Menüler kısmından ayarlayınız.

Cengiz NUMANOĞLU Şiirleri

ESMAÜL HÜSNA

Yakuttan, zümrütten medet boşuna,
Hepsi bir gün döner, çakıl taşına.

O’nun birinci ismi, isimler sultânıdır,
Her ânın, her mekânın, her cânın cânânıdır,
Kur’ân’da ilk âyetin başlangıç kelâmıdır,
Her zerre ”ALLAH” diye, O’nu söyler durmadan…

Vârettiği herşeyi, ayırdetmeden gören,
Herşeye adâletle, hayır ve rahmet veren,
Her mahlûkâ acıyan ve çâreler gönderen,
Sonsuz merhametiyle, âleme RAHMÂN dır O.

Dünya nîmetlerini, hayra kullananlara,
Her lokmada haramı, helâli soranlara,
Âhiret mekânını, dünyada kuranlara,
Sonsuz bağışlarını, lûtfeden RAHÎM dir O.

Kâinat sarayında, mîmârî ve san’atın,
Sonsuzlara hükmeden, o yüce saltanatın,
İçgüdüyle çırpınan, küçücük bir kanadın,
Herşeyin sahibidir, mülkün MELÎK idir O.

Her türlü şekillerden, lezzet ve kokulardan,
Kirden, pastan, lekeden, tasa ve korkulardan,
Molekülden, atomdan, hücre ve dokulardan,
Herşeyden münezzehtir, uzaktır KUDDÛS dür O.

Kim ki, aşk ile girer, Hâk yolunda gayrete,
Selâm yağmuru iner, dünya ve âhirete,
Dilediği her kulu, çıkarır selâmete,
Dert ve belâdan uzak, en yüce SELÂM dır O.

Îmânın nûrlarını, gönüllere indiren,
İmânın merhemiyle, acıları dindiren,
Şer doğuran şeytanı, hükmü ile sindiren,
Her kulunu koruyan, en büyük MÜ’MİN dir O.

Kulun mükâfâtını, asla ihmâl etmeyen,
O zengin hazinesi, vermekle hiç bitmeyen,
Kazanılmış sevabı, zerrece eksiltmeyen,
Tartıda ve hesapta, şaşmaz MÜHEYMİN dir O.

Başka bir kuvvet yoktur, O’na karşı gelecek,
O’nun var ettiğinin, zerresini silecek,
Gel gör ki, Âlemleri, bir anda yok edecek,
Sonsuz gücün sahibi, gâlibi AZÎZ dir O.

Noksanları gideren, kırılmışı onaran,
Eşsiz irâdesiyle, ilâhi sistem kuran,
Zâlim ve müşriklere, cebriyle karşı duran,
Dilediği herşeyi, yaptıran CEBBÂR dır O.

Nice tahtlar son buldu, nicesi son bulacak,
Kimde kaldı o mühür, kimde kaldı o sancak?
Büyüklük ve yücelik, O’na yakışır ancak,
Şüphesiz ve ortaksız, EL MÜTEKEBBİR dir O.

Ne melek vardı, O varken, ne insan, ne de Âdem,
Ne bir sevap, ne günah, ne defter, ne de kalem,
Herşeyi vâretmeye, yetişti, o bir kelâm,
Hiç yoktan, ”OL” deyip de, yaratan HÂLIK tır O.

İnsanın, eni boyu, ne kum, ne dağ kadardır,
Bütün uzuvlarında, gör ki, orantı vardır,
Karıncanın yuvası, file göre çok dardır,
Her şeyde, denge kuran, tarifsiz BÂRÎ dir O.

Ne kadar benzese de, insanlar birbirine,
Çizgi, ayrı çizilmiş, o parmak izlerine,
Benzemez kaderleri, hiçbirinin birine,
Her şeyi, ayrı kılan, ulu MUSAVVİR dir O.

Acep, günahsız bir kul, var mıdır yer yüzünde,
Kim, duyar, hissederse, o günahı özünde,
O’na tövbe edip de, durur ise sözünde,
Şüphesiz ki, kulunu, affeden ĞAFFÂR dır O.

Zulûm, yalan ve şirkle, yoğrulan her bedeni,
Sabır yolundan dönüp, O’na isyan edeni,
Varlığını reddedip, küfre kadar gideni,
Binbir azâp içinde, kahreden KAHHÂR dır O.

Câhile nice bilgi, hastaya şifâ veren,
Hâcetler kapısına, bol bağışlar gönderen,
Bunca dünya malını, kullarına hak gören,
Nîmetler hîbe eden, hudutsuz VEHHÂB dır O.

Rızık denince akla, yalnız, ekmek aş gelir,
Oysa, öyle çoktur ki, sayısın Allah bilir,
Ruhların rızıkları, gönüllere ekilir,
Gönül çorak değilse, bire, bin REZZÂK tır O.

Kavrulan yüreklere, îmân selleri salan,
En büyük elemlere, dertlere çâre olan,
Zorlukları kaldırıp, ilimleri hür kılan,
Hükmüyle Âlemleri fetheden FETTÂH tır O.

Zaman içinde bütün, olmuş ve olacaklar,
O’nun bilgisindedir, her şey sonsuza kadar,
Yanlışsız ve noksansız, ilim, ancak O’nda var,
Her şeyi, iyi bilen yanılmaz ALÎM dir O.

Dilediği zengini, fakir kılar bir anda.
Fakire servet verir, saray gibi mekânda,
Verince şükür arar, alınca sabr insanda,
Hem veren, hem de alan KÂBID ve BÂSIT tır O.

Âsî ve zorbaları, tahtlarından indiren,
Hoşnut kaldığı kula, şan, şeref, makâm veren,
Ve bunları açıkça, Kur’ân’ında bildiren,
Alçaltan ve yükselten HÂFID ve RÂFİ dir O.

Gerçek servet odur ki; onur, vakar, haysiyet,
Bunları, elde tutmak, insana has meziyyet.
Cezâ ve mükâfata, ölçüdür önce niyet,
İzzet ve zillet veren; MUİZZ ve MÜZİLL dir O.

Gönüldeki sözleri, dinleyip işitendir,
O, bütün gönüllere, ortaksız hükmedendir,
Bütün bu, mû’cizeler, O’nun hikmetindendir,
Her sesi, her lâhzada, işiten SEMÎ dir O.

Çelikten duvar örsen, şu dünya mekânında,
Ne kadar gizlensen de, O her zaman yanında,
Bil ki, yalnız değilsin, ömrünün her ânında,
Herşeyi, açık seçik görendir, BASÎR dır O.

O, nice hükümdarlar, padişahlar yargılar,
O’nun mahkemesinde, çok tez biter sorgular,
Bütün kararlarında, hükmünü doğru kılar,
Üstünde makâm yoktur, en ulu HAKEM dir O.

Kıldan ince, kılıçtan keskindir adâleti,
Men etti, haksızlığı, işkenceyi, zûlmeti,
Bu yüzden, kul hakkının, cehennemdir diyeti,
Adâletin zirvesi, en yücesi ADL dır O.

Yemyeşil ağaçlarda, meyve yüklü dalları,
Kozalarda ipeği, peteklerde balları,
Nice yalçın dağların, arasında yolları,
Sayısız nimetleri lûtfeden LÂTÎF tir O.

Bir atom zerresinin, durmadan dönüşünden,
Sayısız yıldızların, parlayıp sönüşünden,
Dünyada her canlının, doğuş ve ölüşünden,
Olup biten her şeyden, haberdâr HABÎR dir O.

Cezada tez değildir, bilir misin bu niye ?
Zaman tanır kuluna, günahtan dönsün diye,
Bu dünyadaki sınav, ölümle bitesiye,
Tövbeye fırsat veren, bekleyen HALÎM dir O.

O’nun gücü, Âlemi, fırıl fırıl döndürür,
O’nun nûr’u , güneşi, yıldızları söndürür,
O’nun emri, yedi kat, göğü yere indirir,
Azameti, ölçüye sığmayan AZÎM dir O.

O, bütün kullarının kusurlarını saklar,
En büyük günahları, bir anda siler paklar,
Yeter ki, kullarınca, çiğnenmesin yasaklar,
Cennetleri bu yüzden, vâreden ĞAFÛR dur O.

O’ndan gelen her şerre, sabırla karşı gelen,
Her lokma, her nefese, şükran borcunu bilen,
O’na karşı şüpheyi yüreklerinden silen,
Her kulunun şükrüne, bin veren ŞEKÛR dur O.

O’nun benzeri yoktur, hiç bir, yüceden yana,
O, çok yücedir amma, uzak değil insana,
Şah damarından bile, daha yakındır sana,
Herşeyin üstündedir en yüksek ALİYY dir O.

Büyüklük ne kelime, sonsuzlar dardır O’na,
Gel gör ki, giriverir, bir gönüle, bir cana,
Hudutsuz ihtişâmı, dehşet verir insana,
Kaleme, söze gelmez, ölçüsüz KEBÎR dir O.

Ömürlerin süresi, bir an bile kısalmaz,
Ölümleri bekletir, ömür bitmeden salmaz,
Niyet ve amellerin, bir zerresi kaybolmaz,
Kâinatta her şeyi, saklayan HAFÎZ dir O.

Kuş yavrusu başını, kaldırıp göğe bakar,
Çünkü, ana ağzında, onun için rızık var,
Her buğday tanesinden, her damla suya kadar,
Her canın azığını, ayıran MUKÎT tir O.

”Hesap günü” nde çıkar, bütün kâr ve zararlar,
Ona göre verilir, kullar için kararlar,
Kayıtlarda, ne yanlış, ne küçücük noksan var,
Hesapları hatâsız, yanılmaz, HASÎB tir O.

Varın, yoğun, herşeyin, en ulu hükümdârı,
Hudut, sınır tanımaz, kuşatır her diyârı,
Ölçüsüz kudretinin, yoktur asla miyârı,
Ne mekân, ne zamana, sığmayan CELÎL dir O.

Kibir selinden geçip, haddini bilenlere,
Zulûmlerden dönüp de, insâfa gelenlere,
Gönül pervanesiyle, O’na yükselenlere,
Bin misli fazlasıyla, verecek KERîM dir O.

Her gecenin peşinden, gündüzün gelmesini,
Uyanan bir tohumun, toprağı delmesini,
Yarattığı her kulun, ağlayıp gülmesini,
Her şeyi, denetleyen, gözeten RAKÎB dir O.

Birgün kalırsan eğer, ortasında çöllerin,
Bil ki, yalnız değilsin, bilinmektedir yerin,
Bir içten dua ile, açılırsa ellerin,
Çaresini verecek, son makâm MÛCÎB dir O.

O’nun sınırlarını, bilmeye akıl durur,
Bir harfine, denizler, mürekkep olsa kurur,
Sayısız belâlardan, kulunu, her an korur,
Genişliği, heryeri kaplayan VÂSİ dir O.

Asla başı boş değil, yaratılan sonsuzlar,
Vâredilen her zerre, her kürrede sebeb var,
Bu muazzam dengede, tesadüfler ne arar !.
Sayısız hikmetlerin, sahibi HAKÎM dir O.

Kâinatta her nesne, sevgisiyle beslenir,
Her zerre zikrederek, yalnız O’na seslenir,
O’na îman edenler, şevkatine yaslanır;
O’nu, bir seven kulu, bin seven VEDÛD tur O.

Muhtaç değildir asla, üne, şana, şöhrete,
Ne mühür, ne saltanat, ne bir mülke, servete,
Muhtaç değildir asla, ne kudrete, kuvvete,
Büyük şânına sınır, çizilmez MECÎD dir O.

Her kul, mutlak tadacak, Allah ile vuslatı,
Vel Bâsü Bâdel Mevt ‘tir, bunun bir başka adı,
Gün gelip de, Kâinat, doldurunca miâdı,
Mahşerde, ölüleri, dirilten, BÂİS tir O.

Aramaya gerek yok, O, heryerde hazırdır,
O, her zaman, herşeyi, gözetleyen nâzırdır,
Bu hikmetin nedeni, akıldan öte sırdır,
Her zaman ve mekânın, şâhidi ŞEHÎD dir O.

Şu yaşlı kâinatta, herşeyin bir ömrü var,
Hiçbir şey bâki değil, asla sonsuza kadar,
O’dur ancak zamana, hükmeden tek hükümdâr,
Ezelî ve ebedî, var olan EL-HAKK tır O.

Kim ki, dünya işinde, dürüstçe davranırsa,
Her türlü tedbirini, düşünüp de alırsa,
Buna rağmen yine de, gücü âciz kalırsa,
Kulunun her işini, bitiren VEKÎL dir O.

Ne zorluk, ne yorgunluk mümkündür, O’ndan yana,
Bir, kumla, kâinatı, yaratmak birdir O’na,
Göz, görmeyi bilirse, gerek kalmaz lisana,
Dermansızlık erişmez, en güçlü KAVİYY dir O.

Ne eni, ne boyu var, metânet görkeminin,
Birbirinden kopmayan, nice Âlemlerinin,
Ne de sağlam yapılmış, hesapları geminin,
Kuvvetinin şiddeti, ölçülmez METÎN dir O.

Bir yazdığı dostunu, bir daha asla silmez,
Böylesi kullarından, hidâyeti eksilmez,
O’nun dostluğu için, neler fedâ edilmez ,
Verdiği sözden dönmez, kul dostu VELİYY dir O.

Nimetlerle bezenmiş, yedi katlı semâlar,
Tesbih eder, zerreler, düşünceler, dimâlar,
O’na varır, edilen, bütün, hamd ü senâlar,
Övülmeye tek lâyık, biricik HAMÎD dir O.

Denizlerin, göllerin, kaç damla suyu vardır ?
Harmandaki buğdayın, sayısı ne kadardır ?
Sonsuza sınır çizen, O’ndan başka kim vardır ?
Herşeyin sayısını, bilen, EL- MUHSÎ dir O.

Tâ ezelde, O varken, yoktu, zaman ve mekân,
Ne, bu sonsuz kâinat, ne bir madde, ne bir can,
Hiçbir şeyin emsâli ve maddesi olmadan,
İlk baştan ve örneksiz, vâreden MÜBDÎ dir O.

Bu dünya, bir ölümle, bitecek sanma sakın,
Geç kalmadan, uyanıp, makbûl tavrını takın,
Bir, hesap günü var ki; uzakta değl, yakın,
Büyük mahkeme için, dirilten MUÎD dir O.

Yetmiş trilyon hücre, insanın bedeninde,
Sayısız hikmet gizli, hepsinin nedeninde,
Çözülmez ne sırlar var, o küçücük ceninde,
Canları ihyâ eden, ruh veren MUHYÎ dir O.

Her canlı mahlûk için, ölümü mutlâk kılan,
Her canlının ruhunu, ölümle geri alan,
Düşünen insanlara, böylece ibret salan,
Ölümü, hikmet kılan, yüce EL-MÜMÎT tir O.

Denizdeki yosundan, kırda çiçeğe kadar,
Balıklardan, kuşlardan, binbir böceğe kadar,
İlk vâr olan insandan, son geleceğe kadar,
Hepsine, hayat verip, yaşatan EL-HAYY dır O.

Evrende hiçbir yıldız, yörüngesinden sapmaz,
Bunca yalçın kayalar, dağlar yerinden kopmaz,
Denizler, yatağından, çıkıp taşkınlık yapmaz,
Yeri, göğü, herşeyi tutan EL-KAYYUM dur O.

Hiçbir şey O’ndan ayrı, ve uzakta duramaz,
O, bulmak isteyince, asla sormaz, aramaz,
Kaçmak için çırpınış, hiçbir işe yaramaz,
Ne isterse, ânında, bulan EL-VÂCİD dir O.

Aşk çeken kullarının, gönül tahtına giren,
Beklenmedik zamanda, bolluk, bereket veren,
En muhtaç anlarında, onları sevindiren,
Has kuluna, hesapsız veren, EL-MÂCİD dir O.

İlim doruklarında, bilinen, bilinmeyen,
Sonsuz zaman içinde, silinen, silinmeyen,
Sınırsız Âlemlerde bulunan, bulunmayan,
Hiçbir şeyde benzeri olmayan VÂHİD dir O.

Ümitsizlik çekenler, ne büyük gaflettedir,
Oysa, Yüce Makâmca, hâcet bilinmektedir,
O, içten bir duaya, her şeyi vermektedir,
Son çâreye hükmeden, tek merci SAMED dir O.

Göklerin çatısını, galaksilerden örer,
Bir gözün merceğinden, güneş, ay, yıldız girer,
Protonlar, nötronlar, nasıl çılgınca döner,
Akla gelen, gelmeyen herşeye KÂDİR dir O.

Zannetme ki; O, yalnız sonsuz âlemler kurar,
Bir mikroskop camına, eğil de, bak; neler var,
Bu, âciz, kul kalemi, ancak, bu kadar yazar,
Sonsuz kere sonsuza, her an MUKTEDİR dir O.

Saf ve temiz kulunu, mükâfatta kayıran,
Bilenle bilmeyenin, farkını hep duyuran,
Her kula, ayrı ayrı basamaklar ayıran,
Öncelikler bahşeden, ulu MUKADDİM dir O.

Çalışmak, nasıl haksa, başarı da, bir haktır,
Ne var ki; bazen yakın, bazen biraz uzaktır,
Buna râzı olmamak, şeytana has tuzaktır,
Tehiri, hayır kılan, yüce MUAHHİR dir O.

Kâinatta her şeyin, bir başlangıcı vardır,
Sonsuz zaman ve mekân, ne varsa, O’na dardır,
Bu ihtişam önünde, akıl, fikir, nâ’çardır,
İlki ve başlangıcı olmayan EVVEL dir O.

Yaratılmış olanın, mutlak, bir sonu vardır,
Kâinat’ın varlığı; ancak, ömrü kadardır,
Sonsuzlar, son bulsa da, O yine hükümdârdır,
Nihâyeti ve sonu olmayan ÂHİR dir O.

İnsanın beş duyusu, O’na, her an şâhittir,
O’nun yüce varlığı, hiç şüphesiz sabittir,
İnkâr eden bedenler, cehenneme aittir,
Gören gönül gözüyle, görülen ZÂHİR dir O.

Duman yeter, ateşin, varlığını yormaya,
İnsan, dikkat etmeli, sınırında durmaya,
Hiçbir varlık dayanmaz, O’nu bizzat görmeye,
Her an bilinir amma, gizlidir BÂTIN dır O.

Arz’ın her zerresinden, yedi kat, Arş’a kadar,
Yaratılmış her şeyde, belli ki disiplin var,
Güneşi görmez misin, vaktinde doğar, batar,
Âlemi, tek başına yöneten VÂLÎ dir O.

Yaratılmışlara has, şekil ve duygulardan,
Elem, keder, endişe, sevinç ve coşkulardan,
Öfke, nefret, husûmet, korku ve kuşkulardan,
Her tür, hâlden sakınmış, EL-MÜTEÂLÎ dir O.

Zorlukları istemez, kula, kolaylık verir,
Günahların çoğunu, örtbas eder, giderir,
Niyeti amel sayar, rahmetini gönderir,
İki dünya serveti, bahşeden, EL-BERR dir O.

Kim, ölmeden girerse, pişmanlığın yoluna,
Cennetlerde adaydır, nîmetin en boluna,
Gönülden tövbe edip, isteyen her kuluna,
O, altın anahtarı, veren, ET-TEVVÂB dır O.

Cehennem azâbının, zerresini bil yeter,
Bu dünyada bildiğin, azaptan, yüzbin beter,
Ömür; kısa bir sınav, er geç ölümle biter,
Gafletin cezasını veren MÜNTEKÎM dir O.

O’na, tam bir îmanla, itaat edenlere,
Şirk ve inkâr kirinden, arınmış bedenlere,
Hazreti Muhammed’in, izinden gidenlere,
Sağnak, af yağmurları indiren AFÜVV dür O.

Bitki, hayvan ve insan neslinin devamını,
Bu nedenle, hepsinin, mekân ve zamanını,
Hayat için gereken, rızkların tamamını,
Hudutsuz re’fetiyle bahşeden RAÛF tur O.

Senin değil o mal mülk, senin değil o beden,
Bu kıskançlık, bu tamâh, bu ihtiraslar neden,
Bâki servetine koş, fâniyi kaybetmeden,
Çünkü, her şey O’nundur, tek MÂLİKÜ’L MÜLK tür O.

Kâinatta her nesne, O’nun gücünü söyler,
Kullarına meziyet, nişanlar ikram eyler,
O’nun yanında insan, gurur kibiri neyler,
Yalnız O’na söylenir, ZÜ’L-CELÂL-İ VE’L-İKRÂM .

Yarattığı herşeyde, bir mânâ ve maksat var,
Dünyanın dengesidir, o yalçın yüce dağlar,
Anaya verdiği aşk, onu yavruya bağlar,
Tesâdüfle izâhı olmayan MUKSIT tır O.

Her insan, bir an için, düşünse öldüğünü,
Görecek ki; faydasız, dünyanın şan ve ünü,
Hesap vakti gelince, kulları, mahşer günü,
Diriltip, toplayacak yüce EL-CÂMİ dir O.

Herşey O’na muhtaçtır, O, asla muhtaç olmaz,
Servetin ölçüsünü, O’ndan başkası bilmez,
Ne kadar çok verse de, bir zerresi eksilmez,
Aczi yok, sınırı yok, eşi yok, ĞANİYY dir O.

Kiminin, doğuştandır, dünyadaki serveti,
Kimisi, ömürboyu göremez mürüvveti ,
Bilin ki, bu takdirin, imtihandır hikmeti,
İsterse kulu zengin kılan EL-MUĞNÎ dir O.

İnsan gönlüne bir bak; sayısızdır arzular,
Ancak, bize bunlardan, bir kısmında hayır var,
Bu nedenle kısmetler, kimisinde biraz dar,
Engeli, hayır kılan, ulu EL-MÂNİ dir O.

Şüphesiz, hayır ve şer, yalnızca O’ndan gelir,
Hidâyete erenler, bunları sınav bilir,
Cennet kapılarından, ancak böyle geçilir,
Elem ve sevinç veren, hem DÂRR , hem NÂFİ dir O.

İstediği kulların, gönlüne ışık salan,
Gözler ve yüzlerinde, nûrunu dâim kılan,
Seher vakti açılan, ellerin dostu olan,
Kalpleri aydınlatan, sönmeyen EN-NÛR dur O.

İstediği kulunun, murâdını tez veren,
İstediği kulunu, hidâyete erdiren,
Gönül sofralarına, bereketler verdiren,
Közleri tutuşturan, yüce EL-HÂDÎ dir O.

Bu sonsuz Âlemlere, ”Ol” dediği ilk anda,
Hiçbir şeyin benzeri, yoktu hiçbir mekânda,
Bunca, hayret verici, herşeyi tez zamanda,
Hiç örneği olmadan, yaratan BEDÎ dir O.

”Sonsuz” sözcüğü bile, âcizdir hakikatte,
”Sonsuz” sözünden başka, bir şey yok ki, lûgatte,
Verecek güç kalmadı, beyindeki tâkatte,
Hiçbir zamana bağlı olmayan, BÂKÎ dir O.

Dünya malı, babadan, miras kalır oğula,
Bu çark, dönerek varır, dünyadaki son kula,
Acaba, daha sonra, bunca mal kimin ola ?
Âlemde her zerreye, sonuncu VÂRİS tir O.

Tarifsiz irâdesi, çok büyük ve bütündür,
Âlemlere verdiği, emri sadece ”Kün”dür,
Bu kelâm ile herşey, O’nun için mümkündür,
Hiçbir işi, hikmetsiz olmayan REŞÎD dir O.

Cezalar tez olsaydı, hukukunun özünde,
Hiçbir insan kalmazdı, bir anda yeryüzünde,
Hiç şüphe olmasın ki , er geç durur sözünde,
Kullara fırsat için sabreden SABÛR dur O.

CENGİZ NUMANOĞLU

Geç kalma.. Bakıp da o genç yaşına,
Sanma ki; önünde seçenekler çok;
Ya ÎMÂN, ya İSYÂN, üçüncüsü yok..

Dünyanın serveti, şehveti sahte;
Bir kefen kadardır, vefâsı ahde.
Boğma vicdânını, meyde, kadehte,
Sanma ki; önünde, seçenekler çok;
Ya AHLÂK, ya HELÂK, üçüncüsü yok..
Sen, şerefli doğdun, şerefli yaşa,
O bencil nefsini, vur taştan taşa;
Yoksa çıkamazsın, şeytanla başa.
Sanma ki; önünde, seçenekler çok;
Ya CENNET, ya CİNNET, üçüncüsü yok..

İnsanlık yanıyor, ateş bacada,
Fitneler kaynıyor, binbir locada,
Umut kuyrukları, ‘cinci’ hocada;
Sanma ki; önünde, seçenekler çok;
Ya İZZET, ya ZİLLET, üçüncüsü yok..

Bir kere baktın mı, kalkıp seherde?
Kapılar açılır, gök perde perde.
Sordun mu Kurân’a, kurtuluş nerde?
Sanma ki; önünde, seçenekler çok;
Ya ŞÜKÜR, ya KÜFÜR, üçüncüsü yok..

Dağlara özenip, tepeden bakma,
Mezar taşlarına, rütbeni çakma,
Şu cennet köşkünü, kibirle yakma;
Sanma ki; önünde, seçenekler çok;
Ya İHLÂS, ya İFLÂS, üçüncüsü yok..

Bırak.. O “çağdaşlar”, ne derse desin,
Hayat bir sınavdır, bu hüküm kesin,
Secde et ki; varsın, Allah’a sesin;
Sanma ki; önünde, seçenekler çok;
Ya KUR’ÂN, ya HÜSRÂN, üçüncüsü yok

CENGİZ NUMANOĞLU

HİCRET ETSEM

Ey!. Münevver Medîne, Ey!. Gönüller beldesi,
Ey!. Devri cehâletin, mahkûmiyet belgesi.
Çınlıyor göklerinde, her an Muhammed sesi.
Gör ki; yine dünyada, zulümler var bu dîne,
Hicret etsem beni de, alır mısın MEDÎNE?..

Susadım şefkatine, yine gönlümde serâb,
Sustu rahlede bülbül, bahçede güller harâb,
Dünyaya hükmediyor, yine zillet ve şarâb;
Gör ki; nice âlimler, nifak soktu bu dîne,
Hicret etsem beni de, alır mısın MEDÎNE?..

Merhametin kendi yok, dillerde kaldı adı;

Yeryüzü bir toz duman, kim suçludur, kim kadı?
Bunca mûsibetlerden, ibret alan kalmadı,
Hep iftirâ ediyor, “yedi düvel” bu dîne,
Hicret etsem beni de, alır mısın MEDÎNE ?..

Bir yanda din tâciri, arkadan vurur beni,
Bir yanda zorbaların, hiç kızarmayan teni.
Elden ele geziyor, dinde reform bülteni;
Bilirim ki; bu cür’et, revâ değil bu dîne,
Hicret etsem beni de, alır mısın MEDÎNE?..

Çöktü insan fıtratı, payandalar yetmiyor,
Ekranlarda çığlıklar, kulağımdan gitmiyor,
Soygun, talan, cinâyet, “çağdaşlıkla” bitmiyor;
Nesiller küstürüldü, çağlar üstü bu dîne;
Hicret etsem beni de, alır mısın MEDÎNE?..

Ey!. Mübârek Medîne, Fahri Âlem beldesi,
Kardeşliğin, barışın, adâletin simgesi,
Çınlasın göklerinde, salât üs selâm sesi.
Ben ki; Kâlû Belâ’da, teslim oldum bu dîne,
O yemyeşil kubbene, beni de al MEDÎNE…

CENGİZ NUMANOĞLU

YOK MUDUR HOCA

Seni izliyoruz… Hiç tasalanma,
Büyük irşadından (!), gâfiliz sanma,
Epey temizlendi, kalbimiz amma,
Az daha deterjan, yok mudur hoca?

Bütün suçu, “irticâ”ya bindirdik,
Akşamları, birer ufak sindirdik,
Sayende vakti de, üçe indirdik;
Biraz daha tenzil, yok mudur hoca?

Seninle başladı, dinde varyasyon,
Herkese Cennette, bir rezervasyon.
İyi, güzel, hoş da, reenkarnasyon;
Ölüme de çâre, yok mudur hoca?

Dağıtırken, bol keseden hidâyet (!),
Sulandı sünnetler, sulandı âyet.
Kolaylaştı.. İbâdetler nihâyet;
Topuna bir fetvâ, yok mudur hoca?

“Çağdaş” fetvâların(!), imdâda yetti;
Cümle yobazlıklar, bizi terk etti.
Sayende, tesettür derdi de bitti;
Biraz daha gayret, yok mudur hoca?

Ekranlar sundukça, güzel çehreni;
Elbette kıskanır, âlimler seni.
Haddimi aştıysam, bağışla beni;
Bir nazar boncuğun, yok mudur hoca?

Kendinde, bir dehâ vehmediyorsun,
Göz kusurun mu var, hep “ben” diyorsun?
Çiğ geldin.. Çiğ kaldın.. Çiğ gidiyorsun;
Pişmeye niyetin, yok mudur hoca?

Artistik tavrını, tuttu milyonlar,
Verdiğin hapları, yuttu milyonlar,
Sana, helâl olsun, bu trilyonlar;
Bir hekim ahbabın, yok mudur hoca?

Bitmez bu satırlar, uzar da uzar;
Bilirsin ya paspas, vurdukça tozar.
Her tarafın, ilim olsa ne yazar?
Birazcık irfânın, yok mudur hoca?

Cengiz Numanoğlu

BURSA

Taşına, tarihin mührü vurulmuş,
Bağrına, evliyâ tahtı kurulmuş,
Mânevî mîraslar, ehlini bulmuş,
Kim bana, bu şehrin adını sorsa;
Tereddüt etmeden, derim ki; Bursa.

Erenler saf tutmuş, aşk otağında,
Bülbül meşke dalmış, gönül bağında,
Yeşil, beyaz, raks ediyor dağında,
Kim bana, dünyada cenneti sorsa;
Gözümde canlanır, mübârek Bursa.

Emir Sultan, postu sermiş Hak yola,
Üftâdeler, Hüdâyiler kol kola.
Nesiller koşuyor, vermeden mola.
Kim bana, tasavvuf ceddimi sorsa,
Derim ki; onların, adresi Bursa.

Molla Fenârîler, kalpte yaşıyor,
Somuncu Babalar, bayrak taşıyor,
Misyonları.. Yüzyılları aşıyor,
Kim bana, bu aşkın sırrını sorsa;
Derim ki; sevdânın harmanı Bursa.

Adâlet tâc olmuş, şanlı mâziye,
Ruhlar, selâm durmuş, Osman Gâzi’ye,
Şehitlere.. Gerekmiyor tâziye,
Kim bana, bu neslin aslını sorsa;
Derim ki; hikmetin kaynağı Bursa.

Ulu Mâbet, heybetiyle duruyor,
Minâreler arşa, köprü kuruyor.
Tüm yürekler; Allah için vuruyor,
Ne zaman ârifan, saflara dursa;
Önünde Peygamber, ardında Bursa.

Bir yer ki; insanlar, gönül zengini,
İrfanla tartıyor, ahlâk dengini.
Bir yer ki; hak etmiş, yeşil rengini,
Kim bana, ilâhî ihsânı sorsa;
Derim ki; lâyıktır, bu şehir Bursa.

Bir yer ki; üstünde, bu mirâs varken,
Altında binlerce velî yatarken,
Bir yer ki; âlimler nöbet tutarken,
Kim bana, bu şehre bir rakip sorsa;
Derim ki; Bursa’nın, rakibi Bursa.

Cengiz Numanoğlu

Daha Kuran Ne Desin!

Ey insan! Yaşıyorken, hem de Kur’ân çağında;
Çırpınıp duruyorsun, cehâlet batağında.
Kalbin katı… Gözün kör… Başın kibir dağında
Kur’ân sana gel diyor, bak bendedir adresin,
Ey eşref-i mahlûkat! .. Daha Kur’ân ne desin! ..

Özgürce seçmen için, iki yoldan birini;
Apaçık bildiriyor, bütün ayetlerini.
Ya Peygamber, ya şeytan… Seç diyor rehberini;
Öyle seç ki; sırattan rüzgar gibi geçesin,
İlle şeytan diyorsan.. Daha Kur’ân ne desin! ..

Ya Cennet bahçesidir, ya ateştir o mezar,
Mekân var mı dünyada, öyle derin, öyle dar?
Hiçbir şey yakın değil, insana ölüm kadar.
Diyor ki; hesabı var, aldığın her nefesin;
Mezarlar konuşurken… Daha Kur’ân ne desin! ..

Malın, mülkün, şöhretin, dünyada herşeyin var;
Ya dünyadan Rabb’ine, götürecek neyin var?
Bana yeter diyorsan, şu üç günlük itibar;
Bir dördüncü gün var ki; çok çetindir bilesin,
Bunlar masal diyorsan.. Daha Kur’ân ne desin! ..

Âyet diyor ki; eğer, dağa inseydi Kur’ân;
Paramparça olurdu.. Dağ, Allah korkusundan.
Hangi insan durup da, ibret almaz ki bundan?
Sen ki, bir dağ yanında, ne kadar da cücesin,
Haddini bilmen için.. Daha Kur’ân ne desin! ..

O münezzeh ruhundan, ruh vermekle insana;
Erişilmez bir şeref, bahşetti Allah sana,
Ne kadar sevdiğini, buradan anlasana!
Sen ki; taparcasına, kendine kul kölesin,
Nefsini put yapana.. Daha Kur’ân ne desin! ..

Bir gün var ki; çok yakın, dağların yürüdüğü,
Göklerin, güneşleri önünde sürüdüğü,
Kâinatı toz duman, dehşetin bürüdüğü;
Kıyâmet senaryosu, oyun değil bilesin;
Hâlâ ürpermiyorsan.. Daha Kur’ân ne desin! ..

O büyük mahkemede, bütün diller susacak;
Konuşacak bu defa, göz, kulak, el, kol, bacak.
Uzuvlar birer birer, haramları kusacak;
Açılacak önünde, defterleri herkesin;
Kendine gelmen için.. Daha Kur’ân ne desin! ..

O gün, buyruk verenler, buyruğa baş eğecek,
Cehennem öfkesinden, köpürüp kükreyecek,
Ve doldun mu dedikçe, daha yok mu diyecek;
Yandıkça o deriler, değişecek bilesin;
Hâlâ secde yok ise.. Daha Kur’ân ne desin! ..

Gör ki, dünya sırtında, nice insan taşıyor;
Kimi yaşarken ölmüş, kimi ölmüş yaşıyor.
Kimi Arş-ı Âlâ’ya dolu dizgin koşuyor;
İşte Cennet.. İşte sen.. Gayret et ki giresin;
Ey! Eşref-i mahlûkat! .. Daha Kur’ân ne desin! ..

(2002)

Cengiz Numanoğlu

Ey Mevtâ!

Düne kadar aboneydin harama;
Hep derdin ki: ” Sözüm geçer parama.”
Şimdi musallada, boşa arama;
Banka vezneleri yok tabutların,
Söyle, biraz avans versin putların! .

Tapular bıraktın, valiz dolusu,
Vârisler şimdiden, kurdular pusu.
Niye getirmedin? Hayret doğrusu;
Gerçi, bagajları yok tabutların,
Bir taksi tutardı, sana putların…

Ahlâk felsefende, çağdaşlık maşa,
Üçbeş fâhişeyle, güreştin başa.
Haydi.. Bu gece de, kaçamak yaşa;
Gümüş şamdanları, yok tabutların,
Söyle, birkaç mum getirsin putların! .

Hep aşkta kazandın (!) , verdin kumarda,
”Dolaşmalı” derdin, ”rakı damarda”
Biraz ayıldın mı bu son şamarda?
Amerikan barı, yok tabutların,
Söyle de cin tonik versin putların! .

Nerde şimdi, beş yıldızlı oteller?
O hüzzam faslına, dem tutan teller?
Nerde, o rakseden incecik beller?
Dansözü, şantözü yok tabutların,
Zil takıp oynasın, şimdi putların! .

Yaşarken, sen de bir saplantı vardı;
Minâreler, sanki sana batardı.
Hele sabahları, tepen atardı;
Gördün ya.. Konforu yok tabutların,
Söyle de, bir döşek sersin putların!

Hani.. “Kur’ân” diyen, sence yobazdı,
Hani.. O yobaza, her zulüm azdı.
Az önce mezarcı, yerini kazdı;
Tahliye kapısı, yok tabutların,
Söyle de bir avukat, tutsun putların.

Ne kadar büyüktü dindara kinin.
Hacıya, hocaya uzardı dilin.
Konuşsana mevtâ! Bitti mi pilin?
Oksijen tüpleri yok tabutların,
Söyle de bir nefes versin putların.

”Uyandım” diyorsun, lâkin boşuna;
Gördün.. Bakmıyorlar hiç göz yaşına
”Ey mevtâ! . Kaldın mı, yalnız başına ”
İmdat düğmeleri, yok tabutların,
Üzülme.. Kurtarır (!) seni putların.

(1996)

Cengiz Numanoğlu

Kur’ân’ı Anladıkça…

Maddeyi putlaştıran, o dünyevî korkular;
Vicdan ve ahlâkını, bulandıran tortular;
Düşünce sarnıcında, biriken kirli sular;
Atılır yüreğinden, Kur’ân’ı anladıkça…

Akıl tahtın önünde, hurâfeler diz çöker;
Bilinç ufuklarında, binlerce şafak söker;
Gözlerin damla damla, yaş değil umut döker;
O devâlar deryâsı, Kur’ân’ı anladıkça…

Çözülür, kalp gözünü bağlayan kördüğümler;
Açılır, örümcekli kapılar birer birer;
Varlık târifindeki, maddeye mânâ girer;
Şüpheler sona erer, Kur’ân’ı anladıkça…

Gör ki; sebepsiz değil, varlığın bir zerresi;
Ne bir yağmur damlası, ne de bir kum tanesi..
Gerçeğin karşısında, ” tesâdüf ” efsânesi;
Âciz kalır, alçalır, Kur’ân’ı anladıkça…

Katılaşan yürekler, hoşgörüyle beslenir;
Kirli eller, hidâyet selleriyle ıslanır;
Dinlersin ki; taş toprak ”Allah” diye seslenir;
Zikirler duyarsın, Kur’ân’ı anladıkça…

Her nefsin tadacağı, ölüm ve ötesinden;
Kabirde duyacağın, Münker Nekir sesinden;
ve er geç varacağın, mahşer mahkemesinden;
İbretle ürperirsin, Kur’ân’ı anladıkça…

Gösteriş postunu, yerden yere vurursun;
Nefsine köle değil, ona sultân olursun…
Yalnızlık sancısından, ebedî kurtulursun;
Gerçek Dost’u bulursun, Kur’ân’ı anladıkça…

Yaratan hakkı için, insanla barışırsın;
Kibir dağından iner, ummâna karışırsın;
Hâk yolunda rütbesiz, isimsiz yarışırsın;
Sevgiyle tanışırsın, Kur’ân’ı anladıkça…

Kanayan bir yarayı, görmeden geçemezsin;
İnsanın bedelini, servetle biçemezsin;
Kavrulsan da, bir yudum haramdan içemezsin;
Kula el açamazsın, Kur’ân’ı anladıkça…

Allah’tan başkasına minnet sana âr gelir,
Onurlu bir yoksulluk, iffetine kâr gelir;
Ruhuna beden değil, dünya bile dar gelir,
Semâlar mekân olur, Kur’ân’ı anladıkça…

İlim mercekleriyle görürsün uzakları;
Fark eder ve seçersin, karalardan akları;
Hele ki; o şeytanın, kurduğu tuzakları;
An be an yakalarsın, Kur’ân’ı anladıkça…

Korkma ki; ak yürekte, kara sancı başlamaz,
Kem tohumlar kök salıp, toprağında kışlamaz.
Var git artık yoluna, sana kurşun işlemez;
Böyle gönül verip de, Kur’ân’ı anladıkça…

(1992)

Cengiz Numanoğlu

Ölüye Mektup

Minâreden bir salâ yükselince kuşlukta;
Hazırlandı teneşir, camideki taşlıkta.
Neler söylendi neler, gıyâbında bir bilsen;
İkindiye kadar ki, bir kaç saat boşlukta…

Sağlığında can ciğer bildiğin o dostların;
Toplandılar önünde, evdeki minik barın.
İçiyordu hepsi de, belli ki üzüntüden,
Hepsinden de üzgündü, otuz beş yıllık karın..

İlk dubleler bitince, dağıldı kasvet biraz,
Menüye dahil oldu, yeşil erik ve kiraz.
Biri kadeh kaldırdı, şerefine ruhunun;
Hiç kimseden gelmedi, bu teklife itiraz…

Kadehler, birbirini izledikçe peşpeşe;
Çehreleri kapladı, sanki bir gizli neş’e.
Ne kadar da severmiş, seni meğer dostların;
Bir saatte boşaldı, inan ki üç beş şişe…

Gerçi sen öldün amma, anıların diriydi,
Çapkınlığın, en renkli konulardan biriydi.
Bir puan daha aldın, cinsiyetin yüzünden;
Çünkü; bu türlü işler, erkeğin el kiriydi…

Bu sohbet potasında, kaynadıkça taştılar,
Hepsi de, temiz kalpli, hepsi de çağdaştılar.
Seni gömdükten sonra, hani o çok sevdiğin;
Balık lokantasında, yemekte anlaştılar…

Derken.. İkindi vakti, duyuldu ezan sesi;
Hiç kimsenin câmiye, gelmiyordu giresi.
Cenâzeyi bekledi, bir kaçı kılmak için;
Ne rükû vardı çünkü, ne de onun secdesi…

Biraz sonra mezarlık, alkışlarla inledi,
Alkışlar.. isyan dolu, kalpleri perçinledi.
Bu görkemli törenin, bu çağdaş korosunu;
Münker Nekir isimli, melekler de dinledi…

Dostların, ağlamaklı pozlar verdi basına,
Birkaç kürek toprakla, katıldılar yasına,
Lâkin Kur’ân başlarken, duyunca Besmeleyi;
Mezarlığı terketti, hepsi koşarcasına…

Bir rahatlık hissetti, eve dönüşte karın;
Haftalık programda, konken günüydü yarın.
Yaşamıştı dünyanın, nice zevkini ama,
Bir başka tadı vardı, bir başka şu kumarın…

Yaşına rağmen hâlâ, dikkat çeken bir tipti,
Hâlâ, yürek hoplatan, bir vücuda sahipti.
Ve bundan böyle artık, bütün güzel dullara;
Sosyete pazarında, korkulu bir rakipti…

Hayat yeni başlıyor, diye düşündü birden;
Ne senden eser kaldı, ne yattığın kabirden.
Vız gelirdi, şu ahlâk masalları toplumun;
Kurtulmuştu nihayet, baskılardan cebirden…

İlk önce silmeliydi, hâfızadan cismini;
İndirdi duvardaki, yağlıboya resmini.
Arkasından çıkardı, mektupluk ve zildeki,
Sarı pirinç üstüne, yazdırdığın ismini…

Ertesi gün dostların, akıl verdi eşine;
Çoluk çocuk düştüler, mîrasının peşine,
Ne kadar sevinirdin, öldüğüne kimbilir;
Görseydin yaptığını, kardeşin kardeşine…

Üç gün sonra kutlandı, baldızının yaş günü,
Haftasına kalmadı, küçük kızın düğünü.
Yâni sözün kısası; sen gittiğinle kaldın,
Hiç kimse fark etmedi, inan ki öldüğünü…

Bu mektuptan pek hoşnut kalmadın biliyorum,
Daha neler yazmıştım…Vazgeçtim, siliyorum.
Bu dünyada hesabın, iyi kötü bağlandı;
Sana öte dünyada, kolaylık diliyorum…

(1998)

Cengiz Numanoğlu

Mescid i Aksa

Ey! Semâvî dinlerin, dünyadaki beşiği;
Ey! Mîrâc’a açılan, kapıların eşiği..
Sen ki; Mescid-i Aksa, sen ki; tevhîd simgesi,
Sahâbe-i Kirâm’ın, namazda ilk kıblesi..

Ey! Çevresi mübârek, yüce Mescid-i Aksa,
Utanırdı insanlık.. Sana ibretle baksa.
Sen ki; şâhidi oldun, nice kanlı savaşın;
Dile gelse.. Vahşeti, haykırırdı her taşın..

Ne yazık ki; bugün de, aynı vahşet sürüyor;
Cinâyetle beslenen, gözleri kan bürüyor..
İşte..Yine sahnede, peygamber kâtilleri,
İnsanlığa kast eden, cinnetin fâilleri.

İşte..Yine çocuklar, Gazze’de kan kusmada,
Bu serî katliâma, bütün dünya susmada.
Yine rekor peşinde, zulüm şampiyonları;
Siyonist eşkiyânın, küresel piyonları..

İşte..Yine sahnede, haçlının fosilleri,
Medeniyet maskeli, kudurmuş nesilleri.
Yine tarih tekerrür, yine küfür tek millet,
Hepsinin genlerine, kazınmıştır bu zillet.

Ey! Birbuçuk milyarlık, dünya müslümanları!
Hiç mi utandırmıyor, bunca mazlum kanları?
Bu zülmü boğmak için, tükürmeniz yeterdi,
Selâhattin Eyyûbî, çıkıp gelse ne derdi?

Ey! Petrol kralları, saray hânedanları,
Bir düşünün Kudüs’te, cihâd eden canları.
Kim saçtı üstünüze, bu ölü toprağını?
Yoksa.. Kopardınız mı, Kudüs’le din bağını?

Halîfe Ömer gibi, bir örnek olmasaydı,
Belki sizi affetmek, biraz daha kolaydı,
O, adâlet severdi, o Hazreti Ömer’di,
Sizi, bu halde görse, saraylara gömerdi..

Ey! Mahşere inanan, dünya müslümanları,
Bırakın.. O münâfık, tahtına tapanları.
Allah’ın kelâmını, kaç bin kere duydunuz,
Kıyâmet’e kadar mı, sürecek bu uykunuz?

Filistin’de taş atan, çocukların aşkına,
Bu apaçık gafleti, görün Allah aşkına!
Bir buçuk milyar insan, bir kez ayağa kalksa;
Hiç garip kalır mıydı, böyle Mescid-i Aksa?
Hiç garip kalır mıydı, böyle Mescid-i Aksa?

Cengiz Numanoğlu