Menüler kısmından ayarlayınız.

Hanifi KARA

Elbistanlı ve okul müdürlüğünden emekliyim.

Türkiye Yazarlar Birliği üyesi, Kültür ve Turizm Bakanlığında kayıtlı Halk Şâiri’yim.

Şiirlerim ve yazılarım başta Türkiye Gazetesi olmak üzere Elbistan’ın Sesi, Elbistan Posta, Haber Elbistan, Kaynarca, Bizim Elbistan, İkinci Fecir, Gaziantep/Doğuç, Kahramanmaraş/Akdeniz ve Kahramanmaraş Gazetesi’nde, ayrıca dergilerden Dolunay, Hakses, Sevgi Seli, Bizim Ece, Şardağı, Bizim Kalemler, Bir Tebessüm, Somuncu Baba ve Kumru… gibi dergilerde yayınlandı/yayınlanıyor.

Her derecede ödül aldım ve çok sayıda şiir şölenine katıldım/katılıyorum.

DERECE ALAN ŞİİRLERİM:

ADIM KAÇ KEZ DEĞDİ 1.’lik Kahramanmaraş
AŞK YARASI 2.’lik Kütahya/Tunçbilek
ERENLER DİYÂRI 3.lük Malatya/Darende
Mansiyonlar:
ESHAB-I KEHF DESTANI Kahramanmaraş/Afşin
SOMUNCU BABA Malatya/Dârende
İHRAMZÂDE İSMAİL HAKKI Sivas
Özel jüri:
GÜL/KIZ Isparta
DÖNDÜ DÖNMEDİ (I) Kahramanmaraş
Kitap dalında:
AYNADAKİ GÖRÜNTÜ yılın kitabı ve onur ödülü

KATILDIĞIM ŞİİR ŞÖLENLERİ:

Kahramanmaraş/merkez (yedi defa) , Afşin (beş defa) ve Elbistan (çok sayıda şiir ve konferans) , Isparta/merkez (dört defa) ,Yalvaç ve Sütçüler, Malatya/ Dârende (iki defa şiir ve konferans) , Bursa/merkez ve Zeytinbağı, Balıkesir/Dursunbey (Suçıktı) , Kütahya/Tavşanlı, Tunçbilek ve Simav, Ankara/merkez (iki defa) , Erzurum/merkez, Şanlıurfa/merkez, Nevşehir/Avanos, Aydın/Nâzili, Gümüşhâne/merkez Adana/merkez, Eskişehir Yunus Emre Şiir festivali, Darende 5. Öğretnenler Şiir şöleni ve Antalya/Kemer’de şiir şöleni, ayrıca Kumluca, Darende’de (altı defa) , Ümraniye, Sincan, ve Elbistan’da (çok sayıda) Eğitim ve Şiir konulu konferans…

Ayrıca, BESTV’de GÖNÜL PINARINDAN DAMLALAR, ERTV’de BİR KONU, BİR KONUK -canlı olarak- program yapım ve sunuculuğu, mahallî gazetelerde GEL DE YAZMA, ADIN SAKLI DURUR, UKDE, FİSKE ve NÜKTE başlıklı köşelerde makâle ve şiirlerim yayınlandı.

Hâlen de yazmaya ve çizmeye devam ediyorum…

Hanifi KARA
Eğitimci, Şâir ve Yazar

KUT’ÜL-AMÂRE ZÂFERİ

(100. Yıldönümü)

Yıl; yirmi dokuz Nisan, bin dokuz yüz on altı
Kut’ül-amâre harbi, unutulmuş bir zâfer.
Arap, Kürt, Türk… Cephede, vermiş omuz omuza
Kut’ül-amâre harbi, unutulmuş bir zâfer.

Batı’sı, İngiliz’i… Bizi iyi tanırdı
Kıyâmet gününe dek; yasak koydum sanırdı
…Elli ikiye kadar bu zâfer kutlanırdı
Kut’ül-amâre harbi, unutulmuş bir zâfer.

Her çileye katlandı yastık eyledi taşı
Mehmetçikse her zaman Hak için verdi başı
Esir düşen İngiliz; on üç bin, üç yüz kişi(1)
Kut’ül-amâre harbi, unutulmuş bir zâfer.

Ne şehittir ne gâzi onlarınki niyâzi
Şan ile, şeref ile; dopdolu bizim mâzi
Bizden olan zâyiat, on bin şehit ve gâzi
Kut’ül-amâre harbi, unutulmuş bir zâfer.

Yaptıkları kötülük sandılar kâr kalacak
Ne bilsin ki bir lider sur düdüğün çalacak
Halil Paşa sonradan “KUT” soyadın alacak(2)
Daha doğrusu ise; UNUTTURULMUŞ ZÂFER…

Hanifi KARA

(1) Ölü ve yaralı sayısı ise: 23.000 kişi…
2) Halil (Kut) Paşa (1882 – 1957) Kut’ül-amâre Kahramanı…

ESHAB-I KEHF DESTANI

Zâlim bir melik vardı, onun adı: Dakyanus
Putperest bir insandı, yaşadığı yer: Efsus. (1) .
.
Küfrünü yaymak için, halka zûlüm yapardı
Zavallı bîçâreler, korkusundan tapardı..
.
Dayanamadı gençler, baş kaldırdı düzene
Her şeyi göze aldı, demediler: “-bize ne…”.
.
Küfre kıyam edince, her yerde izlendiler
Zâlimlerin zûlmünden, mağ’raya gizlendiler..
.
O devirde yaşamak, ölümden de beterdi
Kim kendini reddetse, puta kurban ederdi..
.
“Yedi uyur”la Kıtmir, kaçtılar Rakîm dağa
Üçyüz yıl uyudular, artı dokuz yıl daha. (2)
.
Mağ’ra saraya döndü, onların şerefinden
Titizlikle korundu, melekler tarafından..
.
Az mı, çok mu, uyudu, kendileri de bilmez?
Açlığın telaşıyla, yüzünün tozun silmez..
.
Biri koşar fırına, uzatır parasını
Bilmez fırıncı onun, yazısın, turasını..
.
Dil ayrı, kılık farklı, hemen şüphelenirler
Şehir halkı, esnâfı, peşlerine düşerler…..
.
Ve nihâyet mağ’rada, sırra kadem ederler
Kimisi üç, kimi beş, kimi de yedi derler.
.
Sakın; Tarsus’da diye, hükmünü verme peşin
Kur’an’da ki tasvire, en uygun düşer Afşin.
.
Bu kıssanın hissesi, tekrar dirilme dersi
Uyanık uyuruz biz, her şey İslâm’ın tersi..
.
Onları Hakk uyuttu, bizi ise nefsimiz
Bu gidişle bizlerden, hesap sorar neslimiz.
.
Yaratılmış ne varsa, hepsi yalnız tek: Bir’in
O “Yâran kapısı”nın, ben de Sen’in Kıtmîr’in.
.
Hâbil, Kâbil’le başlar, bu yolun ayrılması
Hiç durmaz devam eder Hak/ Bâtıl çatışması.
.
Bizler hangi saftayız, bilelim yerimizi
Çobanı yanlış tuttuk, kaptırdık sürümüzü..
.
“Mutlak doğru”ya yapış, boyun eğme her fikre
Allah için silkin kalk, kıyam eyle ve kükre..
.
Bize kırbaç olmalı, rûhumda ki açlığım
Bu böyle gitmemeli, şahlanmalı gençliğim..
.
O gün Dakyanus vardı, bu günse tilmizleri
Tüm onların şerrinden, koru Rabb’im bizleri..
.
Onlara uyku şifa, bize ise uyanmak
Kula düşen sâdece, bir Allah’a dayanmak.
.
Başka çâre kalmadı, uyan gençliğim uyan! ! !
Bütün renkler soluyor, “solmayan renğe” boyan…
.
Hanifi KARA

(1) Afşin İlçesi’nin geçirdiği isim değişlikleri:
Arabisus, Efsus, Efesus, Yarpuz ve Afşin.

(2) Yemliha, Mislina, Mekselina, Mernûş,

Tebernûş, Şazenûş, Kafestatyûş, ve köpekleri Kıtmir

* İlk ödül aldığım şiir.

BEN GAZZE’YİM, GAZZE BENİM…

-Gazze katliamının
1. Yıldönümü nedeniyle-

Gazzeliler yaşar, panik içinde
Ben Gazze’yim, Gazze benim kör dünya.
Birinde top, tüfek, diğerinde taş
Ben Gazze’yim, Gazze benim kör dünya.
Yeter artık, bu zâlimi gör dünya! …

Bir zaman kişnerdi orada atım
Elimden alındı evimle yatım
Kadınlar dul kaldı, çocuklar yetim
Ben Gazze’yim, Gazze benim kör dünya.
Yeter artık, bu vahşeti gör dünya! …

Arkad haber verdi, arttı tasası(*)
Ha gayret Hamas’ım, kaldı son ası
Yağmur gibi yağar misket bombası
Ben Gazze’yim, Gazze benim kör dünya.
Yeter artık, bu acıyı gör dünya! …

Elbet bir gün tutar zâlimi âhım
Arşa yükseliyor feryâd, figânım
Ne hâllere düştün, ilk kıblegâhım
Ben Gazze’yim, Gazze benim kör dünya.
Yeter artık, bu çileyi gör dünya! …

Hakk’ı tut da kaldır, kalma arada
Gücün göster, hem denizde, karada
Kırılan kol, benim kolum orada
Ben Gazze’yim, Gazze benim kör dünya.
Yerer artık, bu kâtili gör dünya! …

Tarihe bak nice, engeller aştım
Düşün bir zamanlar, ne yüce baştım
Şakası yok; O düşerse ben düştüm
Ben Gazze’yim, Gazze benim kör dünya.
Yeter artık, bu vampiri gör dünya! …

O değil mi bizi, eyleyen üssüz?
Lânetli zihniyet, yüzsüz mü yüzsüz
İlaç yok, mama yok, bebe aç, susuz
Ben Gazze’yim, Gazze benim kör dünya.
Yeter artık, bu yamyamı gör dünya! …

Hicran ateşiyle vurgun yaşarım
Dengesiz bu harpte yorgun yaşarım
Kendi vatanımda sürgün yaşarım
Ben Gazze’yim, Gazze benim kör dünya…
Yeter artık, MEZÂLİMİ gör dünya! …
Yetti artık, “ZÂLİMLERİ” gör dünya! …

(*) Arkad: Yahudi ağacı

Hanifi KARA

GÖZ KADININ ZIRHIDIR

Müspet/menfi ne varsa, hepsi gözünde saklı
Onu türbanından çok, bir tek bakışı korur.
Yürürken/konuşurken, vakarlı/ağırbaşlı
Bir şelâle misâli, haşin akışı korur.

Bütün yükü o taşır, öyle cefâlıdır ki
Şefkatte, merhamette, öyle vafâlıdır ki
“Ayağın altı cennet”, öyle sefâlıdır ki
Eşine, evladına, kendin yakışı korur.

Tarihler yazmaz onu, o kendini ittirsin
Hiç mümkün ağyâre, gereksiz söz ettirsin
İffetliyse bir kadın, mümkün mü laf attırsın?
Yanlışı görür görmez, birden çıkışı korur.

Dillerinden bal akar, öyle yağlıdır ki o
Her an yanan bir yürek, öyle dağlıdır ki o
Anneye ve babaya, öyle bağlıdır ki o
Kolay kolay sökülmez, sağlam dikişi korur.

Son kararı o verir, evde sözü dinlenir
Yanlışı görür görmez, birden parlar, cinlenir
Bir tebessümü yeter, karanlık aydınlanır
Şimşek gibi âniden, birden çakışı korur…

Hanifi KARA

KARA TOPRAK -I-

Hayatın gerçeği bu, mîzâcının gereği
Bal arısı bal yapar, diğeri sokar seni.
Makâma, mala karşı, eğer ki varsa hırsın
İçindeki arzular, dâima büker seni.

Severse tâkip eder, Merih’e, Ay’a çıksan
Bir gönüle yol bulup, gece/gündüz sen aksan
En çok sevdiğin neyse, Cemâline âşıksan
Hasretin o çilesi, durmadan yakar seni.

İdeal hava o ki, ne puslu ne de nemli
Çay içinde geçerli, ne açık ne de demli
Birbirine benzerler, dozajı çok önemli
Riyâya düşmemişsen, kurtarır vakar seni.

Nerde o yiğit erler, konan engeli aşan
Daha da çoğalıyor, hem şaşırıp hem şaşan
Güvenme sağlığına, damarında dolaşan
Pıhtı denen o zerre, bir anda yıkar seni.

İnşallah Sûr’a kadar, dalgalanır al bayrak
O’nun izni olmadan, yere düşmez tek yaprak
Her gün tepelediğin, gün gelir kara toprak
Eğer hazır değilsen, kabirde sıkar seni…

Hanifi KARA

AYŞE NİNE

-Ermenek Kömür Ocağı Şehitlerine-

Karaman/Ermenek’de ölen evladı için
Ayşe ninenin sözü; “oğlum yüzme bilmez ki.”
O söz öyle bir söz ki Türkiye’yi ağlattı
Oldu haberin özü; “oğlum yüzme bilmez ki.”

Fakirlik belin bükmüş ömür boyu yorulmuş
Haberi duyar duymaz; tâ kalbinden vurulmuş
Sîma kat kat kırışmış; çile ile yoğrulmuş
Oku yüzdeki izi; “oğlum yüzme bilmez ki.”

Şefkat ile bağlamış o oğluna özünü
Duyanlar ibret alsın; o saf, mâsum sözünü
O sözünü söylerken görseydiniz yüzünü
İyice çökmüş gözü; “oğlum yüzme bilmez ki.”

Yer altında o ocak, oldu bir göl bir dere
Göçük altında kalmak bizde olmuş bir töre
Bazı kazalar var ki, geliyor göre göre
Kabrini kendin kazı; “oğlum yüzme bilmez ki.”

Ayşe nine öyle ki anaların anası
Musluk yok ki evinde olsun onun vanası
O ancak turpu bilir ne bilsin ananası
Yemedi kivi, muzu, “oğlum yüzme bilmez ki…”

Hanifi KARA

ÇİLESİ BAŞKA

Elinde tebeşir ders anlatırken
Kalbime yazdığı yazı bambaşka.
Yetişmemiz için her gün her saat
Durmadan çektiği sızı bambaşka.

Onun eli ile bigi ekilir
Komut verir bayrak göğe çekilir
Her gün yeni yeni nâme dökülür
Gönlümü titreten sazı bambaşka.

Cehâlete düşman ilme yâr eyle
Eşyânın sırrını sen bana söyle
Güzelden de güzel, bana mı öyle?
Tebessüm edince yüzü bambaşka.

Koru benliğimi nâmahrem gibi
Bilgiyi gönlüme sür merhem gibi
Ilgıt ılgıt esen bir meltem gibi
Rûhumu okşayan sözü bambaşka.

Kim demiş bilenin bükülür kolu?
İlimden geçiyor her şeyin yolu
Sevgiyle, şefkatle, sabırla dolu
Anladım ki Onun özü bambaşka…

Hanifi KARA

SÖZ ÖĞRETMENİM

Bir elde tebeşir bir elde silgi
Bizi biz eyleyen siz öğretmenim.
Al kalemi ele, batır hokkana
Kalbimin içine yaz öğretmenim.

Minicik gönlümü ben sana verdim
Sizden ayrı kalmak biricik derdim
Yüzme bilmez iken denize girdim
İmdâdıma yetiş tez öğretmenim!

İlmin çırasını yak kaleminle
Küfrün burçlarını yık kaleminle
Kara, cehli yok et, ak kaleminle
Durma mezârını kaz öğretmenim.

İyiye, güzele başlasın akın
Bize yanlışları öğretme sakın
Anne, baba desem ondan da yakın
Ne söylesem size az öğretmenim.

Silahlar kudursa alevler saçsa
En sağlam kaleler havaya uçsa
Değil ki bir ömür asırlar geçse
Ben sizi unutmam söz öğretmenim…

Hanifi KARA

GÜZEL ÜLKEM; TÜRKİYE’M

Canım fedâ, toprağına, taşına
Güzel ülkem, anayurdum Türkiye’m.
Bu dünyada, rastlamadım eşine
Güzel ülkem, anayurdum Türkiye’m.

Üç taraftan denizlerin kuşatır
Rabb’im seni elvan çeşit döşetir
Dört mevsimi bir arada yaşatır
Güzel ülkem, anayurdum Türkiye’m.

Dağı, taşı kervanlara yol olan
Irmakları kıvrım kıvrım dolanan
Şühedânın kanı ile sulanan
Güzel ülkem, anayurdum Türkiye’m.

Bâzıları kalben seni itse de
Bilir/bilmez, sağa/sola gitse de
Gülistanda kel kargalar ötse de
Güzel ülkem, anayurdum Türkiye’m.

Osmanlıdan bize kalan bir üssün
Gönülde mâkessin, baştaki ussun
Beklide mâzinle yüz yıldır küssün
Güzel ülkem, anayurdum Türkiye’m…

Hanifi KARA

TÖVBE-İ NASUH -III-

Yaptığın günahlardan, tövbe etmek istersen
Önce “terk” ve “pişmanlık”, dönmemek için “azm.”
Gel kendini aldatma, onunda şartları var
Önce “terk” ve “pişmanlık”, dönmemek için “azm.”

Hüsnü zan esas olsun, art niyetli olma art
Adâletten ayrılma, ne tartarsan doğru tart
Tövbe-i Nasuh için, “olmazsa olmaz” üç şart
Önce “terk” ve “pişmanlık”, dönmemek için “azm.”

Nefse uyup dikleşme, başınla yere eğil
Aç kalsan da harama, sakın eyleme meyil
Günah, isyan peş peşe, bu tövbe tövbe değil
Önce “terk” ve “pişmanlık”, dönmemek için “azm.”

Oyuncağı olmuşsan, şeytan kapını itmez
Çoraklaşmışsa gönül, aşkın tohumu bitmez
Günah kalpte dururken, dille yapılan yetmez
Önce “terk” ve “pişmanlık”, dönmemek için “azm.”

İslâm öyle bir dinki, hiçbir hîle kataman
İstersen bir dene gör, çamur dahi ataman
Kendini aldatsan da, Allah’ı aldataman
Önce “terk” ve “pişmanlık”, dönmemek için “azm…”

Hanifi KARA

AAH İSTANBUL!!

Konuştukça rûhumu, ne de güzel okşuyor
Dili ayrı bir şeker, O canım İstanbul’un.
Galata, Dolmabahçe, Üsküdar, Beylerbeyi
Surları beni çeker, O canım İstanbul’un.

Daha da güzelleşir ilkbaharla, hazanla
Bâzen doruğa çıkar, gönül yakan Sûzan’la
Ne de güzel ötüyor seher vakti ezanla
Bülbülü başka şakır, O canım İstanbul’un.

Ona yakışan da bu, artmalıdır artılar
Dünü referans alsın değişmesin tartılar
Yakamozla birlikte raks ederken martılar
Boğazı başka akar, O canım İstanbul’un.

İbretle bak dört yana, n’olur dolaşma seyip
Dikili taşları gör, geçme ne var ki deyip
Topkapı, Sultan Ahmet, Ayasofya ve Eyüp
Her yanı tarih kokar, O canım İstanbul’un.

İlk göreni öyle ki, kendine büyülemiş
Gelmiş, geçmiş şâirler ne şiirler söylemiş
Edâ, cilve, naz, sitem hepsini cem eylemiş
Güzeli başka yakar, O canım İstanbul’un…
O canım İstanbul’un, O canım İstanbul’un…

Hanifi KARA

AĞLAYI AĞLAYI

Hak yoluna her şeyimi
Versem ağlayı ağlayı.
Gönül evi Beytullah’ı
Görsem ağlayı ağlayı.

Koru günahkâr kulunu
Açmadan solan gülünü
Mü’minlerin şu hâlini
Sorsam ağlayı ağlayı.

Sana bağladım özümü
Uyku tutasın gözümü
Karataş’a ben yüzümü
Sürsem ağlayı ağlayı.

Sen yakma bizi nârına
Kavuştur artık nûruna
Edep ile huzuruna
Varsam ağlayı ağlayı.

Şifâ ver Rabb’im yarama
Nasip et Haccı Kara’ma
Tavaf için ben Harâm’a
Girsem ağlayı ağlayı…

Hanifi KARA

ÂLEM SANA MEFTÛN YÂ RESÛLULLAH

Ne de mutlu olur seni yazdıkça
Kalem sana meftûn, yâ Resûlullah.
Geceli/gündüzlü seni metheden
Kelâm sana meftûn, yâ Resûlullah.

Her gün çoğalıyor yâdedip anan
Cânanlar içinde, o başka Cânan
Hicranla tutuşup vuslatla yanan
Sılam sana meftûn, yâ Resûlullah.

Fedâdır yoluna hem varım/yoğum
Seninle çözüldü her tür kör düğüm
Anam, babam, eşim; çorum/çocuğum
Balam sana meftûn, yâ Resûlullah.

Sâyende bizlere yol oldu İslâm
Getirdiğin Kur’an; en güzel îlam
Sözlü bir akittir söylenen kelâm
Selâm sana meftûn, yâ Resûlullah.

Vahyin neşteriyle kalbimi yarsa
Sevgin; yeter/artar dünyayı sarsa
Kâinatta yaratılmış ne varsa
Âlem sana meftûn, yâ Resûlullah…

Hanifi KARA

BERAT KANDİLİ

Dilenme bilmeyen bir dilenciyim
Boş çevirme yâ Rab, kapına geldim!
Affın istemeye yüzüm yoksa da
Boş çevirme yâ Rab, kapına geldim!

Nefis atı serkeşliğe dalsa da
Başka diyarlara beni salsa da
Tövbe vakti biraz geçmiş olsa da
Boş çevirme yâ Rab, kapına geldim!

Kalemle yazılmaz aşkın hecesi
Bu dünyaya kondu; göçtü nicesi
Hâlimi arzettim “Berat Gecesi”
Boş çevirme yâ Rab, kapına geldim!

Ben, beni suçladım kendime çattım
Üşüyen kalbime biraz kor attım
Şu kirli elleri sana uzattım
Boş çevirme yâ Rab, kapına geldim!

Eller gibi düğün, bayram edemem
Kesildi tâkatim nefsi güdemem
Kovsan dâhi başka yere gidemem
Boş çevirme yâ Rab, kapına geldim! ..

Hanifi KARA

KALEMİN ÖNEMİ

Doğru olan kaleme, eğri yazdırma yazar
Kalem eğri yazarsa, millete mezar kazar…

Hanifi KARA