İzmir’de bir ağaç gördüm Adı karabiberdi karabiber Yaprağının ucunu ısırdım Tadı karabiberdi karabiber.
Bir yaşıma daha girdim Biber dediğin tuzluğa yaraşır Fidesi olur fidan olur Bir çınar boyunda karabiber İnsanın başı döner
Çiçek mi,meyva mı,tohum mu nedir Nar tanesi gibi pırıl pırıl Çingen pembesinden sıcak Karabiber ağaçlar dolusu Karabiber sebil Karabiber salkım saçak
İzmir’de bir ağaç gördüm Adı karabiberdi Ya karabiber türküsü Allahım Necati Cumalı söylerdi Soba borusu gibi bir sesi vardı Karabiberim,derdi karabiberim Candarmalar geliyor kalk gidelim
İzmir’de bir ağaç gördüm Adı karabiberdi Benim,avuç içi kadar saksılarda Asma kütükleri,yeşerten anam Bu ağacı görse sevincinden ağlardı
İzmir’de bir ağaç gördüm Adı karabiberdi Dalını,meyvasını,gölgesini Getirdi masamıza serdi Yapraklarını görsen bayılırsın Bir yazma oyası kadar ince Söğüt dallarından narin Saçlarının arasında dolaştığını duyarsın İncecik biberli ellerin
Karınca
ulan karınca 46’ncı kata nasıl çıktın merdivenle mi asansöre mi bindin?
ulan insan kendini beğenmiş şaşkın demek senin yaptığını yapabildiğime şaştın bahse girer misin her işte karıncadan üstün olduğuna?
insan oğlu güldü sonra 46’ncı katın pencerelerinden birini açtılar ikisi birden atladılar
insancık torba kağıdı gibi patlayıverdi kaldırımda kan revan karıncaya gelince acelesi yoktu o daha 42’nci katın önündeydi.
Keçiyi Yardan
Keçiyi yardan uçuran Bir tutam ottur Gözümün önüne geliyor keçi Hala cıvıl cıvıl gözlerinin içi Ağzında ecel yeşili Körpe ıslak Ezilmiş yırtılmış bir çift yaprak Uçurumun dibinde incecik bir su Tatlı mı tatlı duru mu duru Açmış kocaman gözlerini Düşünür su Canlıyken ne kadar hafifti keçi Şimdi ne kadar ağır.
Kusura Bakma
Kusura bakma İçinde bulunduğum an Bir yarın geçmişte neyleyim Gelecekte öteki yarın Zaman dediğin hasba üç ayaklı Birinin canı ötekinde saklı Şu anın canı gelecekte Geleceğin canı geçmişte saklı
Paramparça
Ağaç bütün Işık bütün Meyve bütün Benim dünyam paramparça.
Büyük bir ayna kırılmış Kırılıp yere dökülmüş Kainat içine düşmüş Düşmüş amma paramparça.
Yaprak yaprak yapıştırdım Diyar diyar dolaştırdım Bir alevdir tutuşturdum Yandım amma paramparça.
Pul Pul..
Yedi tepeye kurulmuş Pul pul Gümüş gümüş balıkları Pul pul Işıktan sudan örülmüş Canım İstanbul
Sana Büyük Şehirlerden Bahsedeceğim
sana büyük şehirlerden bahsedeceğim. en büyük camiler orada kurulur, en küçük mezarlar orada kazılır en kara yazılar orda dizilir.
yüksek minarelerde sela verilir, civar hanelerde zina edilir. büyük şehirlerde yalan söylenir, halbuki küçük köylerin mezarlığı bile yoktur.
büyük şehirlere bağlanma mehmedim. öyle bir şehre yerleş ki, küçük olsun fakat bizim olsun. sokaklarında tanımadık yüz, ensesine şamar atmayacağın kimse dolaşmasın. her ağacına elin, her karış toprağına terin değsin. ve kuytu evlerden birinde senden habersiz ölenler olmasın.
Selam İle Haram
Biz dünyadan gider olduk Kalanlara selam olsun Ama hep böyle gidecekse bu dünya Kalanlara haram olsun.
Sevgi Üstüne
Bütün kitapları yakmalı Sevda üstüne ne söylemişlerse yalandır Kitaplara göre insan Karanlıkta yüzüne bin mumluk lâmba tutulmuş Gözleri, yüreği kamaşmış insandır Aptaldır, hastadır, kahramandır Bütün kitapları yakmalı Sevda üstüne ne söylemişlerse yalandır. İçinde bir tek suret yaşayan yüreğe yürek mi derler Bir tek yaprak veren dalın boynun burarlar Bir tek meyve veren dalı keserler İnsan dediğin bir buğday tarlası gibi olmalı Esti mi rüzgâr bir değil milyonlar için esmeli Bir tek meyve veren dalı kesmeli İnsan dediğin derya misali Üstünde milyonlarca dalga İçinde kıyametler kopmalı İnsan dediğin derya misali Uçsuz bucaksız olmalı.
Gel çıkalım sevgilim gel Gel kurtaralım birler hanesinden Çekelim gidelim bir uçtan uca Açalım yüreğimizin kapılarını sonuna kadar Sevelim sevelim sevelim Sevebileceğimiz kadar
Sitem…
Önde zeytin ağaçları arkasında yar Sene 1946 Mevsim Sonbahar Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim Dalları neyleyim. Yar yollarına dökülmedik dilleri neyleyim.
Yar yar!..Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar Değirmen misali döner başım Sevda değil bu bir hışım Gel gör beni darmadağın Tel tel çözülüp kalmışım. Yar yar Canımın çekirdeğinde diken Gözümün bebeğinde sitem var
Susadım
Susadım Üç tane elma soydular,üç tane portakal Nafile Bir bardak suyun yerini tutmadı Acıktım Kuş sütü,kuru üzüm getirdiler Nafile Bir çimdik somunun yerini tutmadı Seni düşündüm sevgilim şükrederek Su gibi aziz olasın her daim Ekmek gibi mübarek.
Taze Taze
Dondurma kutusu üstünde Üç kırmızı çiçek Canımın içi kadar sıcak Dilediğim kadar kırmızı Özlediğim kadar gerçek. Dondurma kutusu üstünde yaz gelmiş meğer Neler getirdi kim bilir neler Neler götürecek.
Tuz
Bir yanım tuz, Bir yanım şeker Tuzdan yanayım
Bir yanım deniz Bir yanım toprak Denizden yanayım
Bir yanım sen Bir yanım ben Senden yanayım
Yaradana Mektuplar
Yıldızların, çivilediğin yerdeler, Bulutların, eksik olmasınlar, Hep ayni minval üzere, senden gelip sana giderler.
Güneşin böler günlerimizi Bir portakal gibi ortasından ikiye Yarısını kulların yer, yarısını geceler.
Denizlerin senin elinle doldurduğun kasede çalkalanmaktadırlar Ne bir damla artmış, ne bir damla eksilmişlerdir.
Dağların bizim ayağımıza çok bol geldi; Onları bir defa bile giyen olmadı. Daha dün elinden çıkmış gibi hepsi yepyeni Şimdilik eskiyen bir şey varsa ömrümüzdür!
Sorup duruyoruz: Niçin nüfus kütüklerinde her gün yeni bir isim, Kitaplarda yeni bir kahraman? Biz ölen ağaçları yontup Gemilerimize direk yapıyoruz Bizim canlarımızı alan acep onlarla ne yapar?
Saksılarda hep aynı karanfiller açıyor Tanrım. Niçin, biz bir defa doğuyoruz?
Üç Dil
En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde Ana avrat dümdüz gideceksin En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde düşünüp rüya göreceksin En azından üç dil Birisi ana dilin Elin ayağın kadar senin Ana sütü gibi tatlı Ana sütü gibi bedava Nenniler, masallar, küfürler de caba Ötekiler yedi kat yabancı Her kelime arslan ağzında Her kelimeyi bir bir dişinle tırnağınla Kök sökercesine söküp çıkartacaksın Her kelimede bir tuğla boyu yükselecek Her kelime bir kat daha artacaksın
En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde Canımın içi demesini Canım ağzıma geldi demesini Kırmızı gülün alı var demesini Nerden ince ise ordan kopsun demesini Atın ölümü arpadan olsun demesini Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini İnsanın insanı sömürmesi Rezilliğin dik alası demesini Ne demesi be Gümbür gümbür gümbürdemesini becereceksin
En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde Ana avrat dümdüz gideceksin En azından üç dil Çünkü sen ne tarih ne coğrafya Ne şu ne busun Oğlum Mernuş Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun.
Yetim Bahçe
Senin güllerin her yerde açar Dağda, bayırda, kırda, bozkırda Bozkır biraz şüpheli ama Günlerden bir gün açar mı açar Bozkır dediğin sakar Senin güllerin her yerde açar Ya benim güllerim Sevinen çocuk gözlerinde bir Bedava iyilik yapanların gözlerinde iki Bağışlamasını bilen yüreklerin en kuytu yerinde açar üç Benim güllerimle senin güllerin el ele En güzel bahçe Benim güllerim olmadıkça Senin bahçelerin yetim, yitik
Zındanı Taştan Oyarlar
Sılanın ufak tefek yolları Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri Tepeden tırnağa şiir gülleri Yiğitim aslanım aman burda yatıyor
Bugün efkarlıyım açmasın güller Yiğitimden kötü haber verirler Demirden döşeği taştan sedirler Yatak diken diken yastık batıyor Yiğitim aslanım aman burda yatıyor
Bir şubat gecesi tutuldu dilin Silaha bıçağa varmadı elin Ne ana ne baba ne kız ne gelin Yiğitim aslanım aman burda yatıyor
Ne bir haram yedin ne bir cana kıydın Ekmek kadar temiz su gibi aydın Hiç kimse duymadan hükümler giydin Yiğitim aslanım aman burda yatıyor Döşek melil mahzun yastık batıyor
Mezar arasında harman olur mu onüç yıl hapiste derman kalır mı Azrail aç susuz canın alır mı Yiğitim aslanım aman burda yatıyor Döşek melil mahzun yastık batıyor
Zindanı taştan oyarlar İçine bir yiğit koyarlar Sağa döner böğrü taşa gelir Sola döner çırılçıplak demir Çeliğin hası da yiğitim aman böyle bilenir Döşek melil mahzun yastık batıyor Yiğitim aslanım aman burda yatıyor
Dilimde dilimi bulduğum, gücüne kurban olduğum Anam babam gibi övdüğüm Dayan aslan ustam yiğitim dayan Dayan hey gözünü sevdiğim Bugün efkarlıyım açmasın güller Yiğitimden kötü haber verirler
Sana kökü dışarda diyenlerin kökleri kurusun Kurusun murdar ilikleri dilleri çürüsün Şiirin gökyüzü gibi herkesin Sen Kızılırmak’çasına bizimsin En büyük demircisi dilimizin Canımız ciğerimizsin
Bugün burdaysa şiirin yarın Çin’dedir Bütün hışmıyla dilimiz Kökünden sökülmüş bir çınar gibi yüreğimiz içindedir
Bugün burdaysa şiirin yarın Çin’dedir Acısıyla sızısıyla alnının kara yazısıyla Bir yanı nur içinde tertemiz Bir yanı sızım sızım sızlayan memleketimiz içindedir
Bugün burdaysa şiirin yarın Çin’dedir Bütün hışmıyla dilimiz Kökünden sökülmüş bir çınar gibi yüreğimiz içindedir
İstida
Yarab! İnsan oğullarından çektiğim yeter Gök yüzünden benim hisseme düşeni ver Altına dilediğim gibi ömrümü sereyim Mendil kadar olsun tarlamı ayır Beni doyuracak ağacı göster.
Rabbim! İnsan oğullarından çektiğim yeter Yalnız senin ellerin gezinsin ömrümde Beni yalnız sen mahkum eyle sen azat Ve yalnız sen canımı iste benden ki Nereye saklayacağımı şaşırmadan vereyim.
Bedri Rahmi Eyüboğlu
Üzüm Yeşili
Gel benim üzüm yeşilim Yandaki zeytine gidelim Gel benim üzüm yeşilim Çam ağacına gidelim Zeytinin rüzgarı tir tir Çam ağacınınki pir pir Benimki oldum olası delidir Gel benim üzüm yeşilim Nar ağacına gidelim Gel benim üzüm yeşilim Trabzon üzümüne gidelim Gel benim üzüm yeşilim Yeşillerin gönüllüsü Yeşillerin durucusu Haydi bakkala gidelim Bir kilo üzüm alalım Torba kağıdına girmeden Yürü çeşmeyi boylayalım Yıkansın üzüm yeşilim Sonra salkım almalı Çarşının içine dalmalı “Var mı” “Var mı” diye sormalı. Üzümün böyle derlisi Yeşilin böyle toplusu. Gel benim üzüm yeşilim Haydi maviye gidelim Biz değmesek Mavi küser Mavi bizsiz ne halteder Gel benim üzüm yeşilim Yeşillerin en nazlısı Sen üzümün yeşilisin Üzüm olman şart değil Bir çok dallara konarsın Hatır sualler sorarsın Gel benim üzüm yeşilim Seninle Bedros’a gidelim.
Türküler Dolusu
Kirazın derisinin altında kiraz Narın içinde nar Benim yüreğimde boylu boyunca Memleketim var Canıma ciğerime dek işlemiş Canıma ciğerime Sapına kadar. Elma dalından uzağa düşmez Ne yana gitsem nafile. Memleketin hali gözümden gitmez Binbir yerimden bağlanmışım Bundan ötesine aklım ermez.
Yerliyim yerli olmasına ilmik ilmik, damar damar Yerliyim. Bir dilim Trabzon peyniri Bir avuç tiftik Bir çimdik çavdar Bir tutam şile bezi gibi Dişimden tırnağıma kadar Ressamım. Yurdumun taşından toprağından şurup gelir nakışlarım Taşıma toprağıma toz konduranın Alnını karışlarım Şairim şair olmasına Canım kurban şiirin gerçeğine hasına içerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter Eğri büğrü , kör topal kabulum Şairim Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası Ayak seslerinden tanırım Ne zaman bir köy türküsü duysam Şairliğimden utanırım Şairim Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm
Hey hey, yine de hey hey Salınsın türküler bir uçtan bir uca Evelallah hepsinde varım Onlar kadar sahici Onlar kadar gerçek insancasına, erkekçesine ‘Bana bir bardak su’ dercesine Bir türkü söylemeden gidersem yanarım.
Ah bu türküler Türkülerimiz Ana sütü gibi candan Ana sütü gibi temiz Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla Köyümüz, köylümüz, memleketimiz. Ah bu türküler, Köy türküleri Dilimizin tuzu biberi Memleket ahvalini onlardan sor Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen’i Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni… Ben türkülerden aldım haberi.
Ah bu türküler, köy türküleri Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak Hilesiz hurdasız, çırılçıplak Dişisi dişi, erkeği erkek Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara Bıçağı bıçak . Ah bu türküler köy türküleri Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi Kiminin reyhasından geçilmez Kimi zehir, kimi zemberek gibi.
Ah bu türküler, köy türküleri Olgun bir karpuz gibi yarırılır içim Kan damlar ucundan, murekkep değil işte söz, işte ses, işte biçim: ‘Uzun kavak gıcım gıcım gıcılar’ iliklerine kadar işlemiş sızı Artık iflah olmaz kavak ağacı Bu türkünün yüreğinde sancı var.
Ah bu türküler, köy türküleri Ne düzeni belli, ne yazanı Altlarında imza yok ama içlerinde yürek var Cennet misali sevişen Cehennemler gibi dövüşen Bir çocuk gibi gülüp Mağaralar gibi inleyen Nasıl unutur nasıl Ömrunde bir kez olsun Halk türküsü dinleyen…
Yar Yüreğin Yar
elmayı ikiye böldüler içinden kurt çıktığın gördüler ağacı lime lime dildiler böceğin halinden bildiler ferman padişahınsa dağlar bizimdir denildi dağların bağrı deşildi çözüldü mevsimlerin sırrı yaprak yaprak yedi kat yerin dibinden haber getirdi gözünü sevdiğim tohum, gözünü sevdiğim toprak kılı kırka yardılar oğul suyun sudan gizlisi kalmadı suyun sudan gizlisi kalmadı buğdayın macerası meydanda yıldızların sırrı aşikar oldu arı gözümüzün önünde sızdı balını karanfil alevini kırlangıcın alınyazısı penceremzin önünde yazıldı bir sensin gizlenen oğul ağlarsın gizli gizli seversin gizli gizli ölürsün gizli gizli çatlarsın arzudan, iştihadan yer yarılır yere geçersin söyleyemezsin yar yüreğin yar vakit tamamdır neler aldın dünyamızdan bunca zamandır yar yüreğin yar gör ki neler var belki seyyar kuşların ömrü kadar sade aydınlık belki vişne çiçekleri kadar beyaz ılık belki çürümüş yılanlar kadar mundar belki mahzende yıllanmış şarap kadar lezzetli bir aşktır fışkırıp çıkacak ne çıkarsa bahtımıza yar yüreğin yar bölüşelim beraber ağlayalım dertleşelim yar yüreğin yar yarmağa değer bir insan tanımak oğul, bir cihan tanımağa bedel…
İstanbul Destanı Şair: Bedri Rahmi Eyüboğlu İstanbul deyince aklıma martı gelir Yarısı gümüş, yarısı köpük Yarısı balık yarısı kuş İstanbul deyince aklıma bir masal gelir Bir varmış, bir yokmuş
İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir Anadolu’da toprak damlı bir evde Gülcemal üstüne türküler söylenir Süt akar cümle musluklarından Direklerinde güller tomurcuklanır Anadolu’da toprak damlı bir evde çocukluğum Gülcemalle gider İstanbul’a Gülcemalle gelir
İstanbul deyince aklıma Bir sepet kınalı yapıncak gelir Şehzadebaşı’nda akşam üstü Sepetin üstünde üç tane mum Bir kız yanaşır insafsızca dişi Boyuna bosuna kurban olduğum Kalın dudaklarında yapıncağın balı Tepeden tırnağa arzu dolu Sam yeli, söğüt dalı, harmandalı Bir şarap mahzeninde doğmuş olmalı Şehzadebaşı’nda akşam üstü Yine zevrak-ı derunum Kırılıp kenara düştü
İstanbul deyince aklıma Kapalıçarşı gelir Dokuzuncu Senfoniyle kolkola Cezayir marşı gelir Dört başı mamur bir gelin odası Haraç mezat satılmakta Bir gelinle güvey eksik yatakta Köşede sedef kakmalı tombul bir ut Tamburi Cemil Bey çalıyor eski plakta Sonra ellerinde şamdanlar nargileler Paslı Acem kılıçları Amerikan kovboyları Eller yukarı
Ne kadar da beyaz elbiseleri Amerikan deniz erleri Kocaman bir papatyadan yolunmuşlar gibi Sütten duru buluttan beyaz Beyazın böylesine ölüm yakışır mı dersin Yakışmaz Ama harbederken onlara Bambaşka elbiseler giydirirler Kan rengi, barut rengi, duman rengi Kin tutar, kir tutmaz
İstanbul deyince aklıma Kocaman bir dalyan gelir Kimi paslı bir örümcek ağı gibi Gerinir Beykoz’da Kimi Fenerbahçe’de yan gelir Dalyanda kırk tane Orkinos Kırk değirmen taşı gibi dönmektedir Orkinos dediğin balıkların şahı Orkinos mavzerle gözünden vurulur Denizin içinde ağaçlar devrilir Kan çanağına döner dalyanın yüzü Camgöbeği yeşili bulanır Bir çırpıda kırk Orkinos Reisin sevinçten dili dolanır Bir martı gelir konar direğe Atılan Kolyosu havada yutar Bir başkasını beklemez gider Balıkçı gülümser tatlı tatlı Adı Marikadır bu martının der Her zaman böyle gelir böyle gider
İstanbul deyince aklıma Adalar gelir Dünyanın en kötü Fransızcası orda harcanır Çalımından geçilmez altmışlık madamların Ağzı dili olsa da tenhadaki çamların Görüp göreceği rahmeti anlatsa insanların
İstanbul deyince aklıma kuleler gelir Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır Ama şu Kızkulesinin aklı olsa Galata kulesine varır Bir sürü çocukları olur
İstanbul deyince aklıma Tophane’de küçücük bir sokak gelir Her Allahın günü kahvelerine Anadolu’dan bir sürü fakir fukara gelir Kimi dilenecek dilenmesine utanır Kiminin elinde bir süpürge peyda olur uzun Dudaklarında kirli paslı bir tebessüm Çöpçü olmuştur bugüne bugün Kiminin sırtında perişan bir küfe Kiminin sırtında nakışlı semer Şehrin cümbüşüne katılır gider Kalın yağlı bir kolana koşulur Piyano taşırlar omuz omuza Kendinden ağır yükün altında adamlar Balmumu gibi erir dururlar Sonra kanter içinde soluk alırlar Nazik eşya nazik hamallar ister neylersin Ama onlar kadar piyanoyu ciddiye alırlar mı dersin Nazdan nazik çiniden bilezik eller Derken Karşı radyoda gayetle mülayim bir ses Evlere şenlik Üstad Sinir Zulmettin Hacıyağına bulanmış sesiyle esner: Gamı şadiyi felek Böyle gelir böyle gider
İstanbul deyince aklıma Stadyum gelir Güne güneşe karşı yirmibeşbin kişi Hepsinin dudağında İstiklal Marşı Bulutlar atılır top top pare pare Yirmibeşbin kişilik bir aydınlık içinde eririm Canım ağzıma gelir sevinçten hilafsız İsteseler bir gelincik gibi koparır veririm
İstanbul deyince aklıma Stadyum gelir Kanımın karıştığını duyarım ılık ılık Memleketimin insanlarına Daha fazla sokulmak isterim yanlarına Ben de bağırırım birlikte Avazım çıktığı kadar Göğsümü gere gere Ver Lefter’e yaz deftere Stadyum gelir İstanbul deyince aklıma Binlerce insanın aynı anda Aynı şeyi duymasından doğan sevincin Heybetini düşünürüm Birbirine eklenir kafamda Binler yüzbinler milyonlar Sonra bir mısra havalanır ürkek Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar
İstanbul deyince aklıma Yahya Kemal gelirdi bir eyyam Şimdi Orhan Veli gelir Demindenberi dilimin ucundasın Orhan Veli Demindenberi senin tadın senin tuzun Senin şiirin senin yüzün Yaralı bir güvercin misali Başımın üstünde dolanır durur Gelir sessizce konar bu şiirin bir yerine Neresine mi arayan bulur Erbabı bilir Deli eder insanı bu şehir deli Kadehlerin çınlasın Orhan Veli
İstanbul deyince aklıma Sait Faik gelir Burgaz adasında kıyıda Mavi gözlü bir çocuk büyür döne döne Mavi gözlü bir ihtiyar balıkçı gencelir küçülür İkisi bir boya geldi mi Sait kesilirler Bütün İstanbul’u dolaşırlar elele başbaşa Ana avrat küfrederler uçan kuşa eşe dosta Sivriadada da martı yumurtası toplarlar çilli çilli Ziba mahallesinde gece yarısı Sabaha Galata’dan geçer yolları Maytaba alacakları tutar kahvede Zararsız bir deliyi Ula Hasan derler gazeteyi ters tutaysun Çaktırmadan gazetesini tutuştururlar fakirin Sonra oturup sessizce ağlarlar
İstanbul deyince aklıma Sait Faik gelir Taşında toprağında suyunda Fakirin fukaranın yanıbaşında Bir kalem bir bilek bilendikçe bilenir Kıldan ince kılıçtan keskin Hep iyiden güzelden yana Hep kimsesizlerin
İstanbul deyince aklıma Said’in son yılları gelir Hey Allahım en güzel çağında Said’e Dört beş yıl ömrün kaldı denir Sait Sait olur da nasıl dayanır Mavi gözlü çocuk boşverir ölüm haberine İhtiyar balıkçı pis pis düşünür Bir zehir yeşilidir açılır Bir yeşil ki ciğerine işler adamın Bir yeşil ki kasıp kavurur Küçük mavi çocuk İhtiyar balıkçı Ve dilimize bulaşan zehir yeşili İstanbul çalkalandıkça bu denizlerde dipdiri Dilimiz yaşadıkça yaşasın Said’in şiiri
İstanbul deyince aklıma Sabiyem gelir Sabiyem boynundan büyük bir demetle Sarıyer’den gelir Pendik’ten gelir Bahar nereden gelirse velhasıl Sabiyem oradan gelir Ne delidir ne divane Aslını ararsan çingenedir Tepeden tırnağa güneştir Topraktır Anadır Analar içinde bir tanedir Biri sırtında biri memesinde biri karnında Karnı her daim burnundadır Canını mendil gibi takar dişine Yürekten birşeyler katar işine Bir ucundan girer şehrin ötekinden çıkar Alçakgönüllüdür Sabiyem Hem maşa satar, hem göbek atar Ver bir çeyrek güzelim der Neyse halin o çıksın falin Canı çıkar Sabiyemin falı çıkmaz Sonra anlatır dün gece başına gelenleri Görürüm üryamda bir sarı yılan Cenabet uğraşır durur benimlen Uyanır bakarım benim bebeler Yatağın ucuna kaymış Ayağımın parmaklarını emer
İstanbul deyince aklıma Bir basma fabrikası gelir Duvarları uzun masaları uzun sobaları uzun Dal gibi dalyan gibi kızlar çalışır bütün gün ayakta Kanter içinde mahzun Yüzleri uzun elleri uzun günleri uzun Fabrikada pencereler tavana yakın Al topuklu beyaz kızlar dalga geçmeyin Dışarda ağaçlar dizi dizi Duvarlar duvarlar uzun duvarlar Niçin ağaçlardan ayırdınız bizi Dışarda tarlalar turuncu asfalt mosmor Dışarda dışarda dışarda Mevsim gürül gürül akıp gidiyor Ondokuz yaşında Eyüplü Gülsüm Dalmış beyaz köpüklü akışına ipeklilerin Kötü kötü düşünüyor İpeğin akışına doyum olmaz Ama gel gör ki ipekli emprimeden oğlana don olmaz Bir top Amerikan bezi sakız gibi beyaz Bir top Amerikandan neler çıkmaz Perdeler yatak çarşafları çoluğa çocuğa çamaşır Sakız gibi ağarmış bir top Amerikan bezi Gülsüm’ün gözleri kamaşır Üçüncü oğlanı doğururken Gülsüm Bir top Amerikana hasret sizlere ömür Gülsüm’lerin sürüsüne bereket Yerine bir Gülsüm’cük bulunur elbet Gider Gülsüm gelir Gülsüm Azrail ettiğin bulsun
İstanbul deyince aklıma Ağzına kadar soğan yüklü bir taka gelir Sülyen kırmızısı üstüne zehir gibi yeşil Samsun’dan Sürmene’den Sinop’tan Yaz demez kış demez mutlaka gelir Kirli yelkeninde yeni bir yama Demirinin pası gelir dilime Nabzımda duyarım motorunun hızını Canımın içine sokasım gelir İri kalçaları pullu denizkızını
İstanbul deyince aklıma Takalar gelir Alçakgönüllü kalender Ya Peleng-i Deryadır adları ya Şimşir-i Zafer İstanbul deyince aklıma Koca Sinan gelir On parmağı on ulu çınar gibi Her yandan yükselir Sonra gecekondular gelir ardısıra İsli paslı yetim Eyy benim dev memesinde cüceler emziren acayip memleketim
Soyunsun gözlerimin cilasında Gelmiş, gelecek bütün kızlar, Soyunsun hafızanın insan gözü değmemiş yerinde Sineler, buseler, arzular Ve bütün bir ömür Lahzada harcansın Yıkansın gözlerim yıkansın! ..