I
Eller, eller –
eller uzanır gecede
senden.
Bir sıcaklık yayılır
türkülerinde
bilinmeyenlerin.
Unutabilirdim de.
II
İlk karı bekliyorum gecede
senin sıcaklığından uzak
Pencereleri düşünüyorum,
yağmurlu günlerimizi,
seni.
Başka rüzgârların insanı
ikimiz,
başka dağlardan esmişiz
bir güne.
III
Sislerin ötesinde olmalısın,
sisli gecelerin ötesinde.
Bilmediğin bir İstanbul düşünde,
bir türkü anlamadan dinlediğin
sonra bir mavi yaz gecesi
mavisini yitirmeyen.
Uykun gelmiş olmalı sevmekten,
yavaşça yağmura dokunmalısın:
bir şehir ki şimdi uzakta bizden,
bir nehir, bir dost
aynı gün sevip vedalaştığımız.
Unutma,
bir Eylül günüdür beklediğimiz
meyve meyve dökülen.
Ben gecelerce özleyen,
sen bekleyen sevgiyle hep.
Bir Eylül günüyle
bitmeyen.
Cevat Çapan
Sana
Bir zamanlar birlikte yürüdüğümüz o sokakların
serinliğini getirdim bu kez.
Elimden tutarsan
altından geçtiğimiz saçakların gölgesi,
saksı saksı fesleğenlerin kokusu
sinecek bakışlarına ve soluklarına.
Her şeyin yitirildiği
ve yeniden bulunduğu bu yol kavşağında
bütün o kalabalıkla karşılaştığımızda,
seni benden uzaklaştıran zamanın
beni sana ne kadar yaklaştırdığını anlayacaksın.
Cevat Çapan
Kanıt aramadı hiç; kuşku duymadı.
Düşündü durdu geride bıraktıklarını,
genç ölüleri.
Nereye yerleşeceklerdi karaya çıktıklarında?
İşte şu boş ahşap ev kıyıda, Rumlardan kalma,
O bildik sesi denizin aynı dili konuşan.
Oysa susarak geçirebilir o, kalan günlerini.
Kim sürecek şimdi bıraktığı mallarına
Karşılık verilen on dönüm tarlayı,
Kim toplayacak zeytinlerini yüz kırk ağacın?
Alış alışabilirsen yeniden
Bu yeni rüzgara, meraklı komşulara.
Martılar aynı martılar mı
Unutmaya çalıştığın adada uçan?
Kanıt aramadan, kuşku duymadan
baktı durdu denize
onu çok uzaklardan
sağ kalanlarıyla
bu kıyıya getiren.
Cevat Çapan
Muazzez uykulu bir kadındı
Uyudu kollarımda.
Uyuma Muazzez, dedim dudaklarımla
Dudakları uyandı.
Aklımda kır çiçekleri kızlar
Kızlar ağustosböcekleri.
Yanımda Muazzez’in
Yorulmuş yalnızlığı.
Bilmeden özlediğim
İçlerinde küçücük
Bayramlar olan kızlar.
Sevdiğim Muazzez’in
Çürümüş çıplaklığı.
Bunlar boyalı saçları Muazzez’in
Bunlar benim delikanlı kollarım.
Cevat Çapan
Dağın eteklerinde orman –
çam, sedir, ulu çınarlar…
Birbirini seyrediyor aynasında denizin.
Çamlar pürleriyle suskun,
sedirlerin gözleri uzakta,
“Ölünceye kadar seninim,” diyor denize
kendi gölgesinde yanan bir çınar.
Cevat Çapan
İstersen bana düşlerini anlat,
istersen sus sabahın sisli alacasında
yollara düşerken tökezlediğin,
dağ yamacındaki çiçekleri kokla
ve başla gene de anlatmaya
suyunu içmeye eğildiğin
o keklik pınarını, uykulu kanatlarıyla
havalanan kuşları..
Bir ince marangozdun sen Pekeriç
kuytusunda,
uzakta su değirmeni,
yatağın toprak damda,
düşlerinde bıldır yağan kar.
Haydi bir cıgara sar şimdi
nasırlı parmaklarınla
ve bana düşlerini anlat:
“Ah o bulutsuz gökyüzü, o çırpıntısız deniz,
kumsalını, kayalıklarını uzaktan görebildiğimiz
ada! “
Cevat Çapan
Eski bahçede, paslı sapını tutarken tulumbanın
küllenen ateşe sürdüğün cezve,
tozlu yaprakların gölgesinde çürüyen iskemlede
bir yandan seni seyrediyorum-
gençliğin canlanıyor belli belirsiz.
Birlikte türküler söylerdik kısık bir sesle.
Gerçekten öyle güzel miydi dokunduğumuz her şey?
Bize mi öyle gelirdi soluduğumuz gece
bir baharatçı dükkânının binbir çeşidiyle?
İster izinle dönelim gurbetten
tahta bavullarımızda Malatyalı Fahri’nin plakları,
ister sıla dediğimiz dağ köyü
toprak damında loğuyla, çırasıyla
ve gökyüzü yıldızlarıyla donatsın yaz gecelerimizi-
kekik kokusu bağışlayan bir yel eserdi
ve bilirdik, dağların ardındaydı her şey,
Çerkez eyerini ne zaman vursak kara kısrağa,
İşte biz hep o dağları aşmak isterdik.
Sonra ne oldu bize? Nereye savruldu herkes?
Ve ben şimdi seni seyrederken
canlanan gençliğinle eski bahçede,
eprimiş çerkez eyeri, külrengi iskemle,
belli belirsiz bir türkü kısık bir sesle
yansırken tozlu yaprakları sılanın
acı sularında unutulmuş kuyunun
(Adam Sanat,94)
Cevat Çapan
Dokunduğum, okşadığım her şeyin
inancımı tazeleyen gücüyle
bir köprüde yürüyorum
gelgitle alçalıp yükselen
bir nehrin üzerinde.
Kim bilir bu kaçıncı geçmişe dönüş
külrengi bu güz gününde?
“Selva Oscura” adını takmıştım sana.
Karanlığında yolunu yitirmek istediğim
bir ormandın sen,
bense nereden geldiği bilinmeyen
bir yolcu.
Gezgin oyunculara rastlamıştık bir bahçede
Gorki’nin “Yazlıkçılar”ını oynayan.
Daha önce çalıştıkları bir aşk sahnesini
yineliyor gibiydiler.
Şaşırdıkça seviniyorlar,
bu beklenmedik sevinçle
yeniden şaşırıyorlardı.
“Oyunculuk zor zanaat,” demiştin sen.
Şimdi bu güz akşamı,
kararan suların saatinde,
gün ışığı da bırakıp giderken bizi,
senin oynadığın
başka sahneler canlanıyor gözümde,
belleğimde yarım kalmış cümleler,
senin sesinden…
Cevat Çapan