Menüler kısmından ayarlayınız.

D.ALİ ERZİNCANLI ŞİİRLERİ

Uhud

Günlerden cuma…
Uhut’a gelenler var.
Medine yolu toz duman…
Uhut’a gelenler var.
Bir dağılsa da şu hava,
Görsek Medine-i Münevvere’den Uhut’a gelenleri.
Bir görsek Allah Rasulü’nü
Ve eroğlu erleri…
Bakın göründüler işte;
Atının üzerinde evrenin efendisi!
Cihanın gözbebeği!
Uhut’un sevgilisi!
Sağında ve solunda ashab-ı güzin
Önündeyse iki üveyk yürüyor;
Biri Sad bin Muaz,
Diğeri Sad bin Übade.
Allah’ım bu ne edep
Atlarının bile başı yerde…
Bakın şu iki gence!
İkisi de onbeşinde…
Şu kısa boylu olanı Rafi’ bin Hadic!
Parmaklarının ucuna basıyor ki
Boyu uzun görünsün!
İyi ok attığı söylenince
İzin veriyor efendimiz.
Diğer gençse Semüre bin Cündüp…
Ağlayarak peygamberinin yanına gidiyor.
Ya rasulallah! diyor,
Rafi’ye izin verdiniz. Bana niye izin yok?
Ben rafi’yi güreşte yeniyorum.
Efendimiz tebessüm buyuruyorlar.
Ve bu iki ana kuzusuna güreş tutturuyorlar.
Semüre Rafi’yi yenince güreşte,
Fahr-i kainat ona da izin veriyor.
Günlerden cumartesi…
Uhud’a gelenler var.
İşte Ayneyn Tepesi-Okçular Tepesi-
Başlarında Abdullah bin Cübeyr
Sultanı dinliyorlar.
Düşmanı yendiğimzi görsenizde
Size haber vermedikçe, adam göndermedikçe
Yerlerinizden ASLA ayrılmayın!
Kuşların cesetlerimizi kapıştıklarını görseniz dahi
Ben size adam göndermedikçe
Yerlerinizden asla ayrılmayın!
İki ordu da hazır…
İki ordu da harp nizamında…
Ve Uhud’un kalp atışları dışında yeryüzü nefes bile almıyor!
Sessizliği bozan Kureyş’in Sancaktarı’dır.
Söylediği her söz küfür kokulu…
Benimle çarpışmaya er meydanına kim çıkar!
Bu bir meydan okumadır.
Cevapsa bir çift ayak sesi…
Gözler Uhud toprağında yürüyen bu ayaklarda…
Kime ait bu adımlar ki bastığı toprak ‘ALLAH’ diyor!
Ve Esedullah namıyla Hz. Ali(R.A.) yürüyor.
Birkaç saniye, bir tek hamle…
ALLAH’ın(C.C.) Arslanı dimdik ayakta
Kureyş’in sancağı ise yerde…
Ardından bir başkası yükseltiyor sancağı
Ama bilmiyor ki bu defa kim var Uhud meydanında
Gökyüzünde yıldırımlar
Yeryüzünde Hamza var.
Asıl şimdi başladı Uhud’un türküsü.
Tam üç katı düşmanla Peygamber(A.S.M) ordusu
Göz göze ve diş dişe.
Uhud’da yiğitler var.
İşte: Ebu Lücane…
Kılıcın üzerinde bir yazı
Korkaklıkta ar
İlerlemekte şeref var!
İşte: Musab bin Umeyr…
Zırhını giyinince
Nasılda Peygamber’e(A.S.M.) benziyor.
Ve döne döne savaşan Hz. Hamza…
Ben Allah’ın(C.C.) Arslanı’yım diyor!
Ebu Katade’ye bakın.
Bakın bir ok fırlıyor müşrik yayından
Bir havayı yara yara geliyor.
Hedefte Rasulullah(A.S.M.) var.
İşte: Ebu Katade…
Okun Fahr-i Kainat’a(A.S.M) doğru gittiğini görünce
ALLAH’ı(C.C.) andı önce
Ve uzattı başını!
Ok Katade’nin gözüne saplandı.
Uhud’da yiğitler var…
Şirk ordusunu bozguna uğratan…
Ömer bin Hattab’a bakın
Gözleri çakmak çakmak…
Ama telaş var yüzünde Hz. Ömer’in(R.A.)
Bu ne hal ey Ömer…
Düşman hüsran yaşarken
Zafer kaznılmışken
Bu ne hal ey koca Ömer!
Niçin okçular tepesine bakıyorsun?
Neler oluyor orda?
Niye iniyor okçular Ayneyn Tepesi’nden?
Allah Rasulü(A.S.M) haber vermeden niye iniyorlar?
Ey Abdullah bin Cübeyr!
Durdursana okçuları!
Durun, Allah(C.C.) aşkına durun!
Arkanızdan düşman geliyor, inmeyin yerinizden.
Sahabe sendeliyor inmeyin yerinizden.
Kainat yalvarıyor inmeyin!
Sultanlar Sultanı’nı(A.S.M) incitecekler, inmeyin!

Peygamber(A.S.M) ordusu iki ateş arasında…
Efendimizin(A.S.M) etrafında on beş sahabe…
Bakın, mübarek elleri Rasulullah’ın(A.S.M.)
Yüzüne kapanıyor!
Kainatın affı için semaya kalkan eller
Şimdi kan içinde!
Yetiş Ey Ebu Ubeyde!
Nur saçan yüz kan içinde!

Zaman donuyor sanki,
Ve dudaklarının arasından birşey düşüyor.
Kıpkırmızı bir yakut gibi
Peygamberin(A.S.M.) mübarek dişi!
Uhud Dağı’nı bir titreme alıyor.
Zaman donuyor sanki,
Ve gökler yırtılıyor!
Uhud Dağı’nı bir titreme alıyor!
Kimse Uhud’a ilişmesin.
Çünkü bir ses geliyor altı yerden!
Muhammed’in(A.S.M.) dişi yere düşmesin!
Ve Cibril-i Emin yaratıldığı günden beri,
En hızlı inişiyle iniyor!
Çünkü altı yönden bir ses geliyor!
Yere düşmesin Muhammed’in(A.S.M.) dişi!

Kara bulutlar çöktü Uhud’a!
Bir ses ortalığı velveleye verdi:
Muhammed(A.S.M.) öldürüldü!
Muhammed(A.S.M.) öldürüldü!
‘Eğer O(A.S.M.) öldürüldüyse ben niye yaşıyorum! ‘
Diyen Enes bin Nad atıdı küfrün alevleri arasına!
Artık yaşlı gözler Sevgili’yi(A.S.M.) arıyor.
Kab bin Malik Hz. sesi duyuldu:
‘Rasuluh(A.S.M) yaşıyor,
Allah(C.C.) ‘ın Rasulü(A.S.M.) yaşıyor,
Onu(A.S.M.) miğferinin arasından ışıl ışıl parlayan gözlerinden tanıdım.
Habibullah(A.S.M.) yaşıyor.
Onu(A.S.M.) şefkat dolu gözlerinden tanıdım.’

Ashab-ı Güzin’in sevincine bir bakın!
Uhud’un sevincine bir bakın!
Hz.Hamza duydu ya bu yeter!
Rasulullah(A.S.M.) yaşıyor ya bu yeter!
Yine daldı Hamza Kureyş’in dalgalarına!
Ama savaşırken bir ara sendeledi Hamza.
Ve boşlukta bir mızrak belirdi.
Ey Hamza! Uhud’u her anışımızda kaç mü’min girmek ister mızrakla senin arana?
Kaç mü’min keşke ben öleydim, keşke mızrak benim sineme saplansaydı der?
Ama Şehidlerin Seyyidi sensin!
Şehidlerin Efendisi sensin!
Uhud’da şehidler var…
Şehidlerin Seyyidi Hamza var Uhud’da!
Rasul-i Zişan’ın(A.S.M.) gözlerinden boşalan yaş,
Hamza’yı yıkar gibiydi!
Fahr-i Kainat(A.S.M.) hiç bu kadar elem duymamıştı!
Hiç bu kadar üzülmemişti!
Ve amcasına hiç böyle seslenmemişti:
‘Ey Rasulullah’ın(A.S.M) amcası Hamza;
Ey Allah(C.C.) ‘ın ve Rasulü’nün(A.S.M) Arslanı Hamza;
Ey hayırlar işleyen Hamza;
Ey Rasulullah’a(A.S.M) koruyucu olan Hamza;
Allah(C.C.) sana rahmet etsin!
Eğer senden sonra yas tutmak gerekseydi;
Sevinmeyi bırakıp sana yas tutardım! ‘
Ve bir ayet yankılanıyor Ahzab dağında:
(Bismillahirrahmanirrahim-Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla!)
‘Mü’minlerden öyle yiğitler vardır ki,
Onlar Allah(C.C.) ‘a verdikleri sözde sadakat gösterdiler.
Onlardan bazıları şehid oluncaya kadar
çarpışacağına dair yaptığı adağını yerine getirdi.
Kimisi de şehid olmayı bekliyor.
Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler.’

Dursun Ali Erzincanlı

Tercih senin

Yurdum senin dağlarında, dağlarında hatıram var
Senden bana, benden sana aramızda bir sitem var
Elleri aldın koynuna, beni bıraktın
Bir ben kaldım, bir ben kaldım sürgünlerde…

Ben sana dağlarımın kokusuyla gelmiştim
Ben seni dağlarımın kokusuyla sevmiştim
Bırakıp gitmemeyi, terketmemeyi, beklemeyi
Öğrendiğim dağlarımın kokusuyla…
Sen büyük şehrin insanıydın
Hayatın büyüktü, hayallerin büyüktü
Büyük ve süslü sözler duymak istiyordun
Büyük ve süslü sözler söylemeliydim sana
Seni kaybetmemek için…
Seni kaybetmemek için geçmişimi gizlemeliydim
Duymak istediklerini söylemeliydim sana
Duymanı istediklerimi değil…
Yüreğinde şekillendirdiğin insanı oynamalıydım sana
Kendimi değil…
Sen şirin bir kanarya sevmek istedin
Oysa şahini tanıdım dağlarda
Şahinle yaşadım, şehince yaşadım
Ama kanaryayı oynamalıydım sana
Seni kaybetmemek için…
Sen kanarya taklidinden hep nefret ettin
Sen şahini hiç tanımadın…
Bunları sana anltamazdım şehir gülü
Çünkü sen büyük şehrin insanıydın
Büyük sözler duymalıydın…

Ben sana dağlarımın kokusuyla gelmiştim
Ben seni dağlarımın kokusuyla sevmiştim…
Yüreğimde bir çobanın suskunluğu, suskunluğu var
Yüreğimde bir çobanın suskunluğu, suskunluğu var…

Dağlarımı sev
Dağlarımı sev
Dağlarımı sev
Yalvarırım sev…

Hatırlarsın bir kelime oyunumuz vardı
Sen kelimeyi söylerdin, bense tarif ederdim
‘Heyecan’ demiştin, mevsim ilkbahardı
Bense gözlerine bakıp ‘heyecan’ı tarif etmiştim sana
‘İsmini duyunca kalbimdeki çarpıntı’ demiştim
Bu doğruydu şehir gülü,
Ama dilimin ucuna kadar gelip
Dudaklarımı zorlayan, fakat kelimelere dönüşemeyen,
İçime hapsettiğim tariflerim vardı…
Bizim eve büyük şehirden misafir gelince
Herkes en güzel elbisesini giyerdi
Biz çocuklar kapının yanıbaşında dizüstü çöküp
Hayranlıkla onları seyrederdik…
Ben heyecanı babamın alnında biriken teriyle
Bardağa uzanan elinin titremesiyle tanıdım
Annemin kendi yöresine ait konuşma şeklinden utandığı
Ama onlar gibi de konuşamadığı için
Suskunluğu tercih edişiyle tanıdım…
Bunları sana yine anlatamazdım şehir gülü…

Kaç gecedir dağları görüyorum rüyamda
Kaç gecedir babamı görüyorum..
Şimdi tercih senin şehir gülü
İster kanaryayı sev, ister şahini
Ama şahini seveceksen önce dağlarını sev, dağlarını sev…

Ben sana dağlarımın kokusuyla gelmiştim
Ben seni dağlarımın kokusuyla sevmiştim
Yüreğimde bir çobanın suskunluğu, suskunluğu var
Yüreğimde bir çobanın suskunluğu, suskunluğu var…

Dağlarımı sev
Dağlarımı sev
Dağlarımı sev
Yalvarırım sev…

Dursun Ali Erzincanlı

Sözün Acıydı

Sözün acıydı, yolun dolambaçlı…
Yedi uzun yıl geçerek
Yedi yıl dolaştın durdun…

İçimden bir his şöyle diyor:
Ayrıl arkadaşlarından istasyonda
Sabahleyin git kente
İliklenmiş ceketinle
Bir dam ara
Ve bir arkadaşın çalarsa kapını
Aç! Haaa…Açma…
Yine de ört hislerini

Rastlarsan ana babana
İstanbul’da ya da başka bir yerde
Yürü git yabancı gibi
Yok ol köşede
Tanıma!
Sana armağanları olan şapkayla gizle yüzünü
Göster! Aaah! Gösterme, gösterme yüzünü
Yine de gizle, ört hislerini

İşte burada ye şu eti, çekinme
Git rastgele bir eve yağmur yağınca
Otur bir sandalyeye
Ama çok kalma
Şapkanı da unutma
Söylüyorum sana
Ört hislerini

Ne söylediysen bir daha söyleme
Düşüncelerini bir başkasında bulursan tanıma
Kimseye imzanı ya da resmini vermemişsen
Kimsenin yanında bullunmamış ve kimseyle konuşmamışsan
Nasıl yakalayabişlirler seni
Ört hislerini…

Dikkat! Ölümü düşündüğünde
Mezar taşın olmasın yattığın yeri belirten
Üzerinde bir yazıyla seni eleveren
Ölüm tarihiyle seni açığa çıkaran
Bir kez daha, son bir kez daha
Ört hislerini…

Sevdiğim söylüyor bensiz olamayacağını
Bu yüzden kendime dikkat ediyorum
Yolda yürürken önüme bakıyorum
Ve korkuyorum her yağmur damlasından
Sanki beni ezeceklermiş gibi…

Sen yine de bana bakma
Ne giydiğini yaz bana
Sıcak tutuyor mu?
Uyuduğun yeri yaz bana
Yumuşak mı?
Nasıl göründüğünü yaz bana
Yüzün aynı mı?
Sorulardır sana bütün verebildiğim
Ve gelen yanıtları kabullenmeliyim
Yorgunsan uzatamam elimi
Ya da açsan besleyemem
Sanki bu dünyada hiç yokmuşum
Unutmuşum gibi seni…

Sözün acıydı, yolun dolambaçlı…
Yedi uzun yıl geçerek
Yedi yıl dolaştın durdun…

Dursun Ali Erzincanlı

Bu Bahar Sana

Ey Gül, ey Gonca-i Nûr, meftun yaprak, hâr sana.
Sensin gönüller Mâhı, bu yaz, bu bahar Sana!

Mûcize saltanatın taşları ayna yapar,
Her ırmak ve her deniz, her leyl-ü nehar Sana! …

Senin Zâti Akdesin âlemlere rahmettir,
Cibrîl vefalı yoldaş, Yüce Allah Yâr Sana! …

Bu nice iştiyaktır, ey en güzel Sevgili?
Asırlardır koşuyor, genç ve ihtiyar Sana! …

Nazarın kalbe şifâ, sözün hikmet incisi,
Hangi dertli kavuşsa, olur bahtiyar sana!

Misk kervanı kapında karar kılmıştır Senin,
Nebîlerin diliyle, hep övgüler var Sana! …

Ay, güneş, zühre, ülker, nûruna pervanedir.
Âlemde olmak ister, âşıklar civar Sana! …

Senin yolun hep açık, gidişin Allah’adır,
Dağlar ateş kesilse olamaz duvar Sana!

Güzelliğin âlemde misli bulunmaz inci,
Ey Gül, hasret çekmede Cennet, o bulvar Sana!

Dedin ki: ‘Şükreden kul olmak istemem mi ben? ‘
Rabbin ihsan buyurdu: Hurma, üzüm, nar Sana!

Her mûcizen parmakla gösterilmede Senin,
Çağlatmak öyle kolay, çöllerde pınar Sana!

Hicranın bir kütüğü dertle bîkarar etti,
Hep özlem duymadadır, selvi ve çınar Sana!

Cennetin çiçekleri Senin kokunu taşır,
Benzemeye çalışır, beyazlıkta kar Sana!

Güneş güzel yüzünden parlaklık aldı ey Gül,
Acep hayran olmadan, hangi göz bakar Sana?

Aşkının esiridir, ne çöl, ne de dağ tanır;
Bu sevdalı gönüller, su gibi akar Sana!

Varlık bahçesi Senin nurundan yaratıldı,
Hep medyun, hep minnettar, her can, her nigâr Sana!

Tebessümün ayların; zührenin sevincidir,
Nice hasret çekmede, bu bülbül-i zâr Sana!

Güllerin efendisi olmak kolay değildir,
Gıpta etmede ey Gül, binlerce gül-zâr Sana!

Yusuf, Senin dalında çiy tanesidir sanki,
Dîvâne kesilir göz etse, bir nazar Sana!

Fazlının eteğine akıllar erişemez,
Eli kalem tutanlar övgüler yazar Sana!

Hâk-i pâyine sürsem bir kerecik yüzümü,
Bende olan sermaye; hasret, intizâr Sana!

Dursun Ali ERZİNCANLI – Bu Bahar Sana