününde?
yaz, bir düğüm demektir, bu yüzden durup durup
sen dâimâ yazları, onları çözdüğünde
bir yumak olur aşklar… sanki hemen bulunup
da yiten labirente, gene ona yolculuk
etmeye geliyorsun… akşamları frengi-
li o resimdeki (hangi resim?) o soluk
ve çok tuhaf kadına… Ariadne, kahverengi…

âh, elbette ölüme endeksleniyor bu kent;
hem aynayla doluyum hem de bomboş labirent…

Sarı Anastas

En çok yanılgısı başkaydı benden
Bir suya çalardı saati
Gümüş köstekli bir akşam vakti
Karardı solukları göğü görmeden

Kraldı yaz dönüşü sürgünden
Bir ceza ülkesinde davulcu
Geceleri ipe bağlı bir sucu
Asardı kimseleri ele vermeden

Durmadan bir çocuk akıp gidiyor
Sevmezken kendinde olanın
Ağır kokuları ölü eşyanın
Kaplardı odaları eve girmeden

Adını bildiği saat değil bu
Kuş seslerinden Çin laleleri
Çarmıha gerilmiş çan kuleleri
Düzeltir saatini vakti bilmeden

H. YAVUZ