Doğunun Gurbetçileri
acı biziz, biziz yine
bir büyük bozguna yol olduğumuz
artık ne acem bahçesi
ne acem mülkü
ne de yaprakla
örtülü havuz
bir kaç gün sonbahar ile talan edilip
su yıkılıp, hüzün çürüyüp
ve yol sefili dağlarımızdan
bir ipek uçurum diye devrilip
sel gittiyse kalan kumuz
biz bir talanla başladık kendimize
bundan böyle acının
ekmek ve tuz
konaklardan geçer yolumuz
olum çarktır, sevda direk
uçsuz bir gurbete bağdaş kuduzumuzda
ve mahsus selam diye söylenerek
bir ağıda durulur mektubumuz
acı biziz, biziz yine
bozguna bağlıyız, yola mahkumuz
Doğunun Son Sözü
bir gece Çölemerik üzerinde
bakır bir bilezik gibi hilali
gördü
ezik çiğdemleriyle Elazığ
acı dağlarıyla Ergani
dersim Pülümür, horasan
İbrahim talu’nun oğlunu gördüler
ve bir keçe kilimi andıran elleriyle
göğü bir beşik gibi sallayan
Fatma’yı Zeynel’in ayali
kimse bizim sevdamızı anlatamadı
ne meç u zil hikayesi
ne de ahdede hani
yaylalar kelepçeydi asi Fırat’a
en büyük mahpushane dağlardı
ve Dicle, Fırat’ın helali
çoktandır akşam denen sanata
alışmış olmanın acısı
kavuşmuş olmanın hayali
ile akardı
köpüğünü kanata
bir gece diyarbekir’den Hozat’a
ayın kızıl bir karpuz gibi
çatladığını gördü
bir heybenin morardığını
ve ölümün bir zerdali
ağacı olup köpürdüğünü
Nazif ergin, müfettiş-i umumi
Muğlalı paşa ve vali
işte doğunun dünü, bugünü
yaşamış olmanın tuzu, ekmeği
ve yarını, acının düğünü
gibi duyursun bizlere
açsın bir yufka gibi umudu
türküleri yeniden yoğursun
közlesin gibi, melali
Doğunun Ölümleri
ölüm bir aşirettir doğuda
ay ışığı gülden hoyrat
gölleri güzelden talandır
ve asi , durak bilmez ağıtlarıyla
uçsuz bucaksız turnalarını
kat kat gurbete durmuş evvel baharla
sevdası göçer olandır
ve bu nasıl bir serencimdir
satılır umudu beye
hasreti bir meta gibi
ve alınandır
ve tuzdan, bozkırdan ninelerini
bir çığlık gibi mengeneden mengeneye
söküp çürüten rüzgardır
türküsü ki eşkıyaya geniş
ve bir kekliğe dardır
ovayı çelen bakışlı
ve bir fişekliğe dizilmiş
gibi omzu kuş nakışlı ağaçlarıyla
acıya pusu kurandır
ölüm bir aşirettir doğuda
Doğunun Şairleri
işte doğu, ki sen ki sanki
pir sultan ile baki efendiyi
sırmalı bir çiğdemde birleştirerek
Rumeli kılan dize
işte doğu, hilkati güzün
ne zaman giydiysek o kadar hüzün
ve ağır, ürkek ve beyaz
bir sülüne benzeyen örtümüzün
kat kat altındaki sağır bir hırka gibi
ölümdür, dar gelir eğnimize
işte doğu, ki orda her şey
kendini yineliyor batarak
orda her şey batıdan batıyor
ve bir ay ışığı dahil olup gülümsememize
o doğu ki daim düşen bir yaprak
yahut utangaç bir yakut ile
tartıla tartıla incelen sözün
çıkarır nakışını gözlerimize
o doğu ki simyacısıdır
siyasetin katledilmiş bir gülün
yahut bir çile haneye benzeyen yüzümüzün
ve sevgili, gam sultanıdır orda
yani doğuda, solgun bir melanetle doğan
büyük boynu gecenin ve gündüzün
ve şairlerdi sevda askerleridir
kızıl bir kadife kadar mağrur
yahut bir şayak kadar hırçın
ve vakur
gönlümüzün
Doğunun Şairleri
işte doğu, ki sen ki sanki
pir sultan ile baki efendiyi
sırmalı bir çiğdemde birleştirerek
Rumeli kılan dize
işte doğu, hilkati güzün
ne zaman giydiysek o kadar hüzün
ve ağır, ürkek ve beyaz
bir sülüne benzeyen örtümüzün
kat kat altındaki sağır bir hırka gibi
ölümdür, dar gelir eğnimize
işte doğu, ki orda her şey
kendini yineliyor batarak
orda her şey batıdan batıyor
ve bir ay ışığı dahil olup gülümsememize
o doğu ki daim düşen bir yaprak
yahut utangaç bir yakut ile
tartıla tartıla incelen sözün
çıkarır nakışını gözlerimize
o doğu ki simyacısıdır
siyasetin katledilmiş bir gülün
yahut bir çile haneye benzeyen yüzümüzün
ve sevgili, gam sultanıdır orda
yani doğuda, solgun bir melanetle doğan
büyük boynu gecenin ve gündüzün
ve şairlerdi sevda askerleridir
kızıl bir kadife kadar mağrur
yahut bir şayak kadar hırçın
ve vakur
gönlümüzün
Yollar ve Zaman
sen bir yalnızlığı koşup gittin de
bir yerde buluşulur diye, belki de…
elbet buluşulur, orda, o yerde…
bir hüzün töreniyle kutlanır
bulunur birşeyler ve saklanır
saklanan Zaman mı, yoksa yol mudur
aranır bahçelerde ve şiirlerde?
kimbilir ki dün’dür, ölgündür kalbimiz
yollarsa her zaman biraz küskündür
yokuşlarda ve inişlerde…
Zaman’dır seni sardığım kumaş
bekledin, örtülsün, ki yavaş yavaş…
erguvandın, kayboldun diligelişlerde
Yolculuk ve Aşklar
ben kendime derinim, -sana!
bir uzun ‘kaybol! ‘ gibi olduğum;
kalbim kül dağları, yüklenir
ateşten kayıklara odunum…
orda geçti ‘geç kaldınız! …’ günleri;
bağlar bahçeleri gibi yokluğum;
anımsarım, öyle sor ki kolay mı
âh, o sarı anılarda sönen mum!
aşklar durdu, ben de artık dururum;
yolculuk musun, öyleyse içeriye gir;
gök bir ip midir, kuşlar kaç boğum?
yüzümün yerinde bulut… çoktanberidir…
İnançsız
Açılır gecesi inançsızların
Tanrı sarı bir çiçektir
Ormanın içinden atlılar
Geçerken çocuklar ölecektir
Denizin gözlerinden tuzlu
Bir sıkıntı vurur karalara
Uzakta olduğumuzu köprülerden
Atlar nereden bilecektir
Mavi kuşlar çiziyor biri
Eli değdikçe camlarına
Avcılar doğrultup namlularını
Nasılsa bir bir düşürecektir
Yorgun yıkılmış ölü
Bir yaz büyütür karnında
Soyunup toprağa yatınca
Kadınlar göklerle sevişecektir
Açılır gecesi inançsızların
Tanrı sarı bir çiçektir
Ormanın içinden atlılar
Geçerken çocuklar ölecektir
Yahya Kemal İçin Rübai
Sen gittin gideli kuşlar anlamaz görünür
Her acılan gülde yepyeni bir Sırâz görünür
Bakışlar dağılırken denizin belleğinde
Senin her sihrinde geçmiş bir yaz görünür
Torlak Kemal
kış, dağların kürkü
gibi kış
gece midir düşen dal?
sen ey böğürtlenlerin
ve umutsuzluğun mülkü
ve bir hüzünden huruç eder
gibi kalın bir türkü
ile dağları düz eden abdal
şimdi sen ilkyazı, belki
kara, yün bir kuşak
gibi beline dolayıp
acıyı kav, sevdayı çakmak
bilip yola çıkmak üzresin
Ellerin ovalara üzengi
denizin tuğu, ağacın börkü
ve dahi ölümü bir yılkı
gibi bırakıp gidensin
torlak kemal
kış, dağların kürkü
gibi kış
gece midir düşen dal
Hilmi Yavuz