Menüler kısmından ayarlayınız.

Cahit KOYTAK

29 Ocak 1949 yılında, Erzurum’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini aynı şehirde gördü. Yüksek öğrenimini İstanbul Teknik Üniversitesi Kimya Fakültesinde tamamladı ve bu fakülteden 1974 yılında kimya yüksek mühendisi olarak mezun oldu. Kısa bir süre mühendislik, sonra uzun yıllar serbest ticaret yaptı. 1994 yılından itibaren 15 yıl bir özel TV kuruluşunda, sinema yayınını yönetti.

Yazı hayatı, yirmi iki yaşında Sezai Karakoç’un Diriliş Dergisi’nde yayınlanan ilk şiirleriyle başladı. Sonraları şiirlerini Kelime, Yöneliş, Yedi İklim, Kayıtlar, Gergedan, Defter, Kaşgar, Hece, Yansıma, Le Poete Travaille, Kitaplık, Kırklar, Merdiven Şiir, Anlayış, BirNokta, Yeniyazı vb. dergilerde yayınladı.

1 Haziran 2009 gününden bu yana Taraf gazetesinde haftada bir (Pazartesi günleri) “Yoksullar ve Siviller İçin Tezler” başlığı altında şiir yayınlamaktadır.

2009 yılında, Pınar Yayınları’ndan “Gazze Risalesi” isimli şiir kitabı, 2010 yılında, Timaş Yayınları’ndan, 3 cilt halinde, toplam 1100 sayfayı aşan, “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı” isimli şiir kitabı, Ocak 2011 de yine Timaş Yayınları’ndan ilk kitabı “İlk Atlas”ın genişletilmiş baskısı çıktı. 2011 yılı içinde yine Timaş Yayınları’nda, şairin, “Yeni Başlayanlar İçin Metafizik”, 2012 yılında “Cazın Irmakları” isimli şiir kitaplarını yayınlanmıştır.

Şairliğinin yanı sıra, Koytak aynı zamanda usta bir çevirmen olarak karşımıza çıkıyor. İngilizce ve Fransızca’dan önemli çevirileri bulunan Koytak, 1988’de Türkiye Yazarlar Birliği tarafından yılın mütercimi seçildi. Frantz Fanon’un Siyah Deri Beyaz Maskesi adlı kitabını Cahit Koytak dilimize çevirmiştir. Fanon çevirisinden daha önemli bir çalışması ise Ahmet Ertürk ile birlikte hazırladığı Muhammed Esed’in The Message Of The Qur’ân’ıdır. On yıla yakın sürmüştür bu kitabın çevirisi.

Cahit Koytak son derece mütevazi bir kişiliğe sahiptir. Hayatı boyunca böbürlenme, ego ve kibir Koytak’ta görülmeyen niteliklerdir. Koytak’ın bu mütevazi kişiliği eserlerine de yansımıştır. Yaşamı boyunca hep şiir yazmasına rağmen, şiirlerini yayınlamak için kimseden ricacı olmamış ve şiirlerini yayınlayacak kaliteli bir yayınevi bulana kadar yazmaktan vazgeçmemiştir.

Eserleri

İlk Atlas (1990)
Gazze Risalesi (2009)
Yoksulların ve Şairlerin Kitabı (2010)
İlk Atlas (2011)

Ben Yokum, Beni Karıştırmayın

Odalar dolusu kitap, bunca basılı kâğıt…
Akıl ve selüloz karışımı
Hamurdan yoğrulmuş kafalarınız;
Mezarlarınıza kapanmış vıdı vıdı konuşuyorsunuz,
Vıdı vıdı vıdı vıdı vıdı
Kurtların, böceklerin çeneleriyle;

Melekler perçeminizden tutuncaya kadar da
Konuşacaksınız…

Ben yokum, beni karıştırmayın;
Kulaklarımı balçıkla sıvadım ben,
Kafamın çatlaklarını, kalbimin deliklerini de
Dualarınıza, âminlerinize…

Vıdı vıdı vıdı vıdı vıdı vıdı…
Bunca sözü nereden buluyorsunuz?
Ne kadar çok şey istiyorsunuz,
Ne kadar çok şey biliyorsunuz,
Mezar taşlarından çok, efendiler,
Kitabelerden çok.

Yeter, ama yeter,
Ölüler için de, diriler için de!
Susun artık, susun, siz kitaplardakiler,
Siz sahnedekiler, siz içimdekiler!

Ayıp ama, bakın, Tanrı konuşmak için
Sizin susmanızı bekliyor.

Cahit Koytak

Harranlı Müneccim

sonunda yağmur yağacak,
hem öyle bir yağmur ki
yapılmayan işlerin,
ödenmeyen borçların,
tutulmayan sözlerin
mazereti olacak .
ve kefareti, uğruna bir tazenin
kalkıp yollara düşmeyi
ve kaderle güreşmeyi bu yaşta
göze alamamanın…
öyle bir yağmur ki, aylarca
belki yıllarca yağacak;
senatoyu su basacak,
sarayı, kiliseyi …
ve patriğin külahını
snodun çamurlu tortuları üstünde
yüzdürecek kadar
yükselecek sular;
yağlı takkelerini yüzdürecek kadar
çerçöple birlikte,
kavgayı kızıştıran ruhanilerin;
ve takma başı üstündeki
takma perçemini
biçare imparatorun.
elmas sertliğinde yağacak,
sabır inceliğinde…
ve yasaları eritecek yağmur,
töreleri – o yıkılmaz sanılan
kaleleri, kurumları falan…
yer gibi sağlam, gök gibi her yerde
diyerek şanını yücelttikleri
ama kanını emdikleri,
kökünü kemirdikleri
köhne devleti…
öyle bir yağmur ki…
allakbullak edecek piyasaları,
dinleri, sanatları, ülküleri;
maskaraların suratlarına sürdükleri
boyalı pudra gibi eritip akıtacak,
pudra şekeri gibi…
dilleri, üslupları, retorikleri.
ve siz ey, süslü seremonilerin,
sadakat gösterilerinin,
ödüllerin, nişanların altında
yamalı ciğerlerini,
tahta cambaz bacaklarını
gizlemeye çalışan
yeteneksiz saray şairleri!
o yağmur yağınca,
o büyük yağmur,
teranelerinize can katmak için
cıvıltılarına kulak kabarttığınız,
tahsisat-ı mestureden ödenekli
ilham perileriniz,
ilham fareleriniz
yuvalarından dışarı vuracak,
halkın yatağının, yastığının altından,
gardıroplarından fahişelerin,
akla gelen her kuburdan,
hatta ayak yollarından muhaliflerin;
hem de leşlerinin kuyrukları
sizin burunlarınıza
dolanmış olarak!
o yağmur yağınca,
o büyük yağmur,
kemerli, revnaklı hayalhanelerinde
arp çalan, neşide söyleyen,
iskambil falı açan
ve tatlı ürpermeleri içinde
ölümlü ihsasların
aşk oyunlarıyla oyalanan
zarif ruhlarını çürütecek rutubet
ve rakik vicdanlarını
suskun entelektüellerin.
ve yıkayacak o büyük yağmur,
silip temizleyecek
noktasına, virgülüne kadar,
halkın belleğine balçıkla sıvadıkları
bulanık satırlarını,
görece lekelerini şöhretimin;
o göçebe serazen güzeliyle yaşanan
küçük, masum macerayla ilgili…
bunları ben söylüyorum;
en uzak yıldızlara,
ziclere, atlaslara bakarak…
ben, El Harizmi’nin gözde tilmizi,
-öyle olduğu için de
Bağdat’ta tutunamayan,
Roma’da anlaşılmayan,
ve Bizans’ta, elli yaşında
tam yıldızı parlayacakken
adı ikon kırıcıya
ve kart hovardaya çıkartılan-
ben, yıldızbilimci, şair,
Harranlı Leon:
ben, matematikçi, mimar, ressam;
rum ateşinin mucidi;
hendesede hace-i hacegân;
yedi dilde konuşan,
üçünde yazan-bozan;
gizli ilimlerde,
bahusus maraz-ı kalpte
ve inkisar-ı aşk ve muhabbette uzman;
diline hâzık hekim,
eline mahir cerrah;
tarid-i cin ve sihir,
ilahiri ilahiri ilahir…

Cahit Koytak

Kekeme

ah, ölmek mi, öğrenmek mi,
ebediyen susarak, konuşmayı seninle;
otların, rüzgarların,
taşların ve yağmurların her telde,
her makamda falsosuz,
gürül gürül konuştukları dili?…

susmak…susarak unutturmak
boşboğaz sözcüklere,
kekeme mabeyncilere,
gündelik ayinlerin,
aklın öğrettiklerini.

ve şeylere geri vermek,
şeylere…aynalara, yüzlere
bütün bildiklerimizi.

Cahit Koytak

Sol Elle Yazılanlar

kuyu dolana kadar, dolup taşana kadar bekle,

yeni bir şey yazma, yazmaya çalışma.
daha önce yazdıklarına bakabilirsin,
onların saçlarını tarayabilirsin,
tüylerini yakabilir, yüzlerine bir kat boya
bir kat hüzün daha atabilirsin;

yeni kuyular açma, bu kuyu işini görür;
huş ağacının altında otur
cinlerinin başını okşa, bitlerini ayıkla.
senden de, babandan da yaşlı,
senden de babandan da bizanslı
kargalarla konuş;
süleyman’ın neşidelerini meşk et onlardan.

yalnızlığına kendini ekip çöle çevirme onu,
son çare, tanrıyı ek, onun boncuklu kelimelerini,
göğün ve cazın ırmaklarını geçir içinden

bağa bahçeye çevir onu komşular için,
yolcular için, yoksullar için,
ağaçlarını buda, çitlerini onar,
ama kapısını sök at yalnızlığının.

bol bol uyu kıyısında şu ırmağın, bu ırmağın,
hangisi alıp götürüyorsa rüyalara seni;
ne yap yap rüya gör, bol bol rüya;
rüyalarında yitir kendini.
rüya göremiyorsan, otur şu ağacın
ya da bu ağacın altında, rüya tasarla
hangisinin kökleri göğe uzanıyorsa.

yine de daralırsa için,
yine de sığmazsa kafan evlere, kafelere,
kuyunu sırtına vur kırlara açıl,
dağlara tırman;

yürürken kitap okuma ama,
bir meleğe çarparsın sonra,
bir ağaca, bir taşa,
bir başka ‘yürürken kitap okuyan adam’a,
kurt kuş güler sonra sana
ve okuyup okuyup gülmelerine,
ağlamalarına,

dağa taşa yazı yazmayı bırak,
göğe kuyu kazmayı bırak,
kendi kendine konuşmayı da;
son çare Tanrıyla konuş,
Tanrının rüzgârlara, yağmurlara
ve yalnızlara öğrettiği kelimelerle.

Cahit Koytak

Münzevinin Aynaları

Ya olmasaydın, Tanrım,
Ya olmasaydın!
İnsanların en hakiri olduğumu düşünüp de
Ruhumu oruçlarla, erdemlerle
Kırbaçladığımda
Bakışlarımdaki kibri aynada
Yakaladığım zaman
Utançtan yüzümü avuçlarımla
Kime kapardım, Tanrım?

Ya olmasaydın!
İnsanların en kibirlisi olduğumu düşünüp de
Onurları kırılmışların önünde
Yere kapandığımda
Varlığım bu küçümen tanrıların ayaklarıyla
Bir kenara itildiği zaman
Yakınmalarımı, sitemlerimi
Kime yapardım, Tanrım?

Ya olmasaydın!
Harami ininde mürüvvet,
Köle pazarında paye dağıtılırken
”Bir kenarda kalma’yı marifet,
Ve unutulmayı marifet bilerek
Beyliği sultanların katında
Aramaya çıkıpta sonra
Yarı yoldan dönmeyi başardığım zaman
Sürurumu kime gösterip, kime
Kurum satardım, Tanrım?

Ya olmasaydın!
Sürurla dolup taştığım anlar
Dağları, sır yüklü develer gibi,
Yerinden oynatabileceğimi,
Yürütebileceğimi
Düşünüp coştuğum ve naralarımla
Yalnızca fareleri ürkütüp,
Vaşakları, dağ keçilerini…
Sonunda uyuyan aslanı
Uyandırdığım zaman
Hercai gönlümü can tasasıyla
Kimin yılkısına
Katardım, Tanrım?

Ya olmasaydın, Tanrım,
Ya olmasaydın!
Yürüdüğüm yollar tükendiğinde
Dostlar yabancıya,
Sıla gurbete benzediğinde…
Kırbamda su, heybemde azık
Ve türkülerimde…
Türkülerimde söz bittiğinde;

İnsanın kıt
Gecenin yıldızsız
İfritlerinse, daim peşimde
(Hem uyanıkken hem de düşümde)
Olduğu zaman,
Kimin kapısını omuzlayarak
Hoyratça açar da, kimin
Aynalarını parçalayarak
Canımı içeri atardım, Tanrım,
Sen olmasaydın?

Cahit Koytak

Futbol Oynayan Çocuklar

Yağmurlu bir gün
Dışarda futbol oynuyor çocuklar
Uykularından balçık akıyor
Umulmadık goller peşinde hepsi

Ve yağmur yutuyor bütün golleri

Yağmurlu bir gün
Dışarda futbol oynuyor çocuklar
Karanlık sofralarda morfin alıyor anneleri
Ah bilseler olup biteni

Ve yağmur yutuyor bütün golleri

Yağmurlu bir gün
Dışarda futbol oynuyor çocuklar
Gülleler taşıyorlar ayaklarında
Hırsından ağlıyor kimileri

Ve yağmur yutuyor bütün golleri

Yağmurlu bir gün
Dışarda futbol oynuyor çocuklar
Top yukardayken uyukluyor
Tempo o kadar ağır
Ve çekilmez ki
Hakem düdüğüyle durmadan
Oyuna çağırıyor düşenleri
Ve yardıma melekleri

Ve yağmur yutuyor bütün golleri

Yağmurlu bir gün
Dışarda futbol oynuyor çocuklar
Azgın kamçısıyla sonbahar
Dövüyor akasyaları iğdeleri

Gövdeleri boşluğa savuruyor oyun

Ve çocuklar kaynayan toprağı tırmalıyor
Kararan göğü
Gözümüzdeki kalın perdeleri…

Ve yağmur yutuyor bütün golleri
1978

Cahit Koytak