Menüler kısmından ayarlayınız.

Abdurrahim KARAKOÇ Şiirleri

Gençliğe Mesaj

Yiğidim, aslanım, ha gayret eyle
Gaflet üstümüzde kalmasın böyle
İmanla yatıp-kalk, ihlâsla söyle
Kutlu mesaj verilmeyi bekliyor
Ölü dünya dirilmeyi bekliyor.

Maveradan aşk iksiri sağ gayrı
Ellerinde şekillensin çağ gayrı
Rahmet olup yüreklere yağ gayrı
Çekirdekler yarılmayı bekliyor
Ölü dünya dirilmeyi bekliyor.

Her yerde insanlar izana hasret
Şehirler, semalar ezana hasret
Kâinat ilâhî düzene hasret
Saf kozalar örülmeyi bekliyor
Ölü dünya dirilmeyi bekliyor.

Nedendir bu uyku, bu zillet neden? !
Hüzün yumağıdır mezarda deden
Mağripten maşrığa tek ruh, tek beden
Yay misali gerilmeyi bekliyor
Ölü dünya dirilmeyi bekliyor.

Sendedir mayası, özü İslâm’ın
Sendedir kulağı, gözü İslâm’ın
Gülsün, yeter artık, yüzü İslâm’ın
Kelepçeler kırılmayı bekliyor
Ölü dünya dirilmeyi bekliyor.

Tevhit aşkı gönülleri yaksın hey!
Zulüm ölsün, hak ayağa kalksın hey!
Gürül gürül, nurdan çaylar aksın hey!
Kirli sular durulmayı bekliyor
Ölü dünya dirilmeyi bekliyor.

Bizi bekler esir olmuş ülkeler
Bizi bekler yetim kalmış ülkeler
“İmdat! ” diye haber salmış ülkeler
Boş mabetler girilmeyi bekliyor
Ölü dünya dirilmeyi bekliyor.

Yanar Bosna-Hersek, Karabağ, Keşmir
Sonra Kıbrıs, Lübnan sayamam bir bir
Aklıma Abhazya, Urumçi gelir
Türk birliği kurulmayı bekliyor
Ölü dünya dirilmeyi bekliyor.

Kolayı var be yiğidim, kolayı
Kaynağında bastırmalı olayı
Hazırlayın kürek, kazma, malayı
İslâm harcı karılmayı bekliyor
Ölü dünya dirilmeyi bekliyor.

Nizam-ı Âlem’e içten talip ol
Kızılelma neredeyse ara bul
Bağlamasın seni şöhret, para, pul
Hesaplar var, sorulmayı bekliyor
Ölü dünya dirilmeyi bekliyor.

(Akıl Karaya Vurdu)

Abdurrahim Karakoç

Saç Meselesi

Karlı dağlar gibi dik durur başı
Bahar bulutuna benzer saçları.
Ayrı bir konudur kipriği, kaşı
Yaralar, bağrımı ezer saçları.

Kaç gönül takılı kalmış telinde
Dalgalanır omuzunda, belinde…
Bazen ak gerdanda, bazen alında
Yayladan yaylaya gezer saçları.

Yanakları çiçek açmış nar gibi
Gözleri çağşaklı bir pınar gibi
Göğsü mor sırtlara yağan kar gibi…
İlla hepisinden güzel saçları.

Bağlar ki esen yel atmasın diye
Görenler itiraz etmesin diye
Kimsenin gözüne batmasın diye
Akşamdan akşama çözer saçları.

(Dosta Doğru)

Abdurrahim Karakoç

Bereket

‘Aşk’ dedin, bağrıma soktun bıçağı
Akan kanım göl olmadan tükenmez
Sevda kokan bu yaranın çiceği
Petek petek bal olmadan tükenmez.

Hasret nedir? Yarına sor, düne sor
İnanmazsan dönder-aktar gene sor
Sensiz geçen geceleri bana sor
Saatleri yıl olmadan tükenmez.

Görsem derim biçimini, rengini
Kötü talih yüksek yapar engini
İçimdeki bu sevginin yangını
Kemiklerim kül olmadan tükenmez.

(Dosta Doğru)

Abdurrahim Karakoç


Tohdur Beğ

Avrat yeğin sayrı, benim karnım aç,
Keyf için gelmedik bura tohdur beğ.
Fukara harcından yaz da bir ilaç,
Olsun derdimize çare tohdur beğ.

Tama vatandaşık, gardaşık tama…
Bunca pahılm’olur adam adama?
Geldik ta sabahtan, kaldık akşama,
Yarına mümkün mü sıra tohdur beğ?

Yedi baş horanta yıkık hânede..
Tüm kazancım bini bulmaz senede;
Yüz pangunut helâl olsun gene de;
Ben nereyim, beşyüz nere tohdur beğ?

Tek kaşıkla çorba içer dördümüz..
Kul başından ırak ola derdimiz.
Senden, benden esker ister ordumuz.
Candan da mı yeğdir para tohdur beğ?

Dert-belâ tebelleş oldu başıma,
Her gece tahsildar girer düşüme…
Beni mahcup etme can yoldaşıma,
Erkeklik öldü mü bre tohdur beğ?

Büyük oğlan esker, öteki çırak,
Han için param yok, oteli bırak…
Mevsim kış, yollar sarp, köy hayli ırak;
Bir değil, beş değil yara tohdur beğ.

Memur gelir karşılarsın köşeden,
Zengin gelir kırılırsın neşeden.
Öte kaçma bizim garip Eşe’den,
Bakıp boynundaki kire tohdur beğ.

Hemi Müslümanım, insanım hemi;
Hâlimi arzettim darılma e mi?
İçinde mangır yok, gördün kesemi;
Bir de ceplerimi ara tohdur beğ.

Daha sayayım mı? Noksan mı daha?
Yalvara yalvara tükendim aha..
Bu yüzle mi çıkacaksın ALLAH’a?
Vallahi yanarsın nara tohdur beğ.

(Vur Emri)

Abdurrahim Karakoç

Dosta Doğru
İçimde uzayan her yol
Çıkar gider dosta doğru
Nergis, ıtır, menekşe, gül
Kokar gider dosta doğru

Zamanım yoğrulur gamla
Birleşir sabah akşamla
Ilık kanım damla damla
Akar gider dosta doğru

Gel bende gör, sen gel beni
Durduramaz engel beni
Görmediğim bir el beni
Çeker gider dosta doğru

Beynim fırın, bağrım tandır
Yanarım hayli zamandır
Sevgim bir yavru ceylandır
Seker gider dosta doğru

Ne saklarım, ne gizlerim
Yalnızca Onu özlerim
Tabutta bile gözlerim
Bakar gider dosta doğru.

(Dosta Doğru)

Abdurrahim Karakoç

Hasan’a Mektup – 9

Çok oku, çok düşün, çok şeyler anla,
Aha bu mektubu alınca Hasan.
Manalar iplikten incedir amma,
Kelimeler biraz kalınca Hasan.

Gene ağzımızı açmıyor bıçak,
Huzur size ömür….. Dert salkım saçak.
Oyuna kalkıyor yüzlerce köçek,
Batıdan bir hava çalınca Hasan.

Kök saldı bahçede ayrık otları,
Yemler pay edildi, sattık atları.
Biz kovalım derken baştan bitleri,
Sülükler yapıştı, kulunca Hasan.

Süt dolu güğümü çalarız taşa,
Kutsal görevimiz ‘Sağol çok yaşa! ‘
Mülkte hakikati aramak boşa,
Tüm suçlular güçlü olunca Hasan.

Derisini yüzdük demokrasinin,
İşi iştir imtiyazlı asinin.
Hakikatte vahşi, sözde ‘vasinin’
Dörtnala gidilir yolunca Hasan.

Canım Hürriyeti koydunsa ara,
Ekmek yalınayak kaçtı dağlara.
Çevremize küsmüş kardeşlik var ya,
Haber ver, izini bulunca Hasan.

Soysuzlar taş atar mukaddesata
Karşı duramazsak bizdedir hata.
Tahammül teşviktir, böyle hayata,
Öl… İnsan küçülmez ölünce Hasan.

(Vur Emri)

Abdurrahim Karakoç

Sana Geliyorum

Görmeden, doğduğum gecenin seherini,
Ellerim değmeden anama
Ve günah izi yokken dudaklarımda,
Bebeklere has bir dille ağlayarak,
SANA geliyorum SANA
Çırılçıplak! ..

Bir garip ağaç oldum aşk ülkesinde,
Köklerim sığmadı zamana;
Silktim ham meyvelerimi utandım da,
Kutsal duygularınla donandım yaprak yaprak.
SANA geliyorum SANA
Dal budak! ..

Ne bir dürüm ekmek var heybemde,
Ne içecek suyum kana kana…
Bir tutam umutla düştüm yollara,
Bazen yürüyerek, bazen koşarak,
SANA geliyorum SANA
Yalın ayak! ..

Yollar uzadıkça yük ağırlaştı,
Ateş düştü gönlümdeki harmana.
Bıraktım ağrıyı, sızıyı bir yana;
Hasretinden ıpıl ıpıl yanarak,
SANA geliyorum SANA
Bir avuç toprak! ..

Seyrettim uzaktan benliğimi ki,
Et, kemik, kan değilmiş mânâ.
Habibin hakkına, İsmin hakkına
Af dilemek için ağlayarak,
SANA geliyorun SANA
Ya HAKK! ..

(Dosta Doğru)

Abdurrahim Karakoç

Azınlık

Satıcı simsarlar verdi el ele
“Bölünmez” ülkeye girdi azınlık..
Her yana dal-budak saldı mesele
Postunu divana serdi azınlık..

Kaboğlu fitneyi doldurdu kaba
Gösterdi olağan dışı bir çaba
Oran baskın çıktı, dedik merhaba
Ortamı sinsice gerdi azınlık..

Yazmadı tarihler böyle hinliği
Şaşırttı şeytanı kurul cinliği
Bu kasap mantığı, bu pişkinliği
“Al kurtul” ödülü, gördü azınlık..

Düşündüm, kimlerle yarıştı aklım
Nihayet öfkemle barıştı aklım
Okudum raporu, karıştı aklım
Saydım beş kişinin dördü azınlık..

Avrupa yurdumu bölmek istiyor
En az beş parçada görmek istiyor
Tez günde mezara gömmek istiyor
Amacı, gayesi, derdi azınlık..

Doymadılar yiyip içtikleriyle
Onulmaz yaralar açtıklarıyla
Devşirme güruhtan seçtikleriyle
Jokerleri öne sürdü azınlık..

Haçlı Avrupa’sı düğmeye bastı
Yerli uşakları fikrini kustu
Gözcüler uyudu, sözcüler sustu
Yuların ipini kırdı azınlık..

Papaz kilisede tezgâhı kurmuş
Anahtar satarak milyarlar vurmuş
Diyalog esnafı selâma durmuş
Muradı maksada erdi azınlık..

Kayboldu hamamın tarağı, tası
Bitmedi irtica paranoyası
“Ekümenlik Patrik” oyunun as’ı
Hatayı, Mardin’i sardı azınlık..

AB yollarına düşer gideriz
Gelme deseler de koşar gideriz
Bir garip âlemde yaşar gideriz
Bekliyor kapıda ferdî azınlık..

Kimliğin Türk, dinin İslâm, orda kal
Yazılan raporu oku, ibret al
Ey sahibi devlet, söyle, bu ne hâl? !
Diyorlar ki “Türk’ü-Kürdü azınlık.”

11 Kasım 2004/Vakit

Abdurrahim Karakoç

Kara Haber

Ellerin yurdunda çiçek açarken
Bizim İl’e kar geliyor gardaşım.
Bu hududu kimler çizmiş gönlüme?
Dar geliyor, dar geliyor gardaşım.

Gazel olmuş sıra sıra söğütler
Dağ ardında unutulmuş şehitler
Hürriyete seymen giden yiğitler
İki gidip bir geliyor gardaşım.

Üç aylık bebekler tutuldu taşa
Düşmanlar geriden eyler temaşa
Yaratan böylesin vermesin başa
Zor geliyor, zor geliyor gardaşım.

(Vur Emri)

Abdurrahim Karakoç

Birlik

Bilmeyen öğrensin, duymayan duysun!
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.
Bölücü sapıklar aklına koysun
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.

Dünün insan yiyen kanlı çarkı yok!
Yüzlerde gam, gönüllerde korku yok…
Çerkezi yok, Kürdü yoktur, Türkü yok…
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.

Allah bir, vatan bir, bayrak bir beden
Yanlış yola sapmayalım bilmeden!
Doğu, batı diye ayirmak neden?
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.

Yırtılıp atılmaz tarih sepete!
Birlik olduk camide ve cephede;
Kore’de, Kıbrıs’ta, Kocatepe’de
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.

Nineler, dedeler, masum bebekler,
Bizlerden Huzurlu Türkiye bekler;
Tutuşsun el-ele kızlar erkekler:
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.

Kalacak adımız, kaldığı gibi,
Âleme velvele saldığı gibi
Tıpkı Sakarya’da olduğu gibi
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.

Ne zulmü severiz, ne kinimiz var!
Hayrı emreyleyen hak dinimiz var;
Dağlar, çağlar boyu yeminimiz var:
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.

(Suları Islatamadım)

Abdurrahim Karakoç

Bu Dünya Hangimizin?

Bırak deli Haydar-bırak be gardaş
Kafayı bozmaya değmez bu dünya
İster hızlı dönsün isterse yavaş
Sen seni üzmeye değmez bu dünya

Fani diyen varsın desin sana ne
Gönül veren gitsin versin sana ne
Haydut vursun hırsız yesin sana ne
Gücenip kızmaya değmez bu dünya

Nerde kan akıtıp kavga verenler
Nerde şimdi sefasını sürenler
Ne götürdü kucağına girenler
Bir yırtık çizmeye değmez bu dünya

Hayaller kur tespih tanesi farzet
Hepsi de senindir otuz üç adet
Bırak kalsın orda hiç çekme zahmet
İpliğe dizmeye değmez bu dünya.

Kulpu yok ki neresinden tutasın
Sana göre lokma değil yutasın
İçine gireni Allah kurtarsın
Üstünde gezmeye değmez bu dünya.

Gel gitme kal desem kalamazsın ki
Ortadan böl desem bölemezsin ki
Git tekrar gel desem gelemezsin ki
Aldanıp azmaya değmez bu dünya

Almak-satmak, tapu-senet nafile
Toplayıp yığdığın servet nafile
Sıla nafiledir, gurbet nafile
Yağmaya tozmaya değmez bu dünya

Sınırlar çizilmiş konulmuş yasak
Beş para etmezdi bizler olmasak
Kısmen göz yaşı kan-kısmen kir pasak
Yıkayıp süzmeye değmez bu dünya

Senin benim ne ki? Küçük mü dar mı?
Hani kimin dostu, kimseye yâr mı?
İnsan öldürmenin manası var mı?
Karınca ezmeye değmez bu dünya

Misafirsin, misafirlik suç değil,
Bakacaksan uzaktan bak, güç değil
Eti yenmez, koyun değil koç değil
Derisin yüzmeye değmez bu dünya

Kabuktur, manayı unutturmasın
Babayı, anayı unutturmasın
Boş hayal mevlâ’yı unutturmasın
Tırnakla kazmaya değmez bu dünya

Arkası karanlık, önü karanlık
Yarını karanlık, dünü karanlık
Kendine çağırır seni karanlık
Bir küçük hüzmeye değmez bu dünya

Cazibesi özelliği yok demem
Nakış nakış güzelliği yok demem
İki günde kaçar gider.. çok demem
Anlayıp sezmeye değmez bu dünya

Unutma ki yolcu yolunda gerek
Yolcunun azığı belinde gerek
İnsanlar insanlık hâlinde gerek
Mest olup sızmaya değmez bu dünya

Bilesin ha canım Haydar bilesin
Seni bekler soğuk mezar bilesin
Ebediyet ötede var bilesin
Tek satır yazmaya değmez bu dünya.

(Yasaklı Rüyalar)

Abdurrahim Karakoç

Yalvarış

Ya Rab bu hasrete can dayanmıyor;
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.
Her adımda bir engel var, salmıyor,
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.

Mümkün mü bu yolda maksuda ermek?
Mümkün mü sılada dost yüzü görmek?
Âşıka ar gelir geriye dönmek;
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.

Çekilmez bir şelek vurdun arkama;
Şaşırdım yollarda kaldım, akşama.
Umudum her zaman bakidir amma,
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.

Sevip sevilmemek varsa kaderde,
Hangi doktor ilaç verir bu derde?
Hastayım, susuzum gurbet illerde;
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.

Ey hanlar hanını halk eden Hancı!
Bir yudum aşkınla doğdu bu sancı.
Ey fakir ekmeği, Mümin inancı!
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.

(Dosta Doğru)

Abdurrahim Karakoç

Rica

Çileyi koklayıp gül niyetine
Zindana girersen, beni de çağır.
Sabrı, kanaatı bal niyetine
Ekmeğe dürersen, beni de çağır.

Bazen iki dünya sığar içime
Bazen iki güneş doğar içime
Bazen gam yağmuru yağar içime
Sen beni ararsan, beni de çağır.

Dostların var ise divanelerden
Göz yaşın aktıysa minarelerden
Binlerce senelik viranelerden
Birşeyler sorarsan, beni de çağır

Ezelin ezelden öncesi vardı,
Yine sonsuzluktur sonsuzun ardı.
Zaman yumağına bizi kim sardı?
Aklını yorarsan beni de çağır.

Dışarda göz yanar, içerde yürek,
Taahhüt ehline tahammül gerek.
Mazlum yarasına merhem diyerek
Göz yaşı sürersen beni de çağır.

(Beşinci Mevsim)

Abdurrahim Karakoç

Fotoğraf

Resmine baktığım güzel kız, genç kız
Unuttum, Unuttum, Unuttum seni..
Eski bir albümde durursun yalnız
Unuttum, Unuttum, Unuttum seni..

İki harf, bir imza, bir tarih; garip!
Besbelli üçü de mutsuz, mustarip
Aklımı zorlama karşımda durup
Unuttum, Unuttum, Unuttum seni..

Bilemem aradan geçti kaç sene
Memleketin nere, kimsin, adın ne?
‘Hatırla’ diyerek bakma yüzüme
Unuttum, Unuttum, Unuttum seni..

(Suları Islatamadım)

Abdurrahim Karakoç

Bitmeyen Gece

Bir gece başladı yıldızsız, aysız;
Ne horozlar öttü, ne sabah oldu…
Kibritler ıslaktır, çakmağım yağsız
Dar odam ebedî ışıksız kaldı.

Bırakmaz yakamı, dört yanım duvar;
Ne kapı, ne baca, ne pencere var…
Ne mektup gönderir sevdiğim dostlar,
Ne de bir tanıdık kapımı çaldı.

Bir zaman karnımı doyuran toprak
Üstüme gölgelik, altıma yatak.
Hiç ümit etmezken olacağa bak;
Nihayet ağzıma, gözüme doldu.

Ve işte dünyada en son arkadaş
Başımın ucunda dikili bir taş.
Bitti, doğduğum gün başlayan savaş,
Kâinat benimle beraber öldü…

(Dosta Doğru)

Abdurrahim Karakoç

Sevgi Yetmiyor

Boş yere yorulma gönül
Sevgi yetmiyor, yetmiyor.
Bülbül sevse de kurur gül
Sevgi yetmiyor, yetmiyor.

Sebepler var ağır basar
Seneler arayı keser
Sevilenler çabuk küser
Sevgi yetmiyor, yetmiyor.

Önü bahar, sonu hazan
Meyvesi ya şüphe, ya zan
“Yeter” desek bile bazen
Sevgi yetmiyor, yetmiyor.

Eğlence, düğün, toy gerek
Maddeden yüklü pay gerek
Daha bir sürü şey gerek
Sevgi yetmiyor, yetmiyor.

“Aşk” diyoruz, hani nedir?
Boyu nedir, eni nedir?
Denenmiş kaç bin senedir
Sevgi yetmiyor, yetmiyor.

Maddeleşir mânâ bile
Unutulur ana bile
“Can” dediğin cana bile
Sevgi yetmiyor, yetmiyor.

(Gökçekimi)

Abdurrahim Karakoç

Aklıma Düşenler

Her nerede tarih sesi duyarsam
Özlediğim zaman düşer aklıma…

Doğudan batıya akan kutlu sel
At, kılıç ve kalkan düşer aklıma…

Malazgirt göğsünde açılan kilit
Şüphesiz Alpaslan düşer aklıma.

Ana bildiğimiz şu ana mekân
Burcu burcu vatan düşer aklıma…

Ertuğrul Bey adlı devlet banisi
Ceddim Gazi Osman düşer aklıma…

Semaya ser çeken bir ulu çınar
Fatih Mehmed Sultan düşer aklıma…

Üç kıtaya dalga dalga yayılan
Nihayetsiz umman düşer aklıma…

Aşk ile, vecd ile, adalet ile
İlim düşer, irfan düşer aklıma…

Sonra gövdemizi kemiren kurtlar
İhmal düşer, isyan düşer aklıma…

Jönlerin, bönlerin ihanetleri
Ve küçülen vatan düşer aklıma…

Cezayir bestesi en içli ağıt
Feryad ile figân düşer aklıma.

Dalarım kor gibi hâyâllerime
Evladı Fatihan düşer aklıma…

Kosova’yla Dumlupınar diz dize
Kaybolan şeref/şan düşer aklıma…

Sene ikibin bir, Türkiye muhtaç
Tüm vurguncu ihvan düşer aklıma…

Semirir, eğlenir mutlu azınlık
Milyonlarca kurban düşer aklıma…

Mazimizden karanlıktır halimiz
Kandil, mum ve şamdan düşer aklıma…

Bendeki yarayı avcılar bilmez
Hep yaralı ceylan düşer aklıma…

Şu dünyayı baştan başa sarsacak
Mühürlenmiş ferman düşer aklıma…

Umutsuzluk yaklaşırken yanıma
Gökten yağan derman düşer aklıma…
Can içinde bir can düşer aklıma….

17/02/2010

Abdurrahim Karakoç