Vatan ve Biz
Uludağ, Erciyes, Ağrı, Süphan’a
İnersen-çıkarsan, bu vatan senin.
Sivas’tan Hatay’a, Ağrı’dan Van’a
Şefkatle bakarsan, bu vatan senin.
İmzan varsa tarihinde dününde
Set oldunsa düşmanların önünde
Milleti kahreden acı gününde
Gözyaşı dökersen, bu vatan senin.
Sütü bozuklar zamanla el olur
Her kavgada yiğitlere gel olur
Yanan yüreklere ırmak sel olur
Çağlayıp akarsan, bu vatan senin.
Şura ıssız şura sapa demenden
Susuz kıraç dere tepe demeden
Keşan Kangal Dinar Hopa demeden
Hasretlik çekersen, bu vatan senin.
Korudunsa kursun dahi yiyerek
Sevmişsindir düşünerek duyarak
Çıplak yerler yeşillensin diyerek
Bir fidan dikersen, bu vatan senin.
Öp kokla dağların her çiçeğini
Ve sonra ıhlamur nar çiçeğini
Madalya yerine kır çiçeğini
Göğsüne takarsan, bu vatan senin.
Slogana kanıp binme dolmuşa
Ayırt eyle kim firavun, kim Musa
Avrupa’ya bel bağlayan deyyusa
Canını sıkarsan, bu vatan senin.
Dönme dolaplar ile ülfetin yoksa
Çıkarcı putlara hürmetin yoksa
Gam değil; makamın servetin yoksa
Zilleti yıkarsan, bu vatan senin.
Yukarı katlara inanma sakın
Nakışlı sözlere aldanma sakın
Uyanma vaktidir kurtuluş yakın
Nizama sokarsan, bu vatan senin.
Ne demek ikilik ne demek hizip
Bazen itaatten; intikam cazip
Karanlık zatları hizaya dizip
İmiğin sökersen bu vatan senin.
Anadolu Türk’ün olduğu gibi
Fatih’in Bizans’ı aldığı gibi
Okların kalkanı deldiği gibi
Bir ateş yakarsan, bu vatan senin.
Soylu bir akına çıkmak var yine
Sarıl var gücünle din-i mübine
İrfan tohumunu yurt zeminine
Yılmadan ekersen, bu vatan senin.
Abdurrahim Karakoç
Vitrin
Seçimle iş başına gelen yöneticiler
Palavra sıka sıka geçirir beş seneyi,
Zamanın vitrininde tükense de sevgiler
Dolaylı menfaatler doldurur boş seneyi.
(Gök çekimi)
Abdurrahim Karakoç
Tanımaz Beni
Aklımdan geçeni anlayan güzel
Şimdi görse bile tanımaz beni…
Eski simalara seneler engel
Selam verse bile tanımaz beni…
Uzak bir şehirde karşıma çıkıp
Tutsa ellerimden kenara çekip
Arada sırada yüzüme bakıp
Adres sorsa bile tanımaz beni…
Getirip öteyi önüne sersem
Bir takım imalı ipucu versem
“Tanıdın mı?” Diye açıktan sorsam
Akıl yorsa bile tanımaz beni…
Abdurrahim Karakoç
>
Acaba
Uyuyan göllere ay ışığında
Sevginin resmini çizsem kim anlar?
Tomurcuk ayrılıp gül açtığında
Yağmurun saçını çözsem kim anlar?
Bir mekan kaplamış ne varsa nerde
Kendi ötesini saklar her perde
Sonsuzluğun sona erdiği yerde
Huduttan bir kulaç kazsam kim anlar?
Aşk kömür beyazı kin süt karası
Eklenir yarama her dost yarası
Et oldum bıçakla kemik arası
Cellatla ahdimi bozsam kim anlar?
Doğumda yalan var ölümde gerçek
Bir şeyler anlatır balık kuş çiçek
Kırık gönülleri toplayıp tek tek
Toplayıp göğsüme dizsem kim anlar?
Gün geldi zamanı gömdüm kabire
Dağ oldu aklımın verdiği fire
Bağlasam telaşı çelik zincire
Sabrın derisini yüzsem kim anlar?
İçte deprem olur dışın düğümü
İhlassız çözülmez işin düğümü
Aklımdan geçeni düşündüğümü
Okusam kim dinler yazsam kim anlar?
Abdurrahim Karakoç
Aydınlık
Gergin uykulardan, kör gecelerden
Bir sabah gelecek kardan aydınlık.
Sonra düğüm düğüm bilmecelerden
Bir sabah gelecek kardan aydınlık.
Gökten yağmur yağmur yağacak renkler
Daha hoş kokacak otlar, çiçekler
Ardından bitmeyen mutlu gerçekler
Bir sabah gelecek kardan aydınlık.
Vurulup ömrünün ilkbaharında
Kanından çiçekler açar yarında
Cümle şehitlerin omuzlarında
Bir sabah gelecek kardan aydınlık.
Işıklar dal-budak, her kolu İslâm
Gönüller, yürekler dopdolu İslâm
Tek ölçüsü İslâm, tek yolu İslâm
Bir sabah gelecek kardan aydınlık.
İzmir’in sağından, Van’ın solundan
Erzurum, Edirne, Hatay yolundan
Kapı kapı tekmil Anadolu’mdan
Bir sabah gelecek kardan aydınlık.
Abdurrahim Karakoç
Haberimiz Yok
Vermişiz sakalı yaban ellere
Çekip yoluyorlar, haberimiz yok!
Biz türkü söylerken esen yellere
Çarpıp-bölüyorlar, haberimiz yok!
Gülüp geçin dostluk(!) kardeşliğe(!) siz
Onların gözünde insan değiliz
Kemâli edeple su içerken biz
Islık çalıyorlar, haberimiz yok!
Ne bir itiraz var ne de sorumuz
Ötmüyor vatanda bizim borumuz
Küle dönüşüyor ümit kor’umuz
Her gün suluyorlar, haberimiz yok!
Öten borular var işin doğrusu
Coni’lerin, Mişon’ların borusu
Bizler mi? .. güdülen ahmak sürüsü!
Kafa buluyorlar, haberimiz yok!
Perde önü tuzak, arkası hile
Doluyorlar daim dinimi dile
Demedi mi Puşt’un oğlu Puşt bile?
Haç’ı soluyorlar, haberimiz yok!
İslâm’ı camide hapse tıktılar
Türkçe’nin üstüne limon sıktılar
Türk’e ait ne değerler yıktılar
Yıkıp gülüyorlar, haberimiz yok.
Bakın cadde, sokak Türk’ün şehrine
Takılır gözünüz Batı zehrine
Resimler, isimler onun mührüne
Şahit oluyorlar, haberimiz yok!
Hallaç gibi atıyorlar vatanı
Parselleyip satıyorlar vatanı
Bir yerlere katıyorlar vatanı
Bizden alıyorlar, haberimiz yok!
Hep, küheylan sanıp saldık üst kata
Katır özelliği geçti her at’a
Denmez buna gaflet, denemez hata
Yeme dalıyorlar, haberimiz yok!
Bu dertli Cemâli yazsın, söylesin
Deve kuşu nasihati neylesin
Allah sonumuzu hayır eylesin
Bizi siliyorlar, haberimiz yok!
Cemal Gören
Hasan’a Mektup – 10
Bu onuncu mektup Hasan
On daha yazsam az gelir.
Arsız yüz utanmam diyor
Kırk batman tükürük vız gelir…
Bir düğüm ki karman çorman
Atlara yem oldu harman.
Celladın elinde ferman
Ne öldürür, ne vaz gelir
.
Yolduk kuşun kanadını,
Hürriyet koyduk adını.
Alanlar aldı tadını,
Bizim kaşığa tuz gelir.
“Taşlar bağlı, itler seyip”
Tümümüze olsun ayıp.
Tarihi edersek kayıp
Akıbetimiz tez gelir.
Millî servet mile battı
Lokomotifler yan yattı…
Çingen ayısın oynattı
Çadıra aktı “Özgelir”.
Dede-torun, damat, dergi
İşte çadır, işte çergi!
Çığlaşıyor zalim vergi
Senede kırka yüz gelir.
Düşündüm inceden ince
Baş ayaktan sarhoş bence…
Hırsıza hırsız deyince
Dayılardan söz gelir.
Nizama adadık saygı
Güven’imiz oldu kaygı.
Kösteklenir millî duygu
Asalaklara hız gelir.
Bu yurdun selametine
Azmi elden koyma yine.
Dayan milliyete, dine,
İnşallah bir gün yaz gelir.
(Vur Emri)
Abdurrahim Karakoç
Karşılama (bekir Balaban’a)
Geldi gönderdiğin şiirden mektup
Arada bir böyle yaz Balaban’ım.
Zaman siciminin ucundan tutup
Bazen bağla bazen çöz Balaban’ım.
Fikir gölü derinleşir girdikçe
Dostluk gülü gümrah açar derdikçe
Sıhhat zaman mekan imkan verdikçe
Cevapsız bırakmam söz Balaban’ım.
Ahval-i aleme kafayı takma
Allah Kerim sabrı elden bırakma
İlmi düstur eyle imanı sakla
Gayrisi savrulan toz Balaban’ım.
Huzur içte gerek kabukta değil
Vuslat acelede çabukta değil
Akılsa baştadır topukta değil
Çile yemekteki tuz Balaban’ım.
Ahlakı töreyi kenara atan
Dine afyon diyen vatanı satan
Müslüman olamaz Türk değil zaten
Dayanmaz görmeye göz Balaban’ım.
Demişler ya kuvvet birlikten doğar
Kar yağmur zamanı gelince yağar
Nasihatım o ki dinlersen eğer
İşaret ben değil biz Balaban’ım.
Çevremizi saran türlü ihanet
Gün geçtikçe görünüyor daha net
Başlangıçta bilmek değil kehanet
Bağrımıza girmiş köz Balaban’ım.
Zaman geldi esir olduk maddeye
Zaman geldi hasır olduk caddeye
Zaman geldi küsur olduk şeddeye
Daha bunlar bize az Balaban’ım.
Üzülmedim memnun oldum bilesin
Her murada nail olup gülesin
Cevabım bitiyor hoşça kalasın
Aklımdan geçeni sez Balaban’ım.
Dört yanımı gurbet yazmış kaderim
Dosttan mektup gelir biter kederim
Gözlerinden öper selam ederim
Aydınlık günlerde gez Balaban’ım.
Abdurrahim Karakoç
Bir Yerden Her Yere Mektup
Sormayınız, görmeyiniz canlarım
Hakkınızı yeyip yutan burada.
Dinlisini, dinsizini dinlerim
Besmele’ye yalan katan burada.
Sofralara viski, havyar dizilir
Fiyatınız peçeteye yazılır
Sırtınızdan günde dört post yüzülür
Sizi soyup, sizi satan burada.
Simsar siyasetçi, doktor, avukat
İnsan avlıyorlar her gün her saat
Hızlı köşe dönmek en üstün sanat
Kan gölünde balık tutan burada.
Ortada kol gezerken kıtlıklar, yoklar
Burda betonlarla delinir gökler
Kontlar, şansölyeler, baronlar, dükler
Kirli yağan, eğri biten burada.
Yürekler acısı bir garip âlem
Rüşvetsiz imzaya yanaşmaz kalem
Pop müzik, şampanya, marlboro, salem
Gece gündüz keyif çatan burada.
Kız,kadın pazarı sokağı,yurdu
Homoseksüeller çığlaşan ordu
Ne ahlak kaygısı ne namus derdi
Hızlı doğan, erken öten burada.
Yazık… Siz beğenir,siz seçersiniz
En çürük köprüden siz geçersiniz
Bilirim her zaman çarnaçarsınız
Kör-kütük, zil-zurna yatan burada.
Hâlgidiş bu minval bu vaziyette
Sabun işkencede, su eziyette
Rağbet ne ilimde ne meziyette
Aydınlığa çamur atan burada.
Doğan bebek dost yemeye zorlanır
Düşündükçe içim dışım korlanır
Evlat seyiplenir, ana horlanır
Ana vatan yavru vatan burada.
(Beşinci Mevsim)
Abdurrahim Karakoç
Açık Dilekçe
Görmediğim bir bambaşka durum var
Sizin şehrin kızlarında savcı bey!
Yaklaşanı ta yürekten vururlar
Kan kokuyor gözlerinde savcı bey!
Gayeleri gönül kırmak dal gibi
Bakışları çifte faul bal gibi
Ülkeler fethetmiş bir kral gibi
Gurur dolu pozlarında savcı bey!
Kaş yaparken göz çıkarır elleri
Çok silahtan tesirlidir dilleri
Hayret ettim bir tuhaf ki halleri
Poyraz eser yüzlerinde savcı bey!
Derviş olup çıktım tığsız tebersiz
İlk görüşte avladılar habersiz
Pişirdiler beni tuzsuz bibersiz
Kebap oldum közlerinde savcı bey!
Bölüştüler gönlüm ile aklımı
Davacıyım ara benim hakkımı
Bir yol göster haksız mıyım haklı mı
Yorulmayım izlerinde savcı bey!
Abdurrahim Karakoç
Garibin Garip Türküsü
Sılada sılasız kaldım;
Suyum garip, aşım garip.
Ben kendime gurbet oldum;
İçim garip, dışım garip.
Bayram diye insem düze,
Düşman olur astar yüze.
Kattım geceyi gündüze;
Uykum garip, düşüm garip.
Temmuzda üşür gezerim,
Zemheride akar terim;
Dört mevsimde derbederim…
Yazım garip, kışım garip.
Felek bir gün rahat koymaz;
Çağırsam kaderim duymaz
Ayağım aklıma uymaz…
Gövdem garip, başım garip.
Parasız kesem suç olur.
Acıkıp yesem suç olur.
Sözüm var, desem suç olur.
Dilim garip, dişim garip.
Ben bu devre nerden geldim..
Kırk parçayı bire böldüm.
Bugün doğdum, dünden öldüm..
Vaktim garip, yaşım garip.
Koştum hakikat ardına,
Yandım ayrılık derdine,
Git, bak, ölüler yurduna;
Kabrim garip, taşım garip.
(Dosta Doğru)
Abdurrahim Karakoç
Unutma
Mektup derken şiir oldu bak yine
Darılırsan ben ölürüm unutma!
Taze sarmaşığım hoyrat bedene
Sarılırsan ben ölürüm unutma!
Birgün güneş olur göğe doğarsın
Birgün yağmur olur yola yağarsın
Birgün çiçeklerden koku sağarsın
Yorulursan ben ölürüm unutma!
Kılıç ağzı yoldur ok ucu meydan
Dikkat et sen benim canımsın ey can
Koyakta kekliksin kayada ceylan
Vurulursan ben ölürüm unutma!
Aşk denince aklı bırak ol deli
Işık ışık gökten inen dolu ol
Boz bulanık akan yağmur seli ol
Durulursan ben ölürüm unutma!
Dinlemek zor anlamak zor yar beni
Göreceksen dertte gamda gör beni
Gönül toprağıma yaptım türbeni
Dirilirsen ben ölürüm unutma!
Abdurrahim Karakoç
Ottoname
Kesin Nazi kanıdır damarında dolaşan
Hitler’in çığırından koşuyor Otto Şili…
Adaletten hiç nasip almamış anlaşılan
Hukukun duvarına işiyor Otto Şili…
Despotluk dans ediyor beyninde yama yama
Siyonizm kavağından nar topluyor hahama
Vakit’i kapatması bence dert değil amma
Ayan-beyan haddini aşıyor Otto Şili…
Tez unutmuş, ırkının “soykırım” fiilini
Kürek gibi her yere uzatıyor dilini
Barbarlık bombasının yakıyor fitilini
İptidai çağlarda yaşıyor Otto Şili…
Kara dilli bir yobaz kara düğmeye basmış
Ötede diğerleri haçlı kinini kusmuş
Demokrasiye kızmış, medeniyete küsmüş
Führer’in kazanında pişiyor Otto Şili…
Besbelli aferini hahamlardan alıyor…
Ve sonra takdis etmek papazlara kalıyor
Vakit kabul gördükçe vandallık alçalıyor
Yazık oldu, düştükçe düşüyor Otto Şili…
Altı milyon Yahudi yakan onlardı malûm
Dünyayı fethetmeye çıkan onlardı malûm
Kâbus gibi her şeye çöken onlardı malûm
Göbbels, Rommel ruhunu taşıyor Otto Şili…
Türkiye’de hukukun olduğunu bilmiyor
Boğazına duracak büyük lokmalar yiyor
Ben kapattım, durmayın siz de kapatın diyor
Hayali yaraları kaşıyor Otto Şili…
Türk-İslâm karşıtlığı gıdasıyla hıyarın
Büyüme sebebini hesap eyleyin varın
Kamalı haç markalı kalın yorgana sarın
Beynine kurtlar girmiş, üşüyor Otto Şili…
11.03.2005/Vakit
Abdurrahim Karakoç
Kırmızı Çizgilere Mersiye
Kırmızı çizgilerimiz vardı
Asker-sivil üstüne titrerdik
Çok çok uzak ülkelerden
Mekanik dinozorlar geldiler
Kırmızı çizgilerimizi sildiler
Kesiliverdi sesimiz soluğumuz
Ucuz gittik ucuz…
Musul dedik Kerkük dedik
Esaret kabul etmez Türk dedik
Meğer ki Türkmenler bizden kof
Biz Türkmenlerden kofmuşuz
Dönüp geriye bakınca gördük
Birbirimizden yıllar önce kopmuşuz.
Hani Iraklı Kürtlere
Devlet kurdurmayacaktık
Onlar bile devletlerini kurdular
Bizi can evimizden vurdular
Melül mahzun gerilerden baktık.
Kayboldu kırmızı çizgilerimiz
Çuvallar dolusu boyalarımız soldular
Çuvallar dolusu adam oldular.
Kıbrıs’ı da kaybederiz bir gün
AB’nin beklediği gündür bugün
Böbürlenmemize hiç gerek yok
Kıbrıs’ta Rumların nüfusu
Türkiye’nin nüfusundan çok
Öyle ya
Sayısal değil, siyasal ağırlık önemli
Yeşil hat, kırmızı hat seraptır
Bence akıbetimiz haraptır.
Şimdi Şirak vuruyor ensemize
Yarın Merkel vuracak
Gideceklerin vurdukları gibi
Gelenler de teker teker vuracak
Bizde bu ense
Onlarda bitmeyen kin
Herkes engel çıtasını yükseltecek
Atlaya atlaya dermanımız kesilecek.
Derken
Biz burda birbirimizi yerken
Sevinip arkamızdan gülecekler.
Ne kaldı şurada iki bin yirmiye
Bekleyeceğiz geldi, gelecek diye
Bataklıkta yüzülmez ki
Bu düğüm maksatlı atılmış düğüm
İlelebet çözülmez ki
Koyu kırmızı bir çizgi daha çekeriz
Yani muhtemelen
O çizgiyi de ayaklarıyla silerler
Belki de gideni aratır gelen
Yoğun uykular arasında rüyalarımız
Nasıl uçup giderlerse
Öyle gidecek AB sevdamız.
Herkes dışarıya kör sağır
İçerde çekilen çizgilerimiz var
Kalınlaşıyorlar ağır ağır
Bizim ancak bize yetiyor gücümüz
Yâ Rab nedir suçumuz?
Kim sardı başımıza bu sevdayı
Yok mudur bunun hiç kolayı?
Belki var, belki yok
Amma çok bekleyeceğiz çok.
Umut, dağlar ardındaki sevgili
Çözülür elbette sabrımızın dili
O güne az kaldı az
Arzuhalci sen böyle yaz.
09 Ağustos-2005/Vakit
Abdurrahim Karakoç
Keyfiyet
Göl, göl oldu anaların gözyaşı
Kan selinde akıyoruz eyi mi?
Ateş sardı Malatya’yı, Maraş’ı
Kendimizi yakıyoruz eyi mi?
Bağlandı yolumuz, yolaklarımız
Zincire vuruldu bileklerimiz
Küfür ile doldu kulaklarımız
Dişimizi sıkıyoruz eyi mi?
Koçyiğitler kör kurşunla devrilir
Kazancımız nahak yere savrulur
Dilekçemiz Ankara’dan çevrilir
Her belâyı çekiyoruz eyi mi?
Azığı, çarığı ardıca astık
Bulutlar yorgandır, kayalar yastık
Görkemli başlardan umudu kestik
Uzaklara bakıyoruz eyi mi?
Adalet istedik, zulüm sundular
Hayat hakkı dedik, ölüm sundular
Sabrımıza bakıp korkak sandılar
İkrah ettik, bıkıyoruz eyi mi?
Bölücü beyinler baykuş yuvası
Pis koku neşreden suyu, havası
Duru gönlümüzde millet davası
Sevgi gülü ekiyoruz eyi mi?
Yıllar yılı bir halaskâr bekledik
Günü güne, ayı aya ekledik
Sırtımıza umutları yükledik
Doruklara çıkıyoruz eyi mi?
(Suları Islatamadım)
Abdurrahim Karakoç
Mukayeseli Tahlil
Devletin yufkası, derini yoktu
Despotun sıcağı, serini yoktu
Rejimin yarası, irini yoktu
Daha umutluyduk, daha mutluyduk.
Bayram, tarih unutmazdı büyükler
Vatandaşı uyutmazdı büyükler
Yan tutmazdı, kin tutmazdı büyükler
Daha umutluyduk, daha mutluyduk.
Yargı bağımsızdı, yargıçlar adil,
Vakta ki çok şeyler edildi tadil
Aşkı yeğ tutardık hırsa muadil
Daha umutluyduk, daha mutluyduk.
Medyamız bu denli barbar değildi
Ruh mülevves, surat pancar değildi
İnsanlar insandı, sansar değildi
Daha umutluyduk, daha mutluyduk.
Dostlara “can” derdik candan ilhamla
Haramdan korkardık dinden ilhamla
Yarını görürdük dünden ilhamla
Daha umutluyduk, daha mutluyduk.
Tek kimlik taşırdık, tek tip değildik
Kendi yurdumuzda garip değildik.
Çeteye, mafyaya sahip değildik
Daha umutluyduk, daha mutluyduk.
Devletliler soyamazdı devleti
Dönek piçler oyamazdı devleti
Gözbağcılar boyamazdı devleti
Daha umutluyduk, daha mutluyduk.
Ayaktayken ananemiz, töremiz
Düşe düşe pul olmadan paramız
Dindar-laik açılmadan aramız
Daha umutluyduk, daha mutluyduk.
Hak-hukuk, insanlık ölmeden önce
Dayatmalar çıkıp gelmeden önce
Seksenlikler umut olmadan önce
Daha umutluyduk, daha mutluyduk.
Cuntalar-muntalar yoktu o zaman
Cilalı suntalar yoktu o zaman
Kolalar, fantalar yoktu o zaman
Daha umutluyduk, daha mutluyduk.
Saç-sakal, kıyafet yasak değildi
Toplantı-ziyafet yasak değildi
Düşünce, şikayet yasak değildi
Daha umutluyduk, daha mutluyduk.
Atatürk’ü sömürmezdi maymunlar
Değerleri kemirmezdi maymunlar
Çalıp-çırpıp semirmezdi maymunlar
Daha umutluyduk, daha mutluyduk.
Laiklik kılıncı bilenmemişti
Fikirler çamura belenmemişti
Beyinler bu denli sulanmamıştı
Daha umutluyduk, daha mutluyduk.
Sonra mı? . Sonrası kaos, kargaşa
İnmiyor bir türlü kim çıksa başa
Yaya gidiyorduk Van’dan Maraş’a
Daha umutluyduk daha mutluyduk.
Ekran yoktu, erkân vardı eskiden
Damarlarda hür kan vardı eskiden
Ve vebalden korkan vardı eskiden
Daha umutluyduk, daha mutluyduk.
Görmezdik mankeni, bilmezdik pop’u
Kızlara vurmazdı polisin cop’u
Kendi kalemize atmazdık topu
Daha umutluyduk, daha mutluyduk.
Arızasız dönen çarkımız vardı
Deliden, densizden farkımız vardı
Senfonimiz yoktu, türkümüz vardı
Daha umutluyduk, daha mutluyduk.
Millete tepeden bakmazdı rical
Herşeye burnunu sokmazdı rical
Korkutmaz, daraltmaz, sıkmazdı rical
Daha umutluyduk, daha mutluyduk.
Kanları uysaldı ihtiyarların
Zimmeti olmazdı iktidarların
İtibarı vardı itibarların
Daha umutluyduk, daha mutluyduk.
Mutluluk mezarda, umut iflasta
Dışımız ateşte, içimiz yasta
Bana sorarsanız en son kıyasta
Daha umutluyduk, daha mutluyduk.
5 Kasım 1999
(Yasaklı Rüyalar)
Abdurrahim Karakoç
Kurban Bayramı Tebriki
Kurbana da erdik Allah’a şükür
Kurban Bayramınız mübarek olsun.
Kesilsin kurbanlar, sevinsin fakir
Kurban Bayramınız mübarek olsun.
Gülümsesin mahzun duran yüzlere
Deva olsun yaş akıtan gözlere
Rahmetiyle yağsın, yağsın bizlere!
Kurban Bayramınız mübarek olsun.
Ruhlar şifa bulsun faziletiyle
Güçlensin bedenler kurban etiyle
İslâm âlemiyle, Türk milletiyle
Kurban Bayramınız mübarek olsun.
Nimete gark olsun tüm aileniz
Biriniz bin olsun, damlanız deniz
Şans getirsin, hep şenlensin haneniz
Kurban Bayramınız mübarek olsun.
05.04.2000
Abdurrahim Karakoç
Teşhis
Izdırabın çarkında ezdin senelerimi
Yuttum ilaçtır diye, fırlattığın her taşı
Merak etmiyor musun? Gel de gör eserini!
Kervan kervan gam yükü, oluk oluk gözyaşı!
Yıllarca, düşman diye boşlukları taradım
Döndüm, havada balık, yerde yıldız aradım
Anladım ey vicdansız, geç de olsa anladım
Senin sevdanmış meğer bütün dertlerin başı!
Gel gör ki, aşk sarayım isminle mühürlüdür
Sökemez eza, cefa ölüme tehirlidir
Elinle sunduğun aş bilsem ki zehirlidir
Hiç tereddütsüz yerim ben o ağılı aşı!
Uzaklaştım kendimden, bütünleştim seninle
İster al, ister reddet, ben eşleştim seninle
Sen, ayrıyız desen de, bak birleştim seninle
Bu taşınmaz vebali nasıl taşırsan taşı!
Eylül – 1999
Abdurrahim Karakoç
Sen Yok musun Sen
Aslanları uslandırır
Ceylanları kıskandırır
Sırılsıklam ıslandırır
Gözlerin yok mu gözlerin!
Gökteki ayın kardeşi
Hurinin, meleğin eşi
Dünyamın eşsiz güneşi
Yüzlerin yok mu yüzlerin!
Yüce nağmeler yücesi
Billûr damla her hecesi
Ariflerin bilmecesi
Sözlerin yok mu sözlerin!
Doyamam sana bakmağa
Nursun tepeden tırnağa
Benzer kalbimde bir dağa
İzlerin yok mu izlerin!
Kasım – 1984
Abdurrahim Karakoç
Tövbeler Olsun
Boğdu yıllarımı aşkın ırmağı
Bir daha geçmek mi, tövbeler olsun!
Görünürde zemzem, gerçekte ağı
Bir daha içmek mi, tövbeler olsun!
Tarifsiz duygular sardı içimi
Kimi yerde gezdim, havada kimi
Düştüm tepetaklak, aldım dersimi
Bir daha uçmak mı, tövbeler olsun!
Aynalara baktım onu gösterdi
Sırtımda gram yük tonu gösterdi
Boyumun ölçüsü sonu gösterdi
Bir daha ölçmek mi, tövbeler olsun!
Bazen bir kasırga, bazen bir “hiç”tim
İflas etti aklım, ben benden geçtim
Kendime ateşten elbise biçtim
Bir daha biçmek mi, tövbeler olsun!
Bazen kuyulara indirdi beni
Bazen zirvelere kondurdu beni
Göçtüm yayla diye, dondurdu beni
Bir daha göçmek mi, tövbeler olsun!
Susuz bir çöl idim, suya muhtaçtım
Hoşgörüye hasret, ilgiye açtım
“Buldum-buldum!” diye yanına kaçtım
Bir daha kaçmak mı, tövbeler olsun!
Aldırmadan kınamaya, yergiye
Tarla yaptım bir gramlık sevgiye
Saçtım tohumunu yeşersin diye
Bir daha saçmak mı, tövbeler olsun!
Terk eyledim “sevda” adlı yapıyı
Fırlattım ruhsatı, yırttım tapuyu
Kilitledim gönül denen kapıyı
Bir daha açmak mı, tövbeler olsun!
Ağustos – 1999
Abdurrahim Karakoç
Hasan’a Mektup – 8
Küfür yağmuruna tutulduk Hasan
Dinleyip dinleyip düşünüyoruz…
Direnmek suç oldu,kurtuluş için
Fikirden fikire taşınıyoruz…
***
Sorma Hasan sorma gayri bu derdi;
Öfke,çaresizlik son hadde vardı.
Tekmil gövdemizi pireler sardı,
Oturup oturup kaşınıyoruz…
***
At tepişti ara yerde toz kaldı…
Bizde dörtlü elde papaz koz kaldı…
Yemin olsun kopmamıza az kaldı;
Çünkü günden güne aşınıyoruz…
(Vur Emri)
Abdurrahim Karakoç
Hasan’a Mektup – 7
Kıbleyi şaşırdık dört günden beri
Ay doğduğu yerden aşıyor Hasan.
Bir türlü kemiği örtmüyor deri…
Türküler ağızdan taşıyor Hasan.
Lekeye boyandı gündüzün bağrı;
Çöktü ensemize bir dinsiz ağrı.
“Nasıl olur?” deme, vallahi doğru
Adamlar kafasız yaşıyor Hasan.
Sokaklara boynuz dikti danalar,
İnsan diye it doğurmuş analar.
Maddeye yer öpen sırtı alalar,
Mânâyı, görünce şaşıyor Hasan.
Devirdi kargalar çorba tasını,
Seneler silemez şeref pasını.
Gene sağır İbiş, öz babasını
Öküz sayıp çifte koşuyor Hasan.
Köye tekme sallar yaban eşeği,
Ne arpa kâr eder, ne de kaşağı…
Bizim köyün üç beş alçak uşağı
Buna da sevinip coşuyor Hasan.
(Vur Emri)
Abdurrahim Karakoç
Hasan’a Mektup – 6
Köye bir hâl oldu Hasan,
Sofrada aşlar yaralı.
Yolda toprak sancılanır,
Yuvada kuşlar yaralı.
Dalda yaprak, pınarda su…
Hepsinde ölüm korkusu.
Vuruldu halkın uykusu,
Görülen düşler yaralı.
Şapka giymez oldu keller,
Hâlimize güler eller.
Bağlandı iş gören eller,
Düşünen başlar yaralı.
Önümüzden kaçar ışık,
Günlerimiz delik deşik..
Gökte bulut, evde beşik,
Temelde taşlar yaralı.
Şapşallaştı ünlü Böke,
Ayağı dolaştı köke.
İçimize sığmaz öfke,
Ağızda dişler yaralı…
(Vur Emri)
Abdurrahim Karakoç
Hasan’a Mektup – 5
Duygumuzu mile gömdü ayılar
Günden güne kokmaktadır Hasan’ım.
Dünkü çalım satan kabadayılar
Gölgesinden korkmaktadır Hasan’ım.
Fiil şöyle dursun suç oldu niyet
Kelleyi koltuğa eyledik diyet
Kenara itildi şeref, haysiyet
Arsız gözler otlaktadır Hasan’ım.
Gene tuza hasret kaldı çorbalar
Sırtımızda kıçı delik urbalar
Kocaman bir köyü kanlı zorbalar
Keyfe göre yontmaktadır Hasan’ım.
Senin neden ne haberin var daha
Gece gündüz deme yalvar Allah’a
Doğrulmamız çetin iştir bir daha
Yüreğimiz kopmaktadır Hasan’ım.
Avare gezilmez bu karda kışta
Birliğe muhtacız içte ve dışta
Kader kapısına dayandık işte
Ellerimiz tokmaktadır Hasan’ım.
(Vur Emri)
Abdurrahim Karakoç
Hasan’a Mektup – 4
Gene duman oldu köylünün hâli,
Kart beygir ahıra sığmıyor Hasan.
Çayırı çok yemiş, kırdı yuları,
Nalları toprağa değmiyor Hasan.
Arpa türküsünü eyledi ezber,
Tehdit makamında döktürür gezer.
Truva’nın tahta atına benzer,
Zincirler boynunu eğmiyor, Hasan.
Şaha kalkar, çifte sallar ha bire..
Yediden yetmişe boyandık kire.
Mübarek bulutlar döndü demire,
Hayırlı bir rahmet yağmıyor Hasan.
At aklı kabarır baktıkça yeme;
Yanaşmıyor gavat eyere, geme..
Umutlar tavana asıldı gene,
Beklenilen güneş doğmuyor Hasan.
Değişmedi hâlâ çıbanın başı;
Yitirdik öfkeden ekmeği, aşı..
Zamanında dökülmeyen gözyaşı,
Zalimin zulmünü boğmuyor Hasan.
(Vur Emri)
Abdurrahim Karakoç
Hasan’a Mektup – 3
Sorma Hasan sorma köyün halini
Delindi köprüler geçemez olduk
Herifler her yere sokar elini
Keyfimize göre …… olduk.
Adam ettik birkaç aklı yoğunu
Çabaları önlemekmiş doğumu
Kırka çıktı boynuzların boğumu
Koyunu keçiden seçemez olduk.
Ak yollara kara çadır kurdular
Ne dediysek kötüsüne yordular
Ağzımıza kara kilit vurdular
Dertliyiz,kimseye açamaz olduk.
Sağda solda çalım satar bakiler
Kahpe sille ensemizde şakılar
Gediklerde kol geziyor şakiler
Özlenen yaylaya göçemez olduk.
Biz ah ettik onlar düğün ettiler
Derdimizi dünden yeğin ettiler
Bizi sürü sayıp yığın ettiler
Yol bulup bir yana kaçamaz olduk.
(vur Emri)
Abdurrahim Karakoç
Hasan’a Mektup – 2
Farz oldu katıra katırsın demek,
Kazıklar ölçüsün bilmeli Hasan!
Varsa da ucunda tekmeyi yemek,
Erkeklik yerini bulmalı Hasan!
Ciğer için küp deviren kediler
“Halktan yana devrimciyiz” dediler
Önce hakkı, sonra halkı yediler
Halimiz böyle mi olmalı Hasan?
Ana kuyruk sallar, enikler havlar
Kimi su bulatır, kimi av avlar
Bir gün bu köksüzlük kökünden kavlar
O zaman çok mikrop ölmeli Hasan.
“Çala çala bir havaya döner”miş
Dönmüyor be Hasan, dönmüyor bu iş…
Atalar “Çalışan kazanır” demiş
Çalışıp hakkından gelmedi Hasan!
“Sabrın sonu selâmettir” diyerek
Sabırları dalda çürüttük tek tek;
Yeter yüreklerde sızı beklemek
Bu çilekeş millet gülmeli Hasan!
1965
(vur Emri)
Abdurrahim Karakoç
Hasan’a Mektup – 1
Mektup yazdım Hasan’a, ha Hasan’a ha sana…
Oğul bir mektup yaz bizim Hasan’a,
Bıldırki itlerin çoğu öldü de
Tor tosunlar kayış yardı bu sene,
Koç öküzler epey ayrık yoldu de.
Aramızda yamrı yumru tepeler,
Sokaklarda seyip gezdi sopalar
Sen giderken yeni doğan sıpalar
Torunlu morunlu eşek oldu de.
Köye çoban ettik sağır ibiş’i,
Çatal doğurtuyor erkek çebişi
Yağcılıktan yükün tuttu çok kişi,
Gene aşiretin yüzü güldü de.
İbibikler dama yaptı yuvayı,
Pis kokudan balta kesmez havayı
Sorarsan şo bizim eski davayı,
Can sıkmasın, kıyamete kaldı de.
Biraz daha azdı dünkü sinekler;
Yular bırakmadı kırdı inekler
Çıkın edip gönderdiğin dilekler,
Yalınayak gözü yaşlı geldi de.
İncitmeyin derken gönül hatırı,
Gebe çıktı Solakların katırı
Kör kıvrak bir kırık yemden ötürü,
Düşmanların davulunu çaldı de.
Fukaralık bağdaş kurdu hasıra,
Harçlık marçlık gönderemem bu sıra
Hele mektup için bakma kusura,
Pul parası kesemizi deldi de.
Yırtıldı geceler çakal sesinden;
Kazlar kafa çeker el kesesinden
Bozuk terazinin sol kefesinden
Demlenen hıyarlar rağbet buldu de.
Sen gideli çok haşerat türedi;
Anaç balıkların hepsi tüledi
Kavaklara kaplumbağa tünedi!
Yörük yaylasına çingen doldu de.
(Vur Emri)
Abdurrahim Karakoç
Hasan’a Mektup – 12
Köyden havadis sormuşsun,
Hayat bir kumar oldu ha!
Duydun mu, biliyor musun?
Kancıklar tam-er oldu ha!
Salma geziyor salaklar,
Kuyruğa değer kulaklar.
Dünkü ot yiyen oğlaklar,
Bugün kan emer oldu ha!
Azdı eşekler temelli,
Kaşağı otuz, yem elli…
Sıpanın keyfinden belli
Semer de semer oldu ha!
Köhne gemi, yırtık yelken,
Yollara düştük çok erken.
Boynuza bühtan ederken,
Kuyruklar şamar oldu ha!
Sabırdır korkunun adı;
Bozuldu her şeyin tadı.
Huzurda huzur kalmadı,
Dert tomar tomar oldu ha!
Kimi soruyorsun kimden;
Yürekler pas tuttu nemden…
Ölçüyü yitirdik tümden,
Yüzükler kemer oldu ha!
Ötesini sorma, yeter…
Belki beterden de beter!
Aşk ekeriz, nefret biter.
Haccac’lar Ömer oldu ha!
Ben az derim, sen çok anla,
Bu mektup son mektup sanma.
Biraz emek verdim amma,
Tımar da tımar oldu ha!
(Vur Emri)
Abdurrahim Karakoç
Hasan’a Mektup- 11
Tohum çürük, çiftçi bunak;
Tarlalar ezelden çorak.
Yıllar da gelirse kurak,
Evleklerde suç ararız
.
Yığın yığın obur mide;
Yedikleri bal, yağ, pide…
Evler yıkılır içkide,
Direklerde suç ararız.
Rezalet mi? kalbur kalbur…
Harcandı bitti “ya sabır”…
Eğilmekten olduk kambur
Eleklerde suç ararız.
Bir gemiye olduk forsa,
Kaptanımız karaborsa.
Sürücüler yolda korsa,
Bineklerde suç ararız.
Düşünce ne gezer bizde,
Binlerce ayak bir izde.
Yükleyeni severiz de,
Şeleklerde suç ararız.
“Bu millet adam olmaz”mış,
Asalaklar böyle yazmış.
Bostanda hıyarlar azmış,
Keleklerde suç ararız.
Köyümüze yağdı dolu,
Sel aldı köprüyü, yolu.
Yüreğimiz saman dolu,
Bileklerde suç ararız.
İmtiyaz vereli turpa,
Pirinci beğenmez arpa.
Suçlar tahtı kurmuş sarpa,
Döleklerde suç ararız.
Esas suçlu şeytan ama,
Gücümüz yetmez şeytana.
Bir suçlu bulmak lazım ya,
Meleklerde suç ararız.
(Vur Emri)
Abdurrahim Karakoç
Hasan’a Mektup – 20
Hesap ettim ayak altı, baş yedi
Vallahi nazlı yâr gene geç kaldık.
Hınzır bülbül gül dalında leş yedi..
Katmerlendi zarar, gene geç kaldık.
Köprüler var perşembeden pazara
Yapanda yüz yok ki yüzü kızara
Hastayı gömdükten sonra mezara
İlâç neye yarar, gene geç kaldık.
Akşamı geç saydık, sabahı erken
Seyrettik kediler ciğeri yerken
Hele şu bulutlar dağılsın derken
Yollara yağdı kar, gene geç kaldık.
Ok yetişmez oldu zor bezirgâna
Şimdiye katırlar bağlandı hana
Fuzuli telaşı bırak bir yana
Denkleri yavaş sar, gene geç kaldık.
Suya hasret kaldı deniz kızları
Ekvator’a heykel diktik buzları
Ankara’yı geçti at hırsızları
Serde tembellik var, gene geç kaldık.
(Vur Emri)
Abdurrahim Karakoç
Virüs
Kancayı dine taktı tüm sapıklar sürüsü
Medyayla yol alıyor dinde reform virüsü
Emir yüksek yerlerden verilmiştir belli ki
Dikkatle bize bakar Washington’u, Paris’i! .
29 Ocak 2006/Vakit
Abdurrahim Karakoç
Neredeler?
Hani, eski günlerin iç açıcı havası
Hani, eski kuşların göz alıcı yuvası
Hani, eski mumyalar, hani eski öküzler
Hani, eski çöllerin eski moda devesi?
16.12.2008
Abdurrahim Karakoç
Say Bir Gerçek Say Bir Yalan
Ömür dediğiniz nedir?
Üç gün hilal, üç gün bedir
Haftaya boş kalır sedir
Say bir karış, say bir adım
Geçti gitti, anlamadım.
Her türlü nimet sofrada
Yığın yığın dert sofrada
En uzun mühlet sofrada
Say bir içim, say bir tadım
Kaçtı gitti, anlamadım.
Denizde kayıktır umut
Yaralı geyiktir umut
Ürkek üveyiktir umut
Say bir lokma, say bir yudum
Uçtu gitti, anlamadım.
Dakikalar yazlık, kışlık
Saatlerde mi yanlışlık
İklim mevsim tek karışlık
Say bir dondum, say bir yandım
Göçtü gitti, anlamadım.
Bembeyaz düşler topladık
Bitmemiş işler topladık
Bebek gülüşler topladık
Hızar kurdu itimadım
Biçti gitti, anlamadım.
(Akıl Karaya Vurdu)
Abdurrahim Karakoç
Hayatımızın Tercümesi
“Biz-biz” diye avunduk, biz yoktu, “ben”ler vardı
Siyaset sofrasında bizi yiyenler vardı…
Körpe hayallerimiz kör tırpanla biçildi
İşret meclislerinde kanlarımız içildi…
Dağlar yürüsün diye atlas yelkenler gerdik
Nemi kurusun diye denizlere un serdik…
Nurdan gömlek giydirdik çamurdan heykellere
İnanmıştık bir kere, aldatıldık bin kere…
En halis niyetlerle en pis çukura düştük
Bir gün hakikat ektik, her gün yalan bölüştük…
Aldatmadık… aksine her mevkide aldandık
Ateşlerde üşüdük, akan sularda yandık…
Gereksiz bir noktaydık NATO’nun kuyruğunda
Ve şimdi robotlaştık IMF buyruğunda…
Ülkeyi parselledi yabanın kaçkınları
Vatandan bihaberdir vatanın seçkinleri…
Türkiye’nin kaderi Türk’ün elinde değil
Bu zilleti çekmek zor, eğil ey başım eğil! ..
Oyuncular kapkaççı, hakemler gayr-i adil
Kaygısız yaşamak mı? .. Köleliğe muadil.
Haysiyet sarayından indirdiler kadını
Soydular, “çağdaş” diye süslediler adını…
Ne kalbimiz çalışır, ne beynimiz düşünür
Metalden mamul robot belki bizden daha hür…
Mukallitlik bahsinde maymundan ilerdeyiz
Gün boyu tuvalette, mutfakta, kilerdeyiz…
Demedik haram/helâl, lükse israfa daldık
Zayıf halkı sömürdük, devlet malını çaldık…
İnançla, ibadetle karıştırdık riyayı
Emirle, siparişle görmekteyiz rüyayı…
Borçlar boydan aşınca irademiz çözüldü
Düşünce yollarına ne mayınlar dizildi…
Çoğalıyor her cinsten canlı heykellerimiz
Günbegün öpülmekten eskiyor ellerimiz…
Mülk yalan, malik yalan, mülkün temeli yalan
Sığınmacı melezler mülkü ettiler talan…
Korkaklardan put yapıp korkunç imaj yükledik
Şişirdikçe şişirdik küçüğü büyükledik…
Küçücük gövdemizle dünyayı taşıyoruz
Yaşamak buysa eğer mutlaka yaşıyoruz…
Mezar taşları diri, mezar taşları canlı
Mezardaki ölüler bizlerden heyecanlı…
Şarlatanı, zorbayı kurtarıcı sandık biz
Yalancı rehberlerin iğfaline yandık biz…
Bitti-tükendi işte, “eğer, belki ve şayet”.
Sızlanmak nafiledir, boşadır her şikâyet…
Tablo karanlık, lakin aydınlık hiç yok değil
Karnımız tok olsa da gözlerimiz tok değil…
Doğmadık bebeklerin duası var yollarda
Şifa bulmaz yaranın devası var yollarda…
Yeter ki dik duralım, ahmaklık yapmayalım
Yeter ki çıkar için Hak yoldan sapmayalım…
—-
18 Temmuz 2000
(Parmak İzi)
Abdurrahim Karakoç
Hasan’a Mektup – 16
Açlıktan, tokluktan sual edersen
Ocak bizim amma, aş bizim değil.
Hırsız çıktı kara yüzlü geceler
Uyku bizim amma, düş bizim değil.
Öküzler harmana eğri bakıyor
Kızıl toprak, ak tohumu yakıyor
Bu yıl yumurtalar hep cılk çıkıyor
Yuva bizim amma, kuş bizim değil.
Öyle bir durum ki Allah etmesin
Kurtlar taşır ayıların sıtmasın
Ne duyarsan garibine gitmesin
Gövde bizim amma, baş bizim değil.
Her sabah bir kuşun tüyünü yolduk
Verha düşmanların davulun çaldık
Öpmeyi yitirdik, ısırgan olduk
Ağız bizim amma, diş bizim değil.
Gittikçe her yüke alışıyoruz
Ağlanacak yerde gülüşüyoruz
Gönüllü gönülsüz çalışıyoruz
Emek bizim amma, iş bizim değil.
(Vur Emri)
Abdurrahim Karakoç
Şaşırdık
Öğrenemedik hâlâ Baykuş kimdir, Doğan kim?
Vatanı parselleyen, milletimi sağan kim?
Dinmeyecek mi acep bu uğursuz fırtına? !
Şamata çok, şaşırdık, gürleyen kim, yağan kim?
Abdurrahim Karakoç
Aha bu mektubu saldığım zaman
Köyde kötü şeyler oluyor gene.
Pekmeze karıştı olanca saman
Pınara sülükler doluyor gene.
Bir rezil türküdür dinlediğimiz
Tadını, tuzunu bilmediğimiz
Tüküre tüküre kirlediğimiz
Utanmaz suratlar gülüyor gene.
Evlek evlek ekin idi tarlalar
Hasar etti piç sıpalar, danalar
Emeği zay’olan garip analar
Ağlayıp saçını yoluyor gene.
Tohum gene susuz, toprak gene sert
İlâç gerek, ilâç; öldürür bu dert…
Köy, oba, mahalle,öfkeden fert fert
Ölüyor; ölüyor, ölüyor gene.
Yaramız bir değil, elli değil ki..
Odun kim? adam kim? belli değil ki..
Her insan pergelli, pilli değil ki..
Biri gidip, biri geliyor gene.
Çarkı ters çevirdi kalleş kolanlar
Ne olduysa bize oldu olanlar
Adam sandığımız cıvık oğlanlar
İbiş’in sazından çalıyor gene.
Yiğit kim? korkak kim? göremiyorum.
şaşırdım, bir karar veremiyorum
‘Neme lâzım’ deyip duramıyorum
Öfkeler uykumu bölüyor gene!
(Vur Emri)
Abdurrahim Karakoç
Yaşar elbet her canlı, yaşanan yerler farklı
Zirvelerde kartallar, çukurda pislik yaşar…
Her şey demek değildir sınırlı insan aklı
Nerede Nemrutluk var, orda iblislik yaşar.
22.03.2009
Abdurrahim Karakoç
Çık dağda bulursun gülün hasını
Sarp dağlar emzirir selin hasını
Ovadaki düz yol seni şaşırtır
Yamaçlarda ara yolun hasını…
Abdurrahim Karakoç