Aynalar ve Zaman
erguvanlar geçip gittiler
bahçelerden
geriye sadece erguvanlar kaldı
şair! bahçelere özenecek ne vardı?
işte tenhâ her yanımız, hep tenhâ
ne aradık sözcüklerin kuytularında
ne bulduk soldukça çoğalan dilimizde?
Zaman’ın sırı hala duruyor
olmalı ki üzerimizde
biz bakınca görünen aynalardı
nasıl var olduysanız öyle
kayboldulardı
bir yazın tiniyle bir güzün bedeni
hem birleşti hem de ayrıldı sizde
şair! gördünüz kimbilir kaç aşkın
battığını
o derin sulara kapılmış şiirlerinizde…
nedeni, ne kayalar ne fırtınalardı:
kuytulardı, geçip gittiler
sözlerimizden
geriye sadece kuytular kaldı
DOĞUNUN SEVDALARI
I
sevda derinlerdedir, oysa ferhad
üstünü kazmada dağın
kalbimin, yâni o yağmur
ve acıdan ocağın
madenini, lâciverdi ve mahmur
bir ağrıyla delmede
şirin
ve en aşılmaz, en derin
bir şiirin yurt edindiği
billûr bir köşke girmede
leyla
ve mecnun’un, yâni o çölden
ve ağıttan otağın
önünde, bir adak gibi
ölüme diz çöktürmede
leyla
ve yakut, şafak ve irin
ile emzirdiği bir gözün
boynunu vurmada
şirin
sevda derinlerdedir, oysa ferhad
üstünü kazmada dağın
II
ay kanar, sevda akar, bir dağ
bir dağ kendini delerse
sesini yangına verse
o dağdır acıların külhanı
ve usul uçan şahin
kanadında bir cerağ
ve kalbim bir şehrâyin
gibi kendinde yananı
alıp hasrete giderse
ay kanar, sevda akar, bir dağ
bir dağ kendini delerse
akşam ki pekmezle yanıp
korkunç bir ipek humması
ateşi kükreten, vahim
ve kolsuz ve tecrid hırkası
gibi kendini kuşanıp
ölüm, bir yaz kadar hain
alıp başını giderse
ay kanar, sevda akar, bir dağ
bir dağ kendini delerse
III
sen ilkyazi önce kendinde oluştur
ve sonra büyüt hiç solmayanı
bir dağ ki kendinden umulmayanı
senin yüzünden devşirip birden
ve en hoyrat, en sevecen
gözlerin ağır bir suçtur
ve benim kalbimi yeniden yazabilmek için
el aldığım cok olmuştur
eski fütüvvetnâmelerden
REPORT THİS AD
sen o ki dokunuşların
ve acının derin bahçıvanı
sevda, belki bir susuştur
ve kimbilir nasıl ve nerden
gelen bir türküyle duyulmayanı
bir soluk güldür, ki duyurmuştur
eski fütüvvetnâmelerden
sen ilkyazı önce kendinde oluştur
ve sonra yürü yol olmayanı
IV
bir göl güle düşerse
göl değil de gül bulanır
gurbet sende pamuklarsa
gece ay oradan doğar
şiir acıya çullanır
ilkyaz düşeli beridir
giden ben değilim, yoldur
dili söyleyen sevdaysa
mektubum kalbime yollanır
nehir kuşa batsa birden
aksa tersine aksa
batsa kül, batsa turna
ve batsa…
ve benim bir yanım ki ferhadsa
bir yanım dağdır
hasret, külünü vurduğum yerdir
ateş, kül ile dağlanır
bir göl güle düşerse
göl değil de gül bulanır
Hilmi YAVUZ
AKŞAM VE DOLULUK
herkes öteki gibi duruyor… akşam
da durduğu yerde durmuyor artık;
yolcu yolu kuşatıyor durmadan;
kapanıyor ‘Zaman’ denen karanlık…
hiçbir şeyde yok gibi ve her şeyde var;
sıkışmış birileri ara yerde;
kalbim, durma yetiş eski yazlara!..
nedense bir durgunluk var saatlerde…
her şey nasıl da bütündü bir zaman:
şimdi bahçe eksik, güllerse yarım;
kar yağar, hüzün bile yok… ve nerdesiniz,
âh, evet nerdesiniz, yoksaydıklarım?
Hilmi Yavuz
Akşam Ve Vera
verâ, verâ, verâ!..
her şey kımıltı ve böcektir;
ve dünya yara içinde yara…
kendini bitmeyen bir yağma
gibi yaşadın:
benim dışımdaki sır,
senin içindeki aynadır;
bilir misin, yağmurlar da darılır,
seni yazmadığım için;
yüzündür, çisil çisil iner camlara…
dünya elbet yara içinde yara…
her aktığın yerde kalbim olursun;
bir aşkı geçer geçmez mâverâ,
sana bir nehir gibi deyecek;
bir cam gelip yüzünü de silecek;
görünür olmaya verdiğin ara…
ordadır, akrebi kısalmış günler;
orda, öte yazlar uzar yelkovanlara…
bir musıkî karanlığı var bunda;
sonunda şiirin de kışı gelecek;
biri kalkıp acep şunu der m’ola:
‘bu sözleri nerden buldun, ey şair?
sözler ki binlerce hüznün ağırlığında!…’
belki bir kaybolan gibi yakında:
susmak! akşamın sözüne kadar;
susmak! dile çile olup dört duvar;
her şeyi bırak da, çekil erguvanlara…
verâ, verâ, verâ…
biz batan güne sahip çıktığımızda
ay, Bitlis’te sarı tütün
ya da bir akarsu imgesi
gibi yiğit ve bütün
bir ağıttı
kadınlarımızda
onlar hüznü bir çeyiz
çileyi ince bir nergis
ve gülerken bir dağ silsilesi
taşırlar
ve birer acıdan ibarettiler
kayıtlarımızda
kadınlar ki alınlarımızda
doğuyu mavi bir nokta
ve yazgıları çok uzakta
bir nehir yoluna
karışırlar
ölümleri duvaktan beyaz
ve ahlat, Erciş, adil cevaz
üzerinde geçen bir kederle
yarışırlar
ve birer yazmadan ibarettirler
sevdalarımızda
biz bir yazın ayağında
en küçük bir gurbeti bile
içi titreyerek okuyan
ve bir gülü tersinden dokuyan
umutlarımızda
başlığı kınadan turaç
bebesi doğuştan kıraç
ve bir ninniyle darılıp
bir türküyle barışırlar
ve birer hasretten ibarettirler
mektuplarımızda
NÂZIM HİKMET hüzün ki en çok yakışandır bize belki de en çok anladığımız biz ki sessiz ve yağız bir yazın yumağını çözerek ve ölümü bir kepenek gibi örtüp üstümüze ovayı köpürte köpürte akan küheylan ve günleri hoyrat bir mahmuz ya da atlastan bir çarkıfelek gibi döndüre döndüre bir mapustan bir mapusa yollandığımız biz, ey sürgünlerin nâzım'ı derken tutkulu, sevecen ve yalnız gerek acının teleğinden ve gerek lâcivert gergefinde gecelerin şiiri bir kuş gibi örerek halkımız, gülün sesini savurup bir türkünün kekiğinden tüterken der ki, böyle yazılır sevdamız hüzün ki en çok yakışandır bize belki de en çok anladığımız HİLMİ YAVUZ
BEDREDDİN
mübalâğa akşam olur
güz, neftî dolaklarını kuşanır da gelir
yaprağın fetrete düştüğü zaman
sen ey yaz günlerini
top top ak çuhaya tebdil eyleyip
ve solgun bir gülümseme olarak
eğnine giyen şaman
buyur otur
şeyhim
samanyollarının ılık sedirine uzan
uzun, görklü ve sof
yüzünü bizden yana döndür
bize buğdayın ateşini
gözlerin timârını
ve hüznü vâridâtını anlat
elini elimize dokundurmadan
sen ki öldüğü yere
bir kök sümbül bırakır gibi
usulca sevdalar bırakan
ovaların ve kartalların musahibi
ne zaman diye sorma, ne zaman
yaprağın fetreti gülün kıyâmına
gülün kıyâmı ağacın isyanına
dönerse işte o zaman
mübalağa akşam olur
güz, neftî dolaklarını çıkarır da gelir
elini elimize dokundurmadan
HİLMİ YAVUZ
Hayal Hanım
Şair: Hilmi Yavuz
Yeşil imgeli kız! İlkyazım!
Hangi harf gül, hangi dal dize?
Bu büyük ağaçtan her ikimize
Kalan hangimizdik…
ey hayal hanım
Yeşil imgeli kız! Biz size
Yazılı sevdalar sunduktu
Ve döne döne uçurumlar gibi şiirler…
Şiirlerle örselenmiş yüzü
Ve kalbi güllere belenmiş
Biriydim ben… Ve hangimize
Doğru akar suydum,
ey hayal hanım
Yeşil imgeli kız! Siz eğnimize
Bir göçük sesi
Gibi işlendinizdi
Ve derin bir gül duygusu
Verdiniz bana.
Siz yazıp yok etmek gibi miydiniz?
Ve o yokoluştan güz tenimize
Bulanan siz miydiniz,
ey hayal hanım
Yeşil imgeli kız! ilkyazım!
Hngi harf gül, hangi dal dize?
Bu derin ağaçtan her ikimize
Kalan hangimizdik
ey hayal hanım
Tenha
her şiir boydan boya
bir ıssızlıktır artık
dizelerse giderek daha tenha
acının düzyazısı olmaya
hazır mi sözlerin kişi?
aşklar! onları yazan yasasın
sarışı
n atlas kağıtlarda yaz
ne güz okunur ağaçlar güya
sen sussan da susmasan da bir
tutup tutuştuğun hayale
ağırdan iri güller ve lale
düşer düştüğün melale
ve hüznü yeniden okumak
için bir kitap olur dünya
ve her şiir boydan boya
bir issizliktir artık
dizelerse giderek daha tenha
Kazı
sarı yaz! kat kat şafaklar
gördün dizelerde, sevdalar
gördün göçük bir dağ
gibi üstüste geldikçe
ben şairim: bir yeraltıyım ben
acıyım
kazdıkça
ve derine indikçe
siz kimbilir kaç gece
bir gülün ölümünü andınız
bir ipek simya sesi
ve nice
katmanlar aradınız
ve dolaştım diye düşündünüz
bir yaz gibi gülen çocuklar
ve yollar gördükçe
şiirler kazılmalı: o ince
gurbetlerin gömdüğü
söz başları kırmızı
yazmayı gördüm sandınız
kırgın kâğıtlar buldunuz
hüznü donmuş, külü meşin
ve birden
acısı acınıza değdikçe