Gölge Oyunu
Ben avcı olurum, o ceylan olur
Kovalar dururum kendi gölgemi.
Umut toprak olur, dert zaman olur
İp takar sürürüm kendi gölgemi.
Her kuşluk vaktine, her ikindiye
Bölerim gölgemi üçe, ikiye
Eli boş bebekler oynasın diye
Armağan veririm kendi gölgemi.
Gölgemde bir değil bin yara kanar
Gölgeme değerse gölgeler yanar
Geceleri gölgem yollarda donar
Kar gibi kürürüm kendi gölgemi.
Soyunur aynalar ışıktan, renkten
Bazen akşamüstü, bazen çok erken
Kuşlar gökten yuvasına dönerken
Güneşte görürüm kendi gölgemi.
Sevgi, dağ zirvesi; kin, dipsiz kuyu
Karıştan kısadır hayatın boyu
Kirletirse şayet toprağı, suyu
Göğsünden vururum kendi gölgemi.
(Beşinci Mevsim)
Abdurrahim Karakoç
Çaresizlik
– Yetik Ozan’ın aziz ruhuna rahmet dileklerimle –
Zaman bir sapan lastiği
Taş oldum kurtulamadım.
Kaderim hava boşluğu
Kuş oldum kurtulamadım.
Sevdiklerim gider tek tek
Sıra bize de gelecek
Can emanet, ölüm gerçek
Düş oldum kurtulamadım.
Kin atları şaha kalktı
Aklım durdu, kanım aktı
Gelen zulüm beni yaktı
Kış oldum kurtulamadım.
Sevgim pınar, sabrım kuyu
Kovdum rahatı, uykuyu
Ayaklar bulattı suyu
Baş oldum kurtulamadım.
Bir yara ki büyür öz’de
Yüreğim kavrulur közde
Yetim gözde, yoksul gözde
Yaş oldum kurtulamadım.
Suları Islatmadım
Abdurrahim Karakoç
Geç Gelen Duygular
Tutuşsak el-ele bir yaz sabahı
Çıksak Şardağı’nın yücelerine
Kovsak saatleri, dakikaları
Baksak Elbistan’ın gecelerine.
Donsa şekillerin, renklerin izi
Zaman bir noktada unutsa bizi
Çiçek sular gibi saf sevgimizi
Döksek türkülerin hecelerine.
Göklere çekilse göz uykuları
Dolunay uzanıp öpse suları
Her yağmur öncesi dost duyguları
Eksek cümle gönül bahçelerine.
Abdurrahim Karakoç
Gezinti
Yalnızlık… caddede, sokakta, evde
Ben beni özlerim; gurbet bu derim.
Mezarlıkta güler yaşlı bir dede
Yaşarır gözlerim; gaflet bu derim.
Sevgi gürül gürül içime akar
Gönlüm dalgalanır ayağa kalkar
Özüm dost kucaklar, gözüm dost bakar
Bağlarım, çözerim; rahmet bu derim.
Kendi yavrusunu yemez kurt soyu
Gül açtı sayarım düğünü, toyu
Derde denk olursa sabırın boyu
Göğsüme dizerim; servet bu derim.
Zulüm tez doyurur, adalet aç kor
Yazık! . Arkasında intikam, öç kor
Toprak beş-on kemik, bir tutam saç kor
Düşünür gezerim; ibret bu derim.
Susayan toprağı gökler emzirir
Acıkan ağacı kökler emzirir
Dost ilhamlar beni, yoklar emzirir
Oturur yazarım; nimet bu derim.
(Beşinci Mevsim)
Abdurrahim Karakoç
Hasan’a mektup – 13
Göz değdi köyümün güzellerine
ELİF, yad ellere göçtü be Hasan.
SEVGİ size ömür; dört kulaç önce,
Ecel çorbasini içti be Hasan.
ASALET, babasız çocuk doğurdu
Nazlı HÜRRIYET’i haydutlar vurdu
Viraneye döndü TÜRKHAN’ın yurdu
Köyün tadı-tuzu kaçtı be Hasan.
ADALET felç oldu, yürür değnekle
NEŞE ne halt etsin soğan-ekmekle…
GÖNÜL delirdi de yol beklemekle,
İsyan bayrağını açtı be Hasan.
SAADET’in adı HÜLYA’dır şimdi
Her gün birimizi aldatır şimdi
UMUT’lar rüyada, faldadır şimdi
Unut, eski günler geçti be Hasan.
FAZİLET’i gelin ettik gurbete
Kimbilir… belki de gurbetten öte
Yağlı SERVET garaz eder ÜLFET’e
Ara yere nifak saçtı be Hasan.
ZEYNEP bize küskün, İFFET sürgünde
Rezalet, felaket yağar her günde…
Yedi HASLET verem olur bir günde,
ÜLKÜ kötü yolu seçti be Hasan.
Burada ne düğün, ne BAYRAM kaldı…
En güzel UMUT’lar dalda ham kaldı!
Korku, hasret, isyan, keder-gam kaldı
Binalar temelden uçtu be Hasan.
Işte böyle… Malûm ola hâlimiz
Naçar, böğrümüze düştü elimiz
Güven duyduğumuz her güzelimiz
Bizlere bir kefen biçti be Hasan.
(Vur Emri)
Abdurrahim Karakoç
Ülkü Türküsü
Bir beyaz rahmettir, bir yeşil murat
Görmeyen ne bilir oy bu sevdayı!
Tüter buram buram, yücelir kat kat
Arttırır gün, hafta, ay bu sevdayı.
Değişir bu mevsim, bu poyraz keser
Yurdumda davamın rüzgârı eser
Gün gelir anlayıp bağrına basar
Şehir bu sevdayı, köy bu sevdayı.
Yeminim var oğlum kızım üstüne
Yazdım nakış nakış özüm üstüne
Çilesi belası gözüm üstüne
Derdimin dermanı say bu sevdayı.
Mukaddes hareket, mübarek mânâ
Türk-İslâm ülküsü büyür yan yana
Alır bir kaynaktan döker ummana
Irmak bu sevdayı, çay bu sevdayı.
Batılın çokluğu uzaktır bizden
Severim, tutarım hak olan azdan
En soylu türküden, en doğru sazdan
Dinle bu sevdayı, duy bu sevdayı.
Bedenime korkak yürek yüklemem
Tatlı diye öz canımı saklamam
Öldüğümde çalgı, çelenk beklemem
Al götür kabrime koy bu sevdayı.
(Kan Yazısı)
Abdurrahim Karakoç
Dağlara Arzuhalimdir
Muhalefet ölü, iktidar aciz
Türk milleti boğuluyor, ne haber?
Kapıya dayandı ambargo, haciz
Müfettişler çoğalıyor, ne haber?
Rüşvet meşrulaştı yukarı katta
Fukaranın canı çıkıyor altta
Şahlar dans ederken repo’da rant’ta
Orta direk eğiliyor ne haber?
Örtülüye öfke,çıplağa rıza
Laikçiye taltif,dindara ceza
Daraldı yerküre,çatladı feza
Milli birlik dağılıyor ne haber?
Adaleti felç eyledi iki tay
Rezilliği ben üç deyim, sen yüz say
Dilenerek beylik sürmek çok kolay
Borç dağları yığılıyor, ne haber?
Çivi fırttı aşirette, oymakta
Haramiler haram ile doymakta
Namussuzlar hazineyi soymakta
Namuslular sağılıyor, ne haber?
Abdurrahim Karakoç
Genelge
Dar zamanda düşmanların altına
At olanlar safımıza gelmesin
Garibanın, fukaranın sırtına
Bit olanlar safımıza gelmesin
Ağırlık, irilik ölçüsün bırak
Tartıya vurulmaz beyinle, yürek
Bu ülkede iman gerek, ruh gerek
Et olanlar safımıza gelmesin.
Öte dursun işkembeden atanı
Lâzım değil kaçan ile yatanı
Menfaate rüşvet verip vatanı
Fit olanlar safımıza gelmesin
Sapıklar her yerde atsa da çamur
Gerçek mayasına kuvuştu hamur
Adam istiyoruz dört başı mamur
İt olanlar safımıza gelmesin.
Gönül bahçesinde korku gezeni
Asla kabul etmez ülkü düzeni
Sevdası, sabırı, aklı, izanı
Kıt olanlar safımıza gelmesin.
Biz zulüm ayında güneş çağıyız
Hira’dan feyzalan Tanrıdağ’ıyız
Biz meyve bahçesi, üzüm bağıyız
Ot olanlar safımıza gelmesin.
Parolamız her zamanda, her yerde:
Ölmek var da baş eğmek yok namerde
Bu imana, bu ülküye, bu derde
Yad olanlar safımıza gelmesin.
(Kan Yazısı)
Abdurrahim Karakoç
Müjde
Su değdi çekirdeğe, sevda doldu yeşile
Filizlenen mânâlar arza “DESTUR” diyecek.
Seksenlik ihtiyarlar nursuz geberse bile
Yeni doğan bebekler doğarken “NUR” diyecek.
Bu akışı durdurmak gayri kimin haddine
Denizler gel edecek, göller “BUYUR” diyecek.
Devrim yobazlarının çırpınması nafile
İman yüklü genç nesil dinsize “DUR” diyecek.
Putları devirecek İslâm’ın sesi yine
Görenler “GİTTİ ZULMET-GELDİ HUZUR” diyecek.
Dolaşacak KUR’AN’ın müjdesi dilden dile
İnsanlar istisnasız “GERÇEK BUDUR” diyecek.
Ülkeler ve kıtalar koşacak bu hak dine
“İSLÂMİYET MÜHRÜNÜ BANA DA VUR” diyecek.
Her takvim altın harfle yazacak sinesine
“VAKTİ NAMAZ” diyecek ”VAKTİ SAHUR” diyecek.
Sevgi, kardeşlik hissi çıkacak zirvesine
Kâinat “HİÇ DİNMESE AH BU YAĞMUR” diyecek.
Ve herkes Lâilâhe illallah zikri ile
“MUHAMMED RASULULLAH-ŞÜPHE YOKTUR” diyecek.
(Vur Emri)
Abdurrahim Karakoç
Susar Kâinat
Adlî İlâhî’den sual eylesem
Kapanır dudaklar, susar, söylemez…
Acep hangi meyve helâldir desem
Sararır yapraklar, susar, söylemez…
Munis bir merakım, mağrur bir merak
Tohum bir merakım, yağmur bir merak
Maden bir merakım, çamur bir merak
Utanır topraklar, susar, söylemez…
Karlı dağlar uykuya mı yattı ki
Geçitleri haydutlar mı tuttu ki
Deli rüzgâr dilini mi yuttu ki
Ormanlar-ırmaklar, susar, söylemez…
Desem ki adalet, hürriyet var mı?
İnananlar inancını yaşar mı?
Yoksa zulüm-zillet boydan aşar mı?
Kararır şafaklar, susar, söylemez…
Bir yemine çeksem gök yere değer
Âlem söz orucu tutarmış meğer
Balıklar başını önüne eğer
Sallanır kavaklar, susar, söylemez…
(Yasakllı Rüyalar)
Abdurrahim Karakoç
Girdapta Bir Can
Yâd elden yanıma çağırdım seni
Gelmek istiyorsun, bırakmıyorlar.
Rüyada, mektupta, albümde beni
Bulmak istiyorsun, bırakmıyorlar.
Umutlar hayaldir, acılar gerçek
Çileye mahkûmsun, kim ne bilecek
Ya bir kuru selâm, ya bir top çicek
Salmak istiyorsun, bırakmıyorlar.
Otuz yıl ağladın hep yana yana
‘Yeter, yazık’ diyen olmadı sana
Vefasız dostluğa, kalleş zamana
Gülmek istiyorsun, bırakmıyorlar.
‘Çalış’ derler, ayak bağlı, el bağlı
‘Konuş’ derler, dudak bağlı, dil bağlı
‘Kalk git’ derler, kapı bağlı, yol bağlı
Kalmak istiyorsun, bırakmıyorlar.
Aydınlık ararsın her gün, her yerde
Çekerler önüne yedi kat perde
Zulüm kimden gelir, adalet nerde?
Bilmek istiyorsun, bırakmıyorlar.
Yıllar boyu uykuların bölündü
Uçacakken kanatların yolundu
Hayat hakkın vardı, elden alındı
Ölmek istiyorsun, bırakmıyorlar.
(Suları Islatamadım)
Abdurrahim Karakoç
Güney İlleri
Gök mavi, dağlar ak, ovalar yeşil..
Dört mevsim bahardır güney illeri
Çiğ düşmüş çiçekte gün ışıl ışıl..
Bir sarı, bir mordur güney illeri
Yollar kıvrım kıvrım iner yokuştan
Köpüklü suları dökülür taştan
Kuşları çiçekten, çiçeği kuştan
Seçilmeyen yerdir güney illeri.
Dağılır yaylanın boz dumanları
Eğilir yıldızlar öper çamları
Bir başka âlemdir yaz akşamları
Cennet ile birdir güney illeri.
Baharda haz duyar nar çiçeklenir
Arı sesi çan sesine eklenir
Tüm güzellik Toroslarda renklenir
Oylum oylum kardır güney illeri.
Motor sesleriyle uyanır sabah
Kekik kokusuna boyanır sabah
Özene-bezene yaratmış Allah,
Ne geniş, ne dardır güney illeri.
Ordadır ozanın gönül bolluğu
Sevgi sıcak sıcak, aşk buğu buğu..
Gerçek yiğitlerin harman olduğu
Eşsiz bir diyardır güney illeri.
Abdurrahim Karakoç
Unutma Bacım
Türksün, Müslümansın; dahası var mı?
Unutma bunları aman ha bacım.
Senin ak yüzünden ak olmamalı
Dağda kar, külekte ayran ha bacım.
Bir kocan olmalı, bir evin senin;
Artsın, eksilmesin şerefin senin;
Barışta annelik görevin senin,
Savaşta silâha davran ha bacım.
Hak yolun yolcusu kalmaz arkada;
Gücünü, gönlünü ülküye ada.
Yaşamak ne kadar hakkımızsa da,
Canımız Türklüğe kurban ha bacım.
Donsuz “yıldız”ları edinme örnek,
Kırk sandığa sığmaz bir kirli gömlek.
“Namus için” diyor en kutsal ölmek;
Ceddinin yazdığı ferman ha bacım.
Eskiyi, yeniyi bırak bir yana;
Her şeyin iyisin, doğrusun ara.
Uyma köksüzlere, olma maskara;
Aman ha, aman ha, aman ha bacım.
Abdurrahim Karakoç
Faydası Ne?
Türk’e zulmedilir mi Türk Milleti adına
Baldıran zehiridir bir baksanız tadına
Hadi başörtüsünü, kapalıyı reddettik
Söyleyin çıplaklığın faydası ne kadına?
12.05.2008/Vakit
Abdurrahim Karakoç
Gören Bilir
Çarşısında bir kız gördüm Antep’in,
Kız mı ki…
Gözleri var, ala geyik gözleri,
Göz mü ki…
Ak göğsünün ortasında bir ben var,
Az mı ki…
Yiyip içme, yüzüne bak yetişir,
Yüz mü ki…
‘Güzel’ sözü çok güzele çok amma,
Bu kıza da ‘güzel’ demek söz mü ki…
Abdurrahim Karakoç
Yolculuk
Aylar tepe, yıllar dağ zincirleri
Zirveler aşarsın haberin olmaz.
Dur-durak bilmeden doğuştan beri
Mezara koşarsın haberin olmaz.
Emanete ‘benim’ diye bakarsın
Boş kalınca suya kazık çakarsın
Sırat köprüsünde yatar kalkarsın
Ateşe düşersin haberin olmaz.
Salıncak kurarsın mor bulutlara
Körpe tay bağlarsın kör umutlara
Muhkemdir kulluğun canlı putlara
Kıblesiz yaşarsın haberin olmaz.
Yokluğa mı, sonsuza mı yolcusun
Yollar tehlikeli, Allah korusun
Koca kâinatta bir damla su’sun
Kaynarsın, taşarsın haberin olmaz.
Ekim -1992
(Akıl Karaya Vurdu)
Abdurrahim Karakoç
Noktada Zaman
Gönül kurşun yemiş yaralı ceylan
Döndüğü noktadan bin yıl uzakta.
Yürek ateş düşmüş kuru bir harman
Yandığı noktadan bin yıl uzakta.
Ne nişan bozulur, ne düşer tetik
Zaman kanlı tezgâh,acılar mekik
Umut yavrusunu yitiren keklik
Konduğu noktadan bin yıl uzakta.
Şans ne ki? Bir doğar, ölür bin kere
En güzel arzular kalır mahşere
Sevginin meyvesi dalından yere
İndiği noktadan bin yıl uzakta.
Çıkar oyunbazlar ikbâl katına
Tepeler dağları alır altına
Dostluk sürücüsü vefa atına
Bindiği noktadan bin yıl uzakta.
Esasta her canlı mutlak bir ceset
Dünyamız soluyan ufak bir ceset
Evren teneşirde çıplak bir ceset
Yunduğu noktadan bin yıl uzakta.
(Dosta Doğru)
Abdurrahim Karakoç
Dokuz Yönlü Dert
Açılmış çığırdan dosta gidemem,
Ayaklarım ize sığmaz.. ölürüm.
Yaşarım, duyarım, tarif edemem;
Düşüncem var, söze sığmaz.. ölürüm.
El alır, göz görür, iş çıkar işten;
Arsızlar doluyu doyurur boştan.
İki gün misafir gelse bir kıştan,
Doksan günlük yaza sığmaz.. ölürüm.
Kara çıkar, ak’ı derin eşince;
Gece uzun, uyku yoğun, düş ince..
Bir derdim var, yer götürmez düşünce;
Bir derdim var, yüze sığmaz.. ölürüm.
İriler “aşk” koydu açlığın adın;
Diriler pisledi ölümün tadın.
Zamana hükmeder üçbuçuk kadın,
Gördüklerim göze sığmaz.. ölürüm.
KARAKOÇ’um, bir sevdanın düşkünü,
Deli-dolu gerçek yaşar, düş günü.
Diriler var, çıplak gezer kış günü;
Ölüler var, beze sığmaz.. ölürüm.
(Vur Emri)
Abdurrahim Karakoç
Gerdanlık
Tevazu-u severdi,kaynatıp taşırdılar
Girdi hırs ambarına, çıkamadı bir daha..
Haramla yağladılar, kibirle pişirdiler
Bulanık göl ettiler, akamadı bir daha..
Yakın arkadaşları çöplük yaptı beynini
Doldurdular ve sonra dökemedi bir daha..
Kör dikişler atıldı kaypak iradesine
Sökmek istese bile sökemedi bir daha..
Soyundu inancından terk-i edep eyledi
Şerefini göğsüne takamadı bir daha..
Sürdü benlik atını karanlık geleceğe
Dönüp de geçmişine bakamadı bir daha..
Söndü yüreğindeki yanan aşk alevleri
Uyanıp yeni baştan yakamadı bir daha..
Yediği haram oldu, içtiği haram oldu
Ellerini haramdan çekemedi bir daha..
Burçlardan indirilmiş bayraktı haysiyeti
Alıp, tekrar yerine dikemedi bir daha..
Terk etti güzelliği, çirkinliğe sarıldı
Girdiği bataklıktan çıkamadı bir daha..
Küfrü baş tacı yaptı, dostlarına darıldı
Diktiği putlarını yıkamadı bir daha..
Kazancı beleş oldu ve kendisi leş oldu
Itır gibi, gül gibi kokamadı bir daha..
Zirvenin yollarında döndükçe dönekleşti
Ağzına helâl lokma sokamadı bir daha..
Dost oldu zalimlere, görmedi mazlumları
Gam çekmedi, gözyaşı dökemedi bir daha..
(Yasaklı Rüyalar)
Abdurrahim Karakoç
Bulacak Yere Bakmalı
İman kaynağımdır, tevhid havuzum
İslâm’ın dışında arama beni.
Muhammed’ül-Emin tek kılavuzum
Putların peşinde arama beni.
‘Hak kelâm’ duyduğum, kitap Kur’an’dır
Başka yok! Uyduğum kitap Kur’an’dır.
Dolduğum,doyduğum kitap Kur’an’dır
Beşerin ‘boş’unda arama beni.
Evet sözü verdim Bezm-i Elest’te
Şüphem yok, ayrılmam en son nefeste
Şeytanın yaptığı süslü kafeste
Papağan kuşunda arama beni.
Veli’ye, âlime hürmet ehliyim
Vahdetten yanayım, ülfet ehliyim
Tek kıble tanırım, sünnet ehliyim
Kerbela taşında arama beni.
Türk doğmuşum, Türküm… Kime ne bundan
Her mümin kardeşim, severim candan
İman baharını kovup zamandan
Zemheri kışında arama beni.
Abdurrahim Karakoç
Sen ve Ben
Gün değil, hafta değil, ay değil
Beş sene, on sene sonra gelsen de
Bu canım durdukça tende
İyi bil
Beklediğim sensin.
Bazen bir demet gül alırım elime
Bazen ıhlamur çiçeği
Her şeyin doğrusu ve gerçeği
Kokladığım sensin.
Cebimde mektubun olmayabilir
Ne çıkar fotoğrafın yoksa masamda
Öğrenmek istersen eğer
Gel, sevda iklimime gir
Açılmamış gönül kasamda.
Sakladığım sensin.
Yağan yağmur duyar mı bilmem
Topraktaki mutluluğu?
Ve güneş vurunca topraktan yükselen buğu
Doldursun diye
Yerle gök arasındaki boşluğu
En masum sevgiye
Eklediğim sensin.
Uykudayken, uyanıkken
Uzakta ve yakında
Sen olmasan da farkında
Gidip gidip arada bir
Yokladığım sensin.
(Gökçekimi)
Abdurrahim Karakoç