Gide Gide
Gösterir gün gibi, düşüncelerin
Derinden derine âşıksın gönül.
Çıkla kadın desem yalan söylerim
Sen başka birine âşıksın gönül.
Kırılmış telleri sevda sazının
Eşi yok sendeki ince sızının
Tarlada çift süren köylü kızının
Topraklı terine âşıksın gönül.
Maraş’a, Muğla’ya, Kırklareli’ne
Yiğit Köroğlu’nun Çamlıbel’ine
Kars’ın yaylasına, Van’ın gölüne
Ağrı’nın karına âşıksın gönül.
Baharın bulutu, seherin yeli
Sarı seller gibi coşturur seni
Varsın bilmeyenler desinler ‘deli! ‘
Bugünden yarına âşıksın gönül.
Yüksekten dökülen suyun sesine,
Kekik kokusuna, çam gölgesine,
Renklerden sütbeyaz, koyu yeşile,
Toprağın moruna âşıksın gönül.
Yiğitin, sözünden dönmeyenine
Ateşin, yıllarca sönmeyenine
Silahın, omuzdan inmeyenine
Atın gök kırına âşıksın gönül.
İyinin iyisi, güzelin hası..
Susamış yolcuya su veren tası
Edibin kalemi, ressam fırçası
Şair şiirine âşıksın gönül.
Değildir bu sevgi akıl erecek
Her duyan bir başka mânâ verecek
Şaşırmış yolcuya yol gösterecek
Hakikat nuruna âşıksın gönül.
Abdurrahim Karakoç
Neden Sonra
O dedi ki:
Bir gün bana gönül verdin
‘Aşktır benim mayam’ derdin
Sonsuz bir hisle severdin
Aklında mı?
Ben dedim ki:
Aşktan yana, histen yana
Gayri sual sorma bana.
Belki dün bilirdim ama
Unutmuşum!
O dedi ki:
Yüreğime ektin bir köz
Yaralarım oldu göz göz
Yemin edip verdiğin söz
Aklında mı?
Ben dedim ki:
Yanan yakar iyi bil ki
Ben de yaralıyım belki
Unutmak ayıp değil ki
Unutmuşum!
O dedi ki:
Yalan söylemezdin hani? …
Unutmam derdin sen, beni
Sormak suç olmasın yani
Aklında mı?
Ben dedim ki:
Hangi yalan, hangi gerçek?
Meyvesini yedi çiçek
Soru sorma, cevabım tek;
Unutmuşum!
O dedi ki:
Mühürledin dudaklarım
Düğümün kalpte saklarım
Mektup yazan parmakların
Aklında mı?
Ben dedim ki:
Ne mühür kaldı, ne senet
Er-geç kopar çürük kenet
Uçmuş akıl denen meret
Unutmuşum!
O dedi ki:
Beni, benden almıştın ya
Çıkla sen ben olmuştun ya
Gerçek sevgi, yalan dünya
Aklında mı?
Ben dedim ki:
Vazgeç gayri iş yok bende
Yitirmişim seni, sende
Kimin nesisin, adın ne?
Unutmuşum!
Ve bilenler dediler ki:
Aşk da, söz de yalan imiş
Akıl işi değil bu iş..
Ve sonra hatırladık ki
Sevenler hep boşa sevmiş…
Çıkla: Sadece
Abdurrahim Karakoç
Lüzumat Müzekkeresi
Uzun boylu, kısa boylu
Ölse ne ki, kalsa ne ki?
Üç-beş yüz bin işçi, köylü
Ölse ne ki, kalsa ne ki?
Fark etmez ırgat, amele
Harç diye basın temele
Alt tarafı hepsi köle
Ölse ne ki, kalsa ne ki?
Hayatına küstü memur
Yediğini kustu memur
Altı memur, üstü memur
Ölse ne ki, kalsa ne ki?
Vurguncuya işlesin çark
Namuslular etmesin fark
Esnafın destesi beş mark
Ölse ne ki, kalsa ne ki?
Dulu,yetimi kim arar
İmhasına verin karar
Emekliler zaten zarar
Ölse ne ki, kalsa ne ki?
İşsizler sürülsün yurttan
Büyükler kurtulsun dertten
İnsanlar kemikten, etten
Ölse ne ki, kalsa ne ki?
Temizlensin sathı vatan
Sevinsin pusuda yatan
Vatandaş lüzumsuz zaten
Ölse ne ki, kalsa ne ki?
(Yasaklı Rüyalar)
Abdurrahim Karakoç
Hedef
– Oğlum Türk-İslâm ile Enderhan’a –
Çıktık Ötüken’den günün birinde,
Yıkandık Mekke’nin tevhid nurunda.
Hem dünde, bugünde, hemi yarında
İslâmlık Miraçtır, Ülkü sancaktır
Bu mübarek yoldan dönen alçaktır.
Yürüdük ‘Nizam-ı Âlem’ uğruna
Doğduk güneş gibi küfrün bağrına
Batılın elleri düştü böğrüne
İslâmlık rahmettir, Ülkü sancaktır
Bu mübarek yoldan dönen alçaktır.
Hep karaya kara, aka ak dedik
Korkaktan, millete fayda yok dedik
Hayat mücadele, ölüm hak dedik
İslâmlık cihaddır, Ülkü sancaktır
Bu mübarek yoldan dönen alçaktır.
Biz dava uğruna serden geçmişiz
Anadan, babadan, yârdan geçmişiz
İman denizine yelken açmışız
İslâmlık hedeftir, Ülkü sancaktır
Bu mübarek yoldan dönen alçaktır.
Engeller yıldırmaz Müslüman Türk’ü
Şüphesiz, inandık; söz verdik çünkü…
Kıyamete kadar yaşar bu ülkü!
İslâmlık sevdadır, Ülkü sancaktır
Bu mübarek yoldan dönen alçaktır.
(Kan Yazısı)
Abdurrahim Karakoç
Geç Kalmışım
Putları taşa tutmanın
Güç’lüğünü geç anladım.
Delileri avutmanın
Hiç’liğini geç anladım.
İhtiraslar dursun diye
Şehiri sığdırdım köye
Her bedenin ayrı şeye
Aç’lığını geç anladım.
“Safkan” dedikleri atın
Ünü büyük pek çok zatın
Bir yerde ilmin, sanatın
Piç’liğini geç anladım.
Hak’tan söz edersen eğer
Atılan taş sana değer
Doğruluk suç imiş meğer
Suç’luğunu geç anladım.
Su taşırken kalbur, file
Susmak gerekirmiş dile
Yazık… geç kalmanın bile
Geç’liğini geç anladım.
Abdurrahim Karakoç
Olmuyor
Kahkaha atmayı bırak bir yana,
Tebessüm bile yakışmıyor bana…
Baksana çocuğum,
Baksana!
Pınarlarım susamış,
Ekmeklerim acıkmış..
Sürmüşüm tarlaları,
Dua tohumları ekmişim.
Beklemişim..
Beklemişim..
Hüsran çıkmış,
İsyan çıkmış.
Siz delikanlılar,
Siz!
Balıkların terleyip terlemediğini
Nereden bileceksiniz!
Aynalara girip çıkmak kolay;
Ben aynaları aldatamam.
Nefretle kucak kucağa uyumak sıradan bir olay
Bense yarım sevgiyle aynı odada yatamam.
Anlat demeyiniz sakın,
Anlatamam…
Sahursuz-iftarsız oruç tutmak,
Hele de hele
Büyüklük hastası büyükleri avutmak,
Zordan da zor…
Yine de izah etsem diyorum;
Ya ifadeye sığmıyor,
Ya idrakler almıyor.
Olmuyor bir türlü
Olmuyor,
Olmuyor! ..
(Akıl Karaya Vurdu)
Abdurrahim Karakoç
Hasan’dan Gelen Mektup – 1
Şu bizim kılavuz oldum-olası
Kör, kör amma gardaş anlayan hani?
Suratında uğursuzluk damgası
Var, var amma gardaş anlayan hani?
Karnından bakıyor bütün olaya
Kaldırmak zor, bağdaş kurdu kolaya
Bu gidişle varabilmek sılaya
Zor, zor amma gardaş anlayan hani?
Sen, ben ona göre yağlı bir azık…
Biz-bizi bilmezsek olur çok yazık…
Iste ‘yüz altmış üç’ çakılı kazık!
Gör, gör amma gardaş anlayan hani?
Ne yapsa ‘eyvallah’ ne dese ‘hay hay’.
Hep böyle giderse sonumuz vay vay!
Dava dosyamızı sünepe bir tay
Yer, yer amma gardaş anlayan hani?
Ormandan ok atar sağır pehlivan
Boran, Çetin işte kışımız yaman
Gelen her belâyı her ağız, her an
Der, der amma gardaş anlayan hani?
Vur Emri
Abdurrahim Karakoç
Şikayet
Yıldırımlar sağdım umut bahçeme
Hasretimi yangınlarla süsledim
Depremleri dost eyledim geceme
Yüreğimde fırtınalar besledim…
Bekledim ki sen gelesin yanıma
Gelmiyorsun yetti gayri canıma!
Kokuştu, acıdı, gazlaştı sular
Bozuldu, değişti, yozlaştı sular
Kurudu, savruldu, tozlaştı sular
Pınarları gözyaşımla ısladım…
Bekledim ki sen gelesin yardıma
Gelmiyorsun, ortağım yok derdime.
Boş dergâhta tek dervişim, gerçek bu
Yalnızlığa boş vermişim gerçek bu
Sabır, sebat benim işim, gerçek bu
Silahımı kalemime yasladım…
Bekledim ki sen gelesin muradım
Gelme gayri, kapıları kapadım..
(Akıl Karaya Vurdu)
Abdurrahim Karakoç
Hasan’dan Gelen Mektup – 1
Şu bizim kılavuz oldum-olası
Kör, kör amma gardaş anlayan hani?
Suratında uğursuzluk damgası
Var, var amma gardaş anlayan hani?
Karnından bakıyor bütün olaya
Kaldırmak zor, bağdaş kurdu kolaya
Bu gidişle varabilmek sılaya
Zor, zor amma gardaş anlayan hani?
Sen, ben ona göre yağlı bir azık…
Biz-bizi bilmezsek olur çok yazık…
Iste ‘yüz altmış üç’ çakılı kazık!
Gör, gör amma gardaş anlayan hani?
Ne yapsa ‘eyvallah’ ne dese ‘hay hay’.
Hep böyle giderse sonumuz vay vay!
Dava dosyamızı sünepe bir tay
Yer, yer amma gardaş anlayan hani?
Ormandan ok atar sağır pehlivan
Boran, Çetin işte kışımız yaman
Gelen her belâyı her ağız, her an
Der, der amma gardaş anlayan hani?
Vur Emri
Abdurrahim Karakoç
Kendime Öğüt
Umutları hayâllere bağla-çöz, boş oturma.
Sevgilere, nefretlere hudut çiz, boş oturma.
Rüzgârı, yağmuru dinle; gecelerden nur topla
Kimse yoksa nefsin vardır, söyle söz boş oturma.
Dirilerle irtibatın bozulmuşsa ne çıkar
Mezardaki ölülere mektup yaz, boş oturma.
Yeryüzünde yalnız kalıp sıkılırsan çare çok
Yum gözünü, çık yukarı gökte gez, boş oturma.
Tamiri mümkün değildir eskiyen kundakların
Boş bulduğun her mekâna tabut diz, boş oturma.
Ev yapmayı ihmal etme fani konuklar için
Sonra son menzili düşün, mezar kaz, boş oturma.
Yeis seni kuşatmasın, ataleti silkip at
Karanlığın liflerinden ışık süz, boş oturma.
Korkak tembelin işidir ham tevekkül, ham sabır
Hak yoldaki tuzakları kır ve boz, boş oturma.
Yürü kutsal hedeflere ölsen bile gam değil
Hiç olmazsa geleceğe kalsın iz, boş oturma.
Sula tevhid bahçesini, uyuyanlar uyansın
İsyan lazımsa isyan et, zulmü ez, boş oturma.
Sana söylüyorum sana, yapma naz, boş oturma.
Doğrul hadi, ayağa kalk… vakit az, boş oturma.
(Akıl Karaya Vurdu)
Abdurrahim Karakoç
Tercih
Hava basmak vatan borcu, ha gayret
Ben “hava”nın millîsini severim.
İçi ‘Kızılelma’ doluysa şayet
Ben “Kuvva”nın millîsini severim.
İsterim darbeci başı da konsun
Karganın, baykuşun beşi de konsun
Ayırmam, Mao’nun kuşu da konsun
Ben”yuva”nın millîsini severim.
Toplanmaz demişler elma armutla
Ben topladım oldu şalgamı dut’la
Yürüsün ayılar, keçiler, kurtla
Ben “dâvâ”nın millîsini severim.
Katılan katılsın, aranmaz şart-şurt
Emekli çobanlar etmeli cart-curt
Duysun sesimizi Paris, Frankfurt
Ben “cıva”nın millîsini severim.
Otağlar kurulsun dokuz direkli
‘Onuncu yıl’ haykırılsın sürekli
Kızartmada ulusal yağ gerekli
Ben “tava”nın millîsini severim.
Münafıklar hayır olmaz dese de
Aldırmayın, civelekler kesede
Dolaptaki elbisemi yese de
Ben “güve”nin millîsini severim.
Sıkı duran mert, mevziyi terk etmez
Soldan sağa, sağdan sola çark etmez
Öküz-inek gücense de fark etmez
Ben “düve”nin millîsini severim.
Azametli başlar başı çekmeli
Körler böbrekteki taşı çekmeli
Nalbantlar dil kesip, dişi çekmeli
Ben “deva”nın millîsini severim.
Koçyiğitler at oynatmak istiyor
Mülkü toz-dumana katmak istiyor
Ovalarda cirit atmak istiyor
Ben “ova”nın millîsini severim.
Varsın cila, küster kullanılmasın
Varsın alta astar kullanılmasın
Varsın mala-mastar kullanılmasın
Ben ‘sıva’nın millîsini severim.
Gül beyazsa kızıl renge boyarız
Kızılelma saksısına koyarız
Yalan, yave palavraya doyarız
Ben “yave”nin millîsini severim.
Diyorum ki ‘ulusalcı’ olmalı
Olmayanın saçlarını yolmalı
Kovalara millî rakı dolmalı
Ben “kova”nın millîsini severim.
Muhalif kafalar ezilsin artık
Pas bağlayan diller çözülsün artık
Develer kervana dizilsin artık
Ben “deve”nin millîsini severim.
18 Eylül 2005/Vakit
Abdurrahim Karakoç
Zavallılar Arkada
Kevser bardakları atıldı raftan
Her şaraba KÜP olanlar ön safta.
İffet timsalleri kovuldu saftan
Her bebeğe TÜP olanlar ön safta.
Kurt revaçta, kuzu düştü gündemden
Yemeklerin tuzu düştü gündemden
Haysiyet, tevazu düştü gündemden
Her şalvara CEP olanlar ön safta.
On partiyle flört yapan yiğitler
El yalayıp etek öpen yiğitler
Canlı, cansız puta tapan yiğitler
Her çöplükte ÇÖP olanlar ön safta.
Sayınlar var, zaman çalar zamandan
İkram sağar süpürgeden, samandan
Puştlar amir, hokkabazlar kumandan
Her baltaya SAP olanlar ön safta.
Dahiler var, muz aşılar meşeye
Cin çıkarır, cin doldurur şişeye
Köşe dönücüler yattı köşeye
Her çembere ÇAP olanlar ön safta.
Fırtına başladı, meltemler dindi
Namus, ahlâk, vakar tahtından indi
Postallar, papuçlar kıymete bindi
Her kelleye KEP olanlar ön safta.
İnancına uyandadır adamlık
Zarardadır, ziyandadır adamlık
Gören yok ki ne yandadır adamlık
Her şerife COP olanlar ön safta.
Aç gözleri makam hırsı bürüdü
Siyasi zırzopluk aldı-yürüdü
Sosyal yapı, milli doku çürüdü
Her hastaya HAP olanlar ön safta.
(Akıl Karaya Vurdu)
Abdurrahim Karakoç
Hasan’a Mektup – 18
İbiş’in saye-i himmetlerinde
Çamura oturduk, bir bayram arttı.
Kinler halay çekti bayram yerinde
Beş bayram yitirdik, bir bayram arttı.
Borç boydan yukarı eski hesaptan
Felek yâr olursa ödetir toptan
Yaşasın tayfalar, sağ olsun kaptan
Gemiyi batırdık, bir bayram arttı.
Her gün biraz daha bulandı dere
Hiç kimse bilmiyor bu gidiş nere?
Kartalın hürmetle girdiği yere
Beş karga götürdük, bir bayram arttı.
Odunun irisin eyledik destek
Ve derken yerini buldu her istek
Ağıza gem vurduk, ayağa köstek
Dilde tüy bitirdik, bir bayram arttı.
Türedi Kel Bayram, Kötüce Bayram
Uyuz tazılara sel oldu ayran
Ağlarken eşini yitiren ceylan
Biz verem getirdik, bir bayram arttı.
Ak sütü doldurduk kızıl bakıra
Gelecekler yüzümüze tüküre
Eti`lerden kalma üç beş çukura
Kırk ölü yatırdık, bir bayram arttı.
(Vur Emri)
Abdurrahim Karakoç
Desem Amma
Gönül güvercinim döner havada
Konacak korkusuz dal arar durur
Dilim tutup yorulursun diyemem.
…..
Umudum ceylandır engin ovada
Sağ-salim geçecek yol arar durur
Aman gitme vurulursun diyemem.
…..
Yaralı şahindir sevgim yuvada
Kırık kanadına tel arar durur
Yere düşer serilirsin diyemem.
…..
Çırpınır gözyaşım kulpsuz kovada
Karışıp akacak sel arar durur
Topraklara karılırsın diyemem..
…..
Garip bülbül olur aklım rüyada
Susuz steplerde gül arar durur
Boş hayale sarılırsın diyemem.
…..
Yüreğim balıktır kızgın tavada
Duvarda, tavanda göl arar durur
Ölür ölür dirilirsin diyemem.
…..
Saklanır bedenim kırık aynada
Girmiş okyanusta sal arar durur
Desem amma… darılırsın… diyemem.
Abdurrahim Karakoç
Şüpheliyim Bre Dostlar
İki ayaklıydı, konuşuyordu
“İnsandır” dediler, ben inanmadım.
Kediye benzettim, artık yiyordu
“Aslandır” dediler, ben inanmadım.
Fala baktı, aynalara bakmadı
Hayalimde müspet iz bırakmadı
Başköşeye bağdaş kurdu, kalkmadı
“Mihmandır” dediler, ben inanmadım.
Her gün bir kılıkta gördüğüm oldu
Şüpheler beynimde kördüğüm oldu
Yaşını-başını sorduğum oldu
“Civandır” dediler, ben inanmadım.
Dedim, soyu kalsın, töresi nasıl?
Verdiği sözlerin firesi nasıl?
Şeytanla, Deccalla arası nasıl?
“Düşmandır” dediler, ben inanmadım.
Yediği arpaya hile katardı
Kızarsa yıldıza tekme atardı
Şeceresi katırdan da beterdi
“Safkandır” dediler, ben inanmadım.
Arada bir kürsülere çıkardı
Nara vurur yeri/göğü yıkardı
Uzak görür, uzaklara bakardı
“Bakandır” dediler, ben inanmadım.
Tapular kestirdi toprağa, ota
Ayırdı namına binlerce kota
Yediği naneye, kırdığı pot’a
“Destandır” dediler, ben inanmadım.
Özünü yokladım özünde nur yok
Dilinde edep yok, sözünde nur yok
Kalbinde itikat, yüzünde nur yok
“Sultandır” dediler, ben inanmadım.
7 Ağustos 1995
(Yasaklı Rüyalar)
Abdurrahim Karakoç
Ve Sonra
Kurudu sevgiler gönül tasında
Her mevsim bir başka aldattı bizi.
Renkler başkalaştı gün ortasında
Koyu bir karanlık öptü denizi.
Daraldı her sabah geniş ufuklar
Aşkımızı gölgeledi bulutlar
Yaprak yaprak daldan düştü umutlar
Tüketti takvimler gençliğimizi.
Seneler yalancı çıktı düş gibi
Tüm yazlar üşüttü kara kış gibi
Mermere işlenmiş bir nakış gibi
Dağıldı yüzlerce yokluğun izi.
Önce ‘Gerçek’ dedik ve sonra ‘Neden’
Bekledik bir daha gelmedi giden
Uyandık en güzel düşü görmeden
Aynalardan sorduk birbirimizi.
(Vur Emri)
Abdurrahim Karakoç