Belki çıkar yollardan biri de bu: gözlerine
bakmak sessizce, bir kıyıda uzaktan
yaklaşan bir gemiyi bekler gibi, elinden
tutmak o sıcaklığı ve yürümek,
yürümek zamanı düşünmeden bastığın
çakıl taşlarının hışırtısında. Hep
söylerdin eskiden, biraz zaman tanısak belleğe,
güzel bir unutuluşa dönüşür, derdin
bütün o top sesleri, toz duman, akşam
bataryada geçirdiğin karanlık nöbet saatleri.
Sana unutulmuş bir çardağın altında
galibarda renkli bir mürekkeple yazıyorum
yeniden depreşen bir sevincin ötesinden.
Çocuklar büyüdüler, uzaklara gittiler,
senin, benim yanlışlarımızın ne yararı
olabilir onlara? Belki onlar da
öğrenecekler umarsız sözcüklerle
eskiyen anılarının dehlizlerinden
kurtulup savrulmayı.
Sorma sakın – bilmek yasak, derdin,
kim bilebilir yazgının bizi nereye
sürükleyeceğini.
O unutulmuş çardağın altında yazıyorum sana,
aydınlık gölgesinde asmanın.
Günler sayılı.
Cevat Çapan
Bu şehrin adları durmadan değiştirilen
sokaklarında dolaşırken,
eski bir şarkıyı çağrıştırır bazen
aklına takılır olmadık adlar.
Örneğin, Konstantin Nikoleyeviç Batyuşkov
Puşkin’in bir çağdışı-
hani şu ölen Tasso’ya ağıtlar yazan-
evet, senin Tasso’na,
Kutsal Kudüs’ü özgürlüğe kavuşturan.
Bir yaştan sonra, sınırsız bir çağrışımlar
zinciridir hayat;
başka kokular, başka görüntülerle
saldırır üstüne tekleyen belleğinle
ve birden başka adlarla uyanırsın
bir dağ yamacında daldığın düşten.
Bir İsveç filminde miydi
o küçük madenci çocuğu
Auguste Renoir’ın adını hecelemeye çalışan?
Her şey ne kadar külrengi ve dağınık
gökle denizin maviliği ötesinde.
Bir kadın ‘Gecenin matemi’ni söylüyor öğle üzeri
ve herkesten bir şeyler kalan bu sokaklarda
kırılan camdan kalplerin parçalarını toplarken
belalısı gizlice zehirliyor içindeki aylak köpeği.
Ve uzakta, düşlediğim Girit’te, belki de,
denize eğilen çamları yıkıyor yıldızlar.
Sonunda sana sığınıyorum, ey şiir,
rüzgarları, fırtınaları yararlı kılan.
Yaşarken, güzel adlar koydum çocuklarıma:
Nigar, Leyla, Alişan.
Cevat Çapan
Sıcak bir yaz günü, öğleden sonra,
eflatun dağların dibinde,
o sessiz arka bahçelerin birinde,
gölgesinde eriğin, şeftalinin, kayısının
fıskıyeyle oynuyor bir çocuk.
Gece kuşları yuvalarında daha.
Uzaklardaki çocuklarımızı, torunlarımızı
konuşuyoruz,
hangi pencereyi açsak bir görüp bir gözden
yitirdiğimiz.
Kim bilir nerdeler, ne yapıyorlar şimdi?
Hem özlem, hem kavuşma bizimkisi.
Çay içiyoruz
mutlu bir sessizlik içinde.
Cevat Çapan
Ne zaman
bir masa başına otursam
sana birşeyler yazmak için
çocukluğumda seyrettiğim
cambazlar geliyor aklıma
elimdeki kalem
birden
o sırık terazi gibi uzuyor
ve ben
çok geçmeden
o usta cambazdan uzak
acemi bir palyonço gibi
boşluğa yuvarlanıyorum
düşlerin yaylanan ağında.
Sonra,
görünmeyen seyircilerimin
kahkahaları çınlarken
kulaklarımda,
kulaç atmaya çalışıyorum
kurumuş bir gözyaşı denizinde
Cevat Çapan
Hangi yöne uçsan kırık kanatlarınla,
bil ki ardındayız biz de o yaralı geyikle.
Birkaç kişi, yaprakları sararmış
eski kitapların içinden.
Her şey ezberimizde
lanetlilerin lanetlediği ölümsüz metinlerden.
Sızan ışığın alacaaydınlığında,
unutulmuş hücrelerin yosunlu duvarlarına
hem düşlerimin haziran güneşi yansıyor,
hem de dışarda savrulan kar.
Cevat Çapan
Dün gece kendimi gördüm düşümde
cebimde ipek mendil,
güvey tıraşı oluyorum Berber İdris’te,
kulağımda karanfil.
İçme şu mereti, diyor İdris
Tiryaki Tevfik Dayıma,
dayım hiç aralı değil,
sanki hala Yemen’de.
Bakkal dükkânını batırdı geçen kış,
çardaklı kahveyi açtı bu yaz
Balıkçı İlyas’ın bitişiğinde.
Bir Rumeli havası tutturmuş davul zurna,
kazanda pilav zerde.
Şu düşten hiç uyanmasam da,
sayıklaya sayıklaya
dünya evine girsem bu gece.
Cevat Çapan
Gollik Mustafa diye biri
Muhtaramcamın dünürü,
kaymakam ne zaman köye gelse,
cevizin altına masa kurulsa,
Gollik sofranın bülbülü.
Kaymakam ehlikeyf adam.
Muradı türkü dinlemek
bir elinde kadehi.
Muhtarda ne ses, ne kulak,
türkü de Gollik’in işi.
Çöküp dünürünün yanına,
attımı elini kulağına,
bozlağın, hoyratın türlüsü,
Gel gör ki Gollik’in eli parmaksız;
askerken Sarıkamış’ta,
cıva düşmüşken eksi otuza,
donmuş dökülmüş her biri.
Şimdi ne zaman otursam,
bir cevizin altına,
gözümde Gollik’in parmaksız eli,
kulağımda bir yanık türkü.
Cevat Çapan
Bir sesler dünyasında yaşıyoruz son günlerde:
Deniz Kızı Eftelya, hamiyet Yüceses;
bazı geceler mehtap bizi sürüklüyor sularda.
Nicedir uzaklara uğurladığımız dostlardan
haber almadan,
sabahları sessizliğe açılan pencerelerden
toprak damlarda düşlere sinen gölgeleri
yorumluyoruz.
Seslere renkler karışıyor bazı geceler:
nerdeyse unutmuşken o yaz geçen günleri
yanan bir yalının alevlerini seyrediyoruz
bir başka kıyıda.
Bir adam ormanla konuştuğunu sanıyor
ağaçların adlarını fısıldayarak;
bir kadın her akşam denize bakıyor durmadan
o saatlerde geri döneceklerini umarak
sabah karanlığında yaka paça götürülenlerin.
Çocukların gözleri göklerde, uçan kuşlarda,
kuş seslerinde kulakları. –
bir sesler dünyasında yaşıyoruz ne de olsa –
ve sararan fotoğraf koca dünya.
Bitmeyen bir yolculuk bu karabasan
feryatla imdat arasında.
Cevat Çapan
Sıradan Bir Gün
Buraya, denizi gören bu dağın eteğine
dilimde yarı unutulmuş şarkı sözleri,
kulağımda su sesi, suların sesi,
rüzgâra sarınıp geldim.
Ağaran gün, kararan geceyle,
kirazın kızarma hızıyla geldim,
bir uzun havayla çok uzaklardan
can havliyle
bu tutuk dil çözülsün diye
bekledim.
Şimdi
tek ses, zeytin ağaçlarından gelen
ağustosböcekleri,
tek ateş, kızgın kayalardan yansıyan
ağustos güneşi,
tek umut, yıllarca dolaştığım imgelemin
koyaklarında
bize sevgiyi sezdiren bütün o yitirdiklerimizle
birlikte soluduğumu sandığım
o derin sessizlik,
o akşam serinliği.
Cevat Çapan
Kış Bitti
‘Vedalaşmaların ilmini yaptım ben, ‘
Sürgünlerin uzmanlığını.
Bir vapur nasıl kalkar bir limandan.
Tren nasıl acı acı öter, öğrendim.
Yıllarca mektuplarla yaşadım.
Kaçak tütün, yasak yayın
Larla beslendim.
Unutmadım. Unutmadım.
En çok yelkenleri özledim
Bozkırın buzlu yalnızlığında.
Dağlar yoktu, dağlar yoktu,
Rüzgarlara yaslandım.
Çılgın mıydım, tutsak mıydım
Yüreğinde karanlığın?
Kan kurudu-
Ben gül oldum açıldım.
Cevat Çapan
Usulca gir kapıdan, zile basma.
Hiç telaşlanma ben daha dönmemişsem.
Yoldayımdır, nerdeyse yokuşun dibinde,
Suların kararmasını bekliyorumdur,
Tuğla harmanlarından gelen yanık havanın
Bahçedeki akşamsefalarına sinmesini.
Güç bela dizginliyorumdur içimde
Dörtnala sana koşan küheylanları.
Bütün gün kağıttan dağlar arasındaydım,
Nabzım ileri giden bir saat gibi işledi durdu.
Dilekçeler, kararlar, tozlu makbuzlar:
Hep adını okudum silinmiş satırlarda.
Pencerede kuleler, minareler, kirli gök.
Durmadan kuşlar uçtu bir bacadan.
Rüzgara karışan saçlarını gördüm
Bulutlu aynalarda.
Balkonun kapısını aç, su ver saksıdaki çiçeğe.
Geyikli örtüyü ser masaya, dinlen biraz.
Sessizlik şaşırtmasın seni, ürkütmesin.
Ben içindeyimdir o alaca sessizliğin.
Şehrin gürültüsü dolacak az sonra odaya,
Karanlık bir yankıya dönüşecek karşı dağlarda.
Cevat Çapan
Yaka bağır açık oturuyorum arka bahçede.
Yıllardır açmamıştım yakamı bağrımı.
Sanki bu bahçeyi de çoktan unutmuşum,
şurada teneke saksılarda fesleğen olduğunu;
bir zamanlar,
çocukların oynadığını tahta çitin ardında.
Bir ölüm sessizliği ölümlerden sonra.
Kuşlar da konarmış komşunun kurumuş ağacına.
Nerdeyse denizi göreceğime inanacağım
başımı kaldırsam.
Kötü günlerin iyimserliği bu.
Kaç kişi kaldı bu mahallede eski havuzlu
kahveden
gece vardiyasında birlikte
‘Açmam açamam’ı söyleyen?
Cevat Çapan
O yaz,
bol bol roman okudum,
denize girdim kimsesiz kumsallarda;
rüzgârların, balıkların adlarını öğrendim.
Nice cümlelerin altlarını çizdim
kırmızı kalemimle.
Örneğin,
“Asker dolu bir tren tarihi değiştirebilir.”
Sonra gene aynı kitaptan,
“Bir ardıçkuşu şakımaya başladı akasya ağacında.”
Geceleri,
sararan otların üzerine uzanıp
bir açıkhava sineması seyrettim
gökteki yıldızlardan
ve altını çizdiğim cümlelerle konuşturdum onları.
Uzaktan bir çağlayanın sesi karışıyordu
yıldızların mırıltılarına.
Gene de duyabiliyordum Adil Nuşiran’ın huzurunda
hayat denilen bu acılar denizinde
en acımasız dalganın ne olduğu konusunu tartışan
üç bilge kişiyi.
Odama çekilip yatmadan önce,
tarihi değiştirebilecek asker dolu o trenin
hızla geçtiğini duydum,
sonra da
akasya ağacında şakımaya başlayan ardıçkuşunu.
Karşıda Midilli,
denizin ötesinde, sessiz.
Bu sessizlik sanki
o sevdalı kadının
bin kulaklı geceye fırlattığı çığlık
binlerce yıl önce.
Cevat Çapan
Cimin, cengice, hah –
köylerde dolaştık bütün gün,
Üzüm yedik bağlarda, buğulu,
bir başka dilde konuştuk.
Soluyan atlarımızla girdik geceye,
düşlere durduk.
Cevat Çapan
Yıllar sonra Alplerden inerken
bir dağ yolu mu bu diye kendine sorarsan
daha binbir soru varken zihnini kurcalayan
elinde bir dağlalesiyle seni karşılayan
şu küçük kızı alnından öp
ve dinlen biraz.
Yıllar önce, uzaklarda,
doruklarına tırmandığın,
rüzgârlarını ezberlediğin,
başka dağları düşün.
O bildik dağların koyaklarında biriken,
sonra eriyip boz bulanık ırmaklara karışan
kadarıyla ak git sen de
uzaklara, dağların ardına,
kavruk çöllere.
Uçak gürültülerinin, kum fırtınalarının içinden,
Düşlerinde o küçük kız,
Bir dağlalesi elinde.
Cevat Çapan
Neyle boğuşur insan
koşup yorulduktan sonra
geçmiş zamanın ardından
silik, karanlık anılarından başka
yapayalnız kalmışsa o yalancı pehlivan?
Temennalar, naralar,
elenseler, şikeler, tuş olmalar bir yana-
nerede can yoldaşları
doruklara tırmanan
o korkusuz dağcılar,
pişmanlık denizinde
vurgun yiyen dalgıçlar?
Mutluluk bir gülmüş eskiden
adı üç kez anılan.
Cevat Çapan
O göçebe kuşları da merak ederdin sen,
yılın hangi ayında geldiklerini,
gelirken hangi enlemlerden geçtiklerini,
yuvalarını nerelerde yaptıklarını…
Turuncu, altın sarısı, siyah tüylü o kuşlar.
Onları anlatırdım sana kış geceleri,
aştıkları lacivert denizleri,
adlarını uydurduğum kimsesiz adaları.
Arslanlar kükretirdim geride kalan ormanlarda,
filler dolaştırır, timsahlar dövüştürürdüm
çamurlu ırmaklarda.
Derken kızıl kiremitler görünürdü bir kıyı
köyünün dağınık damlarında.
Ve bahar yağmurları yağdıran bulutların
arasından süzülür bir gölün kıyısına konarlardı kuşlar.
Dönüşlerini anlatmamı istemezdin hiç.
Hep kalsalar, derdin, o gölün kıyısında
ya da yuvalarını yaptıkları saçak altlarında.
Kışa doğru, geceler uzar, koyulaşırdı karanlık.
Sen büyürdün, büyürdü göçebe kuşların
giderken aramıza bıraktıkları sessizlik
Cevat Çapan
Rodos’tan Bodrum’a geçerken
kayığımla.
Dante’yi okudum, demişti Balıkçı,
ay ışığında.
Paluko teknenin burnunda
suların derinliğini ezberliyordu
mavi gözlerinde balık bir dünya.
Anlattığın o uzak denizlerin
kumsalları da ıslanmış olmalı bu sabah
birden boşalan sağanakla;
belki kayalar bile yumuşamıştır
yağmurlu dalgalarla.
Coğrafyacı Strabon anlatıyor,
çok pınarlı İda’nın eteklerinden
Ege’ye akan ırmakların kıyılarındaki
yeşil ovaları.
Sonra da Zeus’un, kendine şarap sunucusu
yapmak için,
bir kartala dönüşüp pençeleriyle
Kral Tros’un yakışıklı oğlu
Ganymides’i
nasıl kaçırdığını.
(Sözcükler 4, Kasım-Aralık 2006)
Cevat Çapan
Uykusuz geceler bunlar
dağ başlarında, nöbette.
Uzakta, çok uzakta,
tek tük ışıklarını seçtiğin şehir
sokaklarında kısık sesle
şarkılar söylediğin.
Cevat Çapan