Abdulkadir MERİÇOĞLU

	

Dağ Başında

Beni bir dağ başında böyle yapayalnız
kodular,

rüzgarlara, kuşlara, bulutlara yakın,

senin etinden, tırnağından ayrı,

senin kokundan uzak.
Benim güzelim,
benim ceylan bakışlım,
benim kafamın ateşi,
yüreğimdeki.
Mümkün mü şu anda rüzgar olmak, kuş olmak,
şu anda üç dört portakal almak, getirmek sana,
sana tuzlu badem,
kabak çekirdeği.

Şu anda hiçbir şey mümkün değil.
Şu anda her şeyden ayrı, her şeyden uzağım ben.

Şu anda sadece yalnızlık ve kahır.

Hayır, güzelim,
hayır, ceylan bakışlım,
hayır, kafamın ateşi, hayır,
hayır, yüreğimdeki.
Şu anda mümkün en güzel olan tek bir şey vardır:

Yanarak sevmek seni.

A. Kadir (Abdülkadir Meriçboyu)

**************

Viva Celevbato
bu gece ne bir yıldız, ne ay var yaşlı gecede
hüzne yer yok yüreğimizde hüzne yer yok
nasıl olsa kıramazlar filizlerini
mutluluk pınarından kaynaklanan sevgimizin
çabuk gelir geçer yaz yağmurları
bu gece ne bir yıldız ne ay var yaslı gecede
yine de hüzne yer yok yüreğimizde

****************

Düşünceler
Pınarından özgürlüğün al bir yudum
çek bir soluk rüzgarından sevdamızın
seni benden ne bu kapı, ne bu duvar ayıracak
seni ne bu kara kara gelen ölüm.
al bir yudum pınarından özgürlüğün
rüzgarından sevdamızın çek bir soluk
gelir bir el kırar birgün kapıları
karanlığın bahçesinde açar gülüm
seni benden ne bu kapı, ne bu duvar ayıracak
seni ne bu kara kara gelen ölüm

ADAGİO

Yaşamın vişne rengi dudakları vardır sevgilim
öpüşün kadar sıcak ve tatlı
özgürlük türküleri de söylenir bu dudaklarla
sevda türküleri de
vişne rengi dudakları vardır sevdanın
gülümser dudakların gibi titrek ve dokunaklı
okyanus olur sarar dünyayı
olümün vişne rengi dudakları kimi kez
dudaklarınca içten ve inançlı
ölüm asude bahar ülkesi değildir o zaman

ölüm:
yiğit ve sevecen bir yaşamın mutlu günlere
sunulmasıdır
canlı bir gül gibi somut
ayrılık yoktur artık zaman içinden
yaşamın ve sevdanın, ölümün kimi kez de
öpüşün kadar sıcak ve tatlı
vişne rengi dudakları vardır sevgilim…

ANDANTE

birgün başımızda sevda rüzgarları eserse
deli deli yıldırımlar düşerse yüreğimize
hızlanır kan dolaşımı
babil’in asma bahçeleri değildir artık
dünyanın bilmem kaçıncı harikası
karanlığın bahçesinde açan gülümüzdür.
hüzün dolarsa içine bir gece yarısı
çevir gözlerini güneşin doğacağı yere
çek bir soluk rüzgarından sevdamızın,
“kapı”yı, “duvar”ı
“kara kara gelen ölüm”ü düşünme
çevir gözlerini güneşin doğacağı yere

VIVA CELEVCBATO

bu gece ne bir yıldız, ne ay var yaşlı gecede
hüzne yer yok yüreğimizde hüzne yer yok
nasıl olsa kıramazlar filizlerini
mutluluk pınarından kaynaklanan sevgimizin
çabuk gelir geçer yaz yağmurları
bu gece ne bir yıldız ne ay var yaslı gecede
yine de hüzne yer yok yüreğimizde

ALLEGRO

birgün başımızda sevda rüzgarları eserse
deli deli yıldırımlar düşerse yüreğimize
“al bir yudum pınarından özgürlüğün,
rüzgarından sevdamızın çek bir soluk”
yaşamın vişne rengi dudakları vardır sevgilim
öpüşün kadar sıcak ve tatlı
“seni benden ne bu duvar ayıracak, ne bu kapı
seni ne bu kara kara gelen ölüm”
çünkü ölüm;
yiğit ve sevecen bir yaşamın
umutlu günlere sunulmasıdır.
canlı bir gül gibi somut
ölümün vişne rengidir dudakları kimi kez
gülümser dudakların gibi titrek ve dokunaklı
bu gece
ne bir yıldız ne ay var
hüzün dolarsa bu gece yarısı içine
“çek bir soluk rüzgarından sevdamızın”
çevir gözlerini güneşin doğacağı yere.

*****************

İnsan
İnsan kuş kanadında gelen yazı.
İnsan arı su, insan ak süt.
İnsan yemyeşil uzanan bahçe.
İnsan kum, insan çakıl taşı.
İnsan yiğit, insan dost, insan sevdalı.
İnsan kancık, insan ödlek, insan hergele.
İnsan kocaman, dağ gibi.
İnsan parmak kadar, küçücük.
İnsan alın teri, insan lokma, insan kan.
İnsan solucan, insan sülük.

İnsan kuş kanadında gelen yazı.
İnsan gül fidanında yanan konca.
İnsan umutların kapısı.

*****************

İstanbul
Orda, adamı düşündüren
denizler vardır
– ışıltılı ve berrak-,
şurda gemiler durmuş,
kimbilir,
zincirleri ne ağırdır.
Sarayburnu,
Kızkulesi,
Haydarpaşa…
Bak işte Köprü,
Böyle ayak altında bütün gün.
İşte yollar gıcır gıcır,
İşte Sultanahmet Meydanı şu gördüğün
Nihayet, ilerde deniz,
Mis gibi balık kokar.
Daha sonra Adalar
Ve hep çam ağaçları.
Oranın mehtabı tatlı olurmuş,
Öyle derler,
Rüyadaymış gibi yaşar insan.
Galiba böyle görülür İstanbul
Bir kartpostal önünde durup
İştahla bakarsan.

*******************

Açılır Kapılar
Cansel’e
Alır seni korum damla damla
suyuma, ekmeğime, aşıma,
kaygıma, sevincime, acıma,
umuduma, sabrıma, gücüme.

Alır seni bölerim parça parça,
dağıtırım topraklara, denizlere, geceye.
Açılır her sabah kapılar gözlerinde,
girerim ışıltılı, yemyeşil bir bahçeye.

***********

Ben Sensiz Burda
Yaslanıp omuzuna gecenin
sabahı karşılar gibi,
ama dünyaya günaydın diyemeden.
Yatar gibi çimenler üstünde,
ama çimenlerin kokusunu alamadan.
Koşar gibi denize doğru,
ama denizde kulaç atamadan.
Uzanır gibi bir çocuğun başına,
ama çocuğun başını okşayamadan.
Tırmanır gibi gürbüz bir ağaca,
ama ağaçtan bir meyve koparamadan.
Kavuşur gibi eski bir dosta,
ama eski dostla kucaklaşamadan.
İş başında türkü söyler gibi,
ama sesimi ben bile duyamadan.

***************

Birinci Oğluma Ninni
Uyu tosunum uyu
Altında sıcak toprak
Üstünde ay ışığı
Karpuz gibi büyü

Ne yaşadığımı yaşa
Ne çektiğimi çek
Ne hapsi gör ne sürgünü
Uyu tosunum uyu

Gör toprağı denizi
Gör buğdayı sabahı
Gör inciri cevizi
Gör üzümü narı
Uyu tosunum uyu

Altında sıcak toprak
Üstünde ay ışığı
Karpuz gibi büyü

Bir kocaman dünya tanı
Apaydınlık cıvıl cıvıl
Ağzına kadar kardeş dolu
Uyu tosunum uyu

*************

Cibali
Cibali dendi mi
aklıma siz gelirsiniz, kadınlar,
kiminizin beş çocuğu,
kiminizin nar gibi yanakları var,
kiminiz kocasız kalmış,
kiminiz ihtiyar,
kiminiz daha körpe henüz.
Bana umulmadık,
eskimiş türküler düşündürür
siyah başörtüsü altında yüzünüz.

Parmaklarda tütün kokusu.
Tütün kokusu pazen entarilerde.
Biriniz ekmek alır fırından,
biriniz durmuş öksürüyor ilerde,
geçiyor bizim mahalleden biriniz.

Cibali dendi mi
aklıma siz gelirsiniz, kadınlar.
Çarpık ayakkaplarınız gelir
ve kahraman elleriniz.

**********

Yalnız
Bir taş üstüne oturup
dağlara baktım.
Üzerine güneş vurmuş dağların.
Nedense birden,
bakıp bakıp dağlara,
türkü söylemek geldi içimden.

Ama ne bir dost var yanımda dinleyecek,
ne bir yolcu,
ne bir düşman.
Hem pek acıklı olur benim türküm,
böyle bir ağlayıp
bir güldüğüm zaman.

*************

Yanarak Sevmek Seni
Beni bir dağ başında böyle yapayalnız koydular,
rüzgarlara, kuşlara, bulutlara yakın,
senin etinden, tırnağından ayrı,
senin kokundan uzak..

Benim güzelim,
benim ceylan bakışlım,
benim kafamın ateşi,
yüreğimdeki..
Mümkün mü şu anda rüzgar olmak, kuş olmak,
şu anda üç dört portakal almak, getirmek sana,
sana tuzlu badem,
kabakçekirdeği..

Şu anda hiçbir şey mümkün değil.
Şu anda her şeyden ayrı, her şeyden uzağım ben.
Şu anda sadece yalnızlık ve kahır..

Hayır, güzelim,
hayır, ceylan bakışlım,
hayır, kafamın ateşi, hayır,
hayır, yüreğimdeki..
Şu anda mümkün ve güzel olan tek bir şey var:
Yanarak sevmek seni…

***************

Yol
Tekmil haklar alınır.
Tekmil hürriyetler kısılır.
Tekmil köşe başları, tekmil kapılar tutulur.
Gökyüzü tıkılır dört duvar içine.

Bütün bunlara karşı,
dümdüz, apaydınlık kalır
seni bana getiren yol.

*******************

Zerdali Dalı
Sen orda bağrına bas dur en büyük çileyi,
ben burda en büyük çileyi doldurayım,
ekmeğe muhtaç, hürriyete muhtaç, sana muhtaç.
Sen orda dalından koparılmış bir zerdali gibi dur,
ben burda zerdalisiz bir dal gibiyim

****************

Seni Arıyorum
Hasretim sana
Tam üç koca kış geçti aradan,
koskocaman üç asır.
Önca Aydın, Muğla, Balıkesir.
Önce bizim yiyemediğimiz bal gibi üzüm, incir.
Önce bizim yemeğimize girmeyen bal gibi zeytinyağı.
Sonra gene bir sıra dağ.
Sonra Konya ovası, Adana.
Sonra hiçbir vakit gülmemiş olan Orta Anadolu toprağı.

Bilmem, tanır mısın yanında olsam,
taş gibi sertleşti yüzüm,
bıyıklarım uzadı.

Hasretim sana.
Ilık bir su,
bir demet gül
ve bir lambanın ışığnı arar gibi arıyorum seni.
Bazen yüreğim kabarıyor,
sanki yüzünü bir daha hiç görmeyecekmişim.
Bir anda dünyadan çekilip,
bir nada yoksun kalmak düşünmekten,
geldiği yollardan insanın
bir daha geçememesi.
Elimin hiç dokunamaması eline.

Taze yaprak kokusu dolar genzime birdenbire.
Bakarım birdenbire karşımda başaklar insan boyu.
Ayağımın altında toprak boyanır çağla rengine.
Birdenbire çıkıyorum yalnızlıktan,
giriyorum birdenbire beraberliğe.

****************

Sevgi Öldü
Sevgi öldü duydunuz mu
Sevgi öldü insanla sevişirken
En önemlisiydi aykırı düşlerden
Tozlarını silkeliyordu güneş
Her kayan şiirin ardından
Çocukların kışkırttığı sendikalı işçi arılar
Çiçekleri solluyordu tutsak günde
Gömleğinden pul pul türküler dökülen
Bir çocuk koşturdu haberi
Kaldırıp taa uzaklara hatta sonsuza
İnsansız düşmansız yerlere attı ismini
Çınladı derin uçurumlar dağlar
Sevgi öldü, öldü sevgi.

*******************

Şiirlerim
Siz yine gezedurun
yırtık pabuçlarınızla
şehrin en fukara sokaklarını.
Ayaklarınızda bir karış kir var
ve sabunlu sularda yıkanmamıştır elleriniz.
Sizi ben,
tozundan, toprağından çıkardım,
tozuna, toprağına kurban olduğum
karanlık sokakların!

Yirminci asrın
pek de aptal şairleri var;
doyurup adamakıllı karınlarını,
günde üç defa
Allah’a mektup yazıyorlar.
Halbuki sizin ben,
tatlı bir duman gibi çıkaracağım yarın,
geniş ve uzun bacalarından
neşeli fabrikaların!

Belki kâfi gelmez ömrüm.
Belki bir gece yarısı,
yaslanıp köhne bir evin kapısına,
ansızın ölürüm.
O gece siz,
yalnız benden konuşacaksınız bizim sokakta usul usul.

Belki de bir gün sabaha karşı,
enfes bir rüzgâr dolaşırken şehri,
kahpece haklanırım bir duvar dibinde.
O gün akşamı siz,
ölümü seyredenler arasından,
gözyaşlarınızı akıtıp içinize,
bir ordu gibi geçeceksiniz! ..

Sabah Türküsü
Bir deniz üstündeyim, ne ucu
var ne bucağı
Bir rüzgâr önündeyim, gel keyfim gel…
Bir deniz üstündeyim, ne ucu
var ne bucağı
Bir sevda içindeyim, başım dumanlı…
Ağzımda bal gibi tatlı bir türkü
Bir iner bir çıkarım bu yokuşu
Ağzımda bal gibi tatlı bir türkü
Kazanırım çocuklarıma ekmek parası.
Ben deniz üstünde, rüzgâr önünde
Ben sevda içinde, tatlı türküde
İnişte, yokuşta, ekmek parasında
İki oğlum var, Mehmet’le Ali
Gönlümde bir dünya, pamuk gibi…

***********

Sen Bensiz Orda
Kim anlatacak sana akşamları
dışarıda nasıl geçti günüm,
Cağaloğlu pazarında nasıl atlatılıyorum,
kimlere rastladım yolda, neler konuştum,
kim anlatacak sana?
Arada bir kim tutup sıkacak o minik
pembe burnunu senin,
o bembeyaz çileli saçlarını kim
okşayacak geceleri?
Kim şakalaşacak seninle sabah
kahvaltısında,
seni kim ağlatacak şiir okurken?

Hele bir süre daha
bensiz baksın dursun
acı aydınlık yüzün
orda karanlıklara.

**********

Dön, Geri Bak
Kaç bu kokudan, kaç bu pislikten,
bu sürüden kaç,
insan mısın, bu pazarda mısın,
iki pula mısın,
kaç bu kokudan, kaç bu pislikten,
bu sürüden kaç.
At denize kendini, git boğul.
Düş bir kör kuyuya, ordan çıkama.

Bir kere dön ama, bir geri bak,
şu kolu gör bir kere, şu kolu,
pisliğin, sürünün içinden
uzanan şu kolu,
durur dimdik, bembeyaz havada,
budaklı bir ağaç gibi güzel.

*************

Elimde Kalan
-Karıma-

Yirmi yaşında hapse düştüm.
Yirmi beşimde sürgün oldum.
Yıllarca gençliğimi saçtım
Anadolu topraklarına.
Bir yokuşu yıllarca indim çıktım
döke döke kanımı
bir ekmek parasına.
İşte bugün altmış üç yaşındayım.
Bakıyorum gökyüzüne bugün gene
demir parmaklıklardan.

Bir senin yüreğin
ak bir güvercin
elimde kalan.

**********

Hep Beraber
Yirmi dokuz nisan gecesi.
Gene sevgiliden, arkadaştan
uzakta.
Gene şarkı söylemek istiyor
canım,
Eyüp iskelesinden,
Cibali’den,
Beşiktaş’tan uzakta.

Yirmi dokuz nisan gecesi
Havada yağmurdan sonraki hal.
Karşıda Kırşehir hapishanesi.

Çalışan, yorgun insanların uyuduğu
saattir bu saat.
Ve biz en çok bu saatte çıkarız
duvarlarımızdan dışarı
ve biz en çok bu saatte söyleriz
bir ağızdan,
yıldızlarla, dağlarla,
yollarla beraber,
en büyük şarkıları.

Hep kol kolayız,
hep beraberiz.
Sevgilimiz sevincinden hem
ağlar hem güler
bir sevincimizden hem ağlar,
hem güleriz.

Ve yıldızlar yürür,
dağlar yürür,
yollar yürür,
biz yürürüz.
Büyük şarkılar yürür maden
ocaklarının ağzıyle,
kazmalarla, oraklarla şarkılar yürür.
Ve artık ne Eyüp iskelesi uzaktır,
ne Cibali, ne Beşiktaş uzak.

Lakin duvarlar tekrar üzerimize
kapanacak az sonra,
insanlar az sonra tekrar esir olacak,
Eyüp iskelesi, Cibali, Beşiktaş
tekrar uzakta olacaktır.

Ve sonra tekrar yirmi dokuz nisan gecesi.
Tekrar havada yağmurdan sonraki hal.
Tekrar karşıda Kırşehir hapisanesi.

**************

İhtiyaç
Bu akşam içimde
Tuhaf bir sıkıntı var,
Dünyada sanki bir ben kalmışım,
Sanki herkes
nerde keder varsa bırakmış,
Ben nerde bulduysam
toplamış almışım.
Önümde söğüt ağacı
Her zamanki haliyle, çaresiz,
Havuzda su rahat,
İnsanlar susmuş.

Sessiz bir yağmur gibi başladı bende
Konuşmak ihtiyacı.

**************

Kımıldamadan
Artık senin
hiçbir şeyden haberin yok.
Gözlerini güneşe verip
toprağın üstüne uzanmışsın.
Terlememiş henüz bıyıkların,
göğsün kıllanmamış.
Boylu boslu, sapasağlam
ve sarışınmışsın.

Bir elin karnının üstünde,
bir elin yana düşmüş.
Kopmuş askerlik numaran.
Dövüşerek öldüğün
ne kadar da belli çocuk,
nasıl konuşuyorsun
böyle kımıldamadan!

*************

Koru Kendini
Kaldırınca tabancasını
Nişan almak için sarı saçlıya
Parıldayıverdi gözleri
Koru kendini
Kırlangıçlar uçuştular
Korkudan çığrışıp
Kanat çırparak koru kendini.

Hadi söyle bana müziği seversin sen
Nasıl çalar insan hapishanede
Ağrılardan, sızılardan sonra
Romatizmanın zincirlerin
kemirdiği elleriyle.

İşte nişan aldı tam
Kemanının üstüne
Iskalamaz iyi nişancıdır
Koru kendini
Ama teller gene şakıdılar
Doldular havayı titrek titrek
hiç umursamadan.

Hadi söyle bana müziği seversin sen
Nasıl çalar insan hapishanede
Ağrılardan, sızılardan sonra
Romatizmanın zincirlerin
kemirdiği elleriyle.

‘Havasız bir delikte
Gıcırdayan somya üstünde yatakta
Yakalanmışsın berbat bir öksürüğe
Gel de şarkı söyle.
Ama yine de sarı saçlı adam
Devam etti kemanı çalmaya
Dirildi içimizde ölü düşler.’

************

Beşiktaş Tramvayı
Bahçemdeki dut ağacı
vurdu ince dallarıyla penceremin camına,
bir Beşiktaş tramvayı geldi aldı beni,
bir Beşiktaş tramvayı götürdü sana.

Çemberlitaş, Şehzadebaşı, Saraçhane.
Almışım parmaklarını ellerime,
Beşiktaş tramvayında giderim yane yane.
Terzi Adem, berber Ali,
dikimaneden Emine teyze
ve Makbule.
Üç sarışın birader,
Kapalıçarşı terlikçileri.
Bir küçücük simitçi çocuk,
levent bir hizmet eri.

Hep iyi insanlar bunlar.
Dert yüzü görmesinler.
Eksik olmasınlar.
Vatman ağabeyimiz de eksik olmasın.
Her akşam böyle götürsünler seni evine,
bir elinde gönlüm benim,
bir elimde sefertasın.

********************

Bir İnsan
Seni bir gün
çekip aldılar topraktan,
benzedin köksüz bir ağaca.
Önce öğrettiler sana uygun adımı,
sonra büyük şehirlerini gösterdiler Avrupa’nın.
En muazzam saraylar karşısında bile sen
evini unutmadın.

Varşova’da kaputun kaldı,
Dunkerk’te arka çantan.
Düştü bütün fotoğrafların Sivastopol’da.
Bir şafak vakti Paris’te bıraktın zavallı yüreğini,
kurşuna dizilenler karşısında.

Lanet okusunlar sana bırak,
iyi bir asker olamadın diye.
Ölmesini bildin ya sen arkadaş kurşunuyle,
iki çürük patatesi
ekmek torbanda unutarak!

**********

Çiçekleri Umudumuzun
Çok olun, çocuklar, çok olun,
yüzlerce olun, binlerce olun, onbinlerce.
Daha çok olun, daha çok olun,
yapraklar kadar, balıklar kadar çok olun.

Bu dünya ne tek tek yaşamakta,
bu dünya ne rakının, ne şarabın içinde,
bu dünya ne parada, ne pulda,
ne kalleşlikte, ne zulümde.
Bu dünya aşkın içinde, alın terinde.

Çok olun, çocuklar, çok olun,
el ele verin, çocuklar, el ele,
yaşayın dünyayı doya doya,
açın kapıları, camları güneşe,
ne yeise kapılın, ne korkuya,
çok olun, çocuklar, çok olun,
el ele verin, çocuklar, el ele.

Mutlu olmak varken bu dünyada,
geceler geldi dayandı kapımıza,
olduk acımızla sarmaş dolaş,
bekledik düşümüzle koyun koyuna.

Çok olun, çocuklar, çok olun,
yapraklar kadar, balıklar kadar çok olun,
el ele verin, çocuklar, el ele,
bütün gündüzler sizin olsun,
yaşayın dünyayı doya doya.

Çocuklar, çiçekleri umudumuzun.

****************

Yaşantım
1.

En önce babam işitmiş sesimi
1917 yılı Temmuzu’nun güneşli bir
sabahında.
Sonra odaya birer ikişer dolmuş
mahallemizdeki komşular.
Sonra bir yatsı zamanı
adımı Kadir komuşlar.

2.

Doğrusu pek huysuzmuşum,
hiç unutmam,
sonraları annem derdi:
“Bir türlü susturamazdık,
günlerin ağlamakla geçerdi.
Bilmem ki neden güldün,
dayının Yemen çöllerinden
künyesi geldiği gün.”

3.

Sait Efendi’ydi adı
mahalle mektebindeki hocamızın.
Onu iyi hatırlarım.
Ben galiba dört buçuk yaşındaydım.
Orada tanıdım ilk arkadaşlarımı.
Ağabeyimi orada sevdim:
Ağlarken o,
yüreğime dokunan bir şey vardı
sesinde,
hocadan dayak yediği gün
bir akşam dersinde.

4.

Ilık bir öğle vakti,
annem içeriki odada
namaza duracaktı.
Ben gizlice seyre daldım pencereden
karşı komşuyu.
Bekledim belki soyunur diye
bekledim uzun uzun.
Ve düştüm sıcak bir denize çırılçıplak,
ağır ağır uyanır gibi
en tatlı yerinde uykumuzun.
Sonra şaştım kendi kendime:
Büyümüşüm!

5.

Önümde kitaplar vardı.
Dizi dizi, boy boy kitaplar.
Eğildim sevgiyle, muhabbetle
yüreğine onların.
Durdum merhametsizce, kımıldamadan.
Ve birdenbire, bir akşamüstü,
bir dünyaya giriverdim,
rahat, sıcacık ve kocaman.

6.

Benim uçsuz bucaksız dünyamda
daima tok ve neşeliydi insanlar.
Rüzgârda daima gülerdi
geniş buğday tarlaları.
İşçiler sadece kendileri için
kumaş dokurdu renk renk.
Ve hürriyet,
korkusuz dolaşırdı sokakları
köy türküsü söyleyerek.

7.

Dumanlı bir odada,
iri adamlar ortasındaydım.
Kapıda çifte nöbetçi vardı.
İri adamlarla nöbetçiler
bana bakıyorlardı.
Biri dedi: “Namussuz! ”
Biri dedi: “Kurşuna dizmeli bunu! ”
Cevap vermedim.
Sonradan, hücremde öğrendim
nöbetçiden,
o gece bütün şehre ilan edilmiş
zavallı ihanetim.

8.

Demirli, küçük pencereden seyrettim
geceleri gökyüzünü.
Sabahları kavak altında şiir yazdım.
Hapislerle dertleştim, havuz başında.
Mükemmel yaşıyordum,
bol ışıklı bir oda gibi
apaydınlıktı içim.
Böyleyken içeride hal,
dışarıdaki söylentiye göre,
bir gece yarısı sessiz sedasız
kurşuna dizilmişim.

*****************

Tebliğ
Ömrümde görmedim böyle bir gün.
Yarım dilim ekmek önümde,
düşünüyorum alevden ülkeleri.
Boğazında kalsın yedikleri
ve zehir zıkkım olsun,
bu anda düşünmeyen varsa eğer!

Sen benim,
memleketimin şarkılarında bile varsın,
sen o korkunç,
sen o uykusuz geceler altında bir
kerre olsun
umudunu kaybetmeyen şehir!
Ben de bilirim, umuttur bu,
bağlanamaz kıskıvrak dört bir yanından.
Bir umuttur ki;
daha haşin,
daha merhametsiz,
tank ordusundan düşmanın!
Bir umuttur ki;
sokaklarında sırtüstü yatan
henüz buluğa ermemiş yaralı çocukların
mavi gözlerinde okunur,
ve sonuncu kalede,
mazgallardan bakanların yumruklarında!

O insanlar bitmedi mantar gibi yerden.
Anaları doğurmuştu onları bir zamanlar,
tıpkı dalda bir çiçek açar gibi.

Ve şimdi, kimi kurtuldu ölümden,
kimi yapıştı toprağa yüzükoyun.
step kokan elleriyle.
Kimi de verdi kendini dalgalara,
bir kuş kadar rahat,
erkekçesine ve hazin.
Püfür püfür esen
en yumuşak rüzgârlarına bile
düşman oldum Karadeniz’in!

Ve sen, güzel şehir,
sen artık hiçbir şarkıya sığmazsın.
Seni yarın, ilk defa bir şafak vakti
mükellef bir sofraya oturan
bütün dünya insanlarının
bulutsuz ve taze yürekleri,
bir türkü gibi değil
bir sevgi gibi değil,
fakat bir ağlamak ihtiyacı
gibi duyacaktır,
giderilmez bir ağlamak ihtiyacı gibi!

?