Menüler kısmından ayarlayınız.

Ahmet Hamdi Tanpınar

a hamdi tanpınar ile ilgili görsel sonucu23 Haziran 1901’de İstanbul’da doğdu. Kadı Hüseyin Fikri Efendi’nin oğlu. Baytar Mektebi’ni bırakarak girdiği Darülfünun-ı Osmani’nin (Bugünkü İstanbul Üniversitesi) Edebiyat Fakültesi’nden 1923’te mezun oldu. Erzurum, Konya ve Ankara’daki liselerde öğretmenlik yaptı. Gazi Terbiye Enstitüsü’nde (Gazi Eğitim Enstitüsü) edebiyat dersleri verdi. 1933’ten sonra İstanbul’da Kadıköy Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Güzel Sanatlar Akademisi’nde sanat tarihi ve estetik dersleri verdi. 1939’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde yeni kurulan Türk Edebiyatı Kürsüsü profesörlüğüne getirildi. 1942 ara seçimlerinde CHP’den Maraş Milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi, üniversitedeki görevinden ayrıldı. 1946 seçimlerinde tekrar aday gösterilmeyince bir süre Milli Eğitim Müfettişliği yaptı. Güzel Sanatlar Akademisinde tekrar derse girmeye başladı. 1949’da da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne döndü. Bu görevdeyken 24 Ocak 1962’de İstanbul’da yaşamını yitirdi.

Edebi Kişiliği

Adını ilk kez “Altın Kitap” dergisinde yayınlanan “Musul Akşamları” şiiriyle duyurdu. Dergah, Milli Mecmua, Hayat, Görüş, Ülkü, Varlık, Oluş, Kültür Haftası ve Aile dergilerinde şiirleri yayınlandı. Hece vezniyle yazdığı bu ilk şiirler, imge zenginliklikleri ve müzikal nitelikleriyle dikkat çeker.

Şiir zevkinin oluşumunda özellikle Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’in etkisinden özellikle söz etmektedir. Şiir dışında roman, öykü, deneme, makale, edebiyat tarihi gibi türlerde de eser vermiştir. Şairliğinin yanı sıra usta bir romancı, edebiyat araştırmalarında referans kabul edilen bir araştırmacıdır. Yahya Kemal’i taklit endişesiyle şiire karşı hep mesafeli bir duruş sergilemiştir. Fransız sembolizmini derinlemesine incelemiştir. Rüya, zaman ve bilinçaltı onun şiirlerindeki ana izleklerdir. İlk şiirlerinde hece ölçüsü daha sonra ise serbest ölçüye yönelmiştir.

Edebiyat Fakültesi’nde öğrencisi olduğu Yahya Kemal Beyatlı’dan çok etkilendi. Ama ilk eserlerinde Yahya Kemal’den çok Ahmet Haşim izleri görülür. Haşim gibi o da küçük yaşta kaybettiği annesinin yokluğundan duyduğu acıyı ve kendisini avutacak bir sevginin özlemini dile getirir. İçe dönük bir bakışla doğa ile iletişim kurmaya çalışır.

Şiirinin bir başka yönü Bergson felsefesinden kaynanlanan zaman kavramıdır. Onun eserlerinde zaman, basit bir süreklilik değil, çok katlı ve karmaşık bir akıştır. “Ne İçindeyim Zamanın”, “Bursa’da Zaman” şiirleri bu olgunun örnekleridir.

İlk romanı “Mahur Beste” 1944’te Ülkü Dergisi’nde yayınlandı. Osmanlı Devleti’nin son döneminde seçkin bir çevrenin yaşayışını sergileyen bu romanın ardandan, kendi yaşamından da izler taşıyan “Huzur” 1949’da basıldı. Huzur, hem bir aşk hem de Tanpınar’ın İstanbul’a olan derin sevgisinin romanıdır. Estetik anlayışının, kültür birikiminin ve geçmiş kültürlere yaslanan yaşam felsefesini yansıttığı bu kitabı Tanpınar’ın en yetkin romanı sayılır.

Romanda, Mümtaz ile Nuran’ın aşkı çerçevesinde Doğu ile Batı, eski ile yeni, geçmişin değerleriyle var olan değerler, aşk ile toplumsal sorumluluk arasındaki çatışmayı ve bu çatışmanın doğurduğu bireysel bunalımları irdeler.

1950’de Yeni İstanbul gazetesinde yayınlanan ancak ölümünden sonra 1973’te basılan “Sahnenin Dışındakiler” ile 1961’de basılan “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nde de iki uygarlık, iki değerler sistemi arasında bocalayan Türk toplumunun ironik tablosu çizilir.

Ölümünden sonra plan ve notlarına dayanılarak biraraya getirilen ve 1987’de yayınlanan “Aydaki Kadın” da da aynı irdeleme vardır.

Şiir, roman ve yazılarının yanısıra İstanbul, Bursa, Ankara, Erzurum ve Konya kentlerini doğal, tarihsel ve kültürel yapılarıyla anlattığı 1946’da basılan “5 Şehir” önemli eserleri arasındadır.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Eserleri

Şiir:

· Bütün Şiirleri (1976-1981)

Roman:

· Mahur Beste (tefrika 1944 – basım 1975)

· Huzur (1949-1983)

· Sahnenin Dışındakiler (tefrika 1950- basım 1973)

· Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1961-1977)

· Ay’daki Kadın (ölümünden sonra 1987)

Öykü:

· Abdullah Efendi’nin Rüyaları (1943-1983)

· Yaz Yağmuru (1955-1983)

· Hikayeler (Kitaplaşmayan iki hikayesiyle birlikte tüm öyküleri, 1983)

Deneme:

· Beş Şehir (1946-2001)

· Yaşadığım Gibi (1970-1977)

Araştırma-İnceleme:

· Tevfik Fikret (1937-1944)

· Namık Kemal (1942)

· Edebiyat Üzerine Makaleler (1969-1977)

· Yahya Kemal (1940-1982)

· 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi (Ancak birinci cildini tamamlayabildi,1942-1985)

Ağlama

Ağlama, gözleri kızarmış çocuk!
Tek damla yaşın düşmesin yere.
Bak, tek güzelliğimiz yokluk,
Sana bir öğüt; ağlama boş yere.

Ne olursa olsun hiçbir şey değmez,
Senin bir damla gözyaşına.
Ağlayana kimse boyun eğmez.
Kimse bakmaz kimsenin yaşına.

Ne kadar kötülük, pislik varsa;
Sen herşeyi tertemiz öğren.
Eğer yüzüne gözyaşı yağarsa;
Seni garip sanır her gören.

Ağlama sakın çocuk, ağlama!
Korkmayana zarar gelmez, bunu bil.
Sevgini hep söyle, sakın saklama.
Aklından korkuyu, gözünden yaşı sil.

Annem İçin

Bir günümüz bile sensiz geçmezken
Şimdi mezarına hasretiz anne…

Issız bir mezarlık, kimsesiz bir yer
Gölgesinde ulu, loş bir mâbedin
Bir yığın toprakla bir parça mermer
Sırrıyla haşr olmuş orda ebedin.

Bir yığın toprakla bir parça mermer,
Üstünde yazılı yaşınla, adın;
Baş ucunda matem renkli serviler

Hüznüyle titreşir sanki hayatın.

Seni gömdük anne yıllarca evvel
Göz yaşlarımızla bu ıssız yere
Kimsesiz bir akşam ziyaya bedel
Matem dağıtırken hasta kalblere.

Kimsesiz bir akşam, ezelden yorgun
Hüznüyle erirken Dicle de sessiz,
Öksüzlük denilen acıyla vurgun
Bir başka ölüydük bu toprakta biz.

Bekleyeceğim

Aylar geçip yıllar olsa da
Yıllar geçip zaman dolsa da
Aşkın arzuları beni boğsa da
Bir gün seversin diye bekleyeceğim

Bugün nişanlansan, yarın evlensen
Benden başka binbir kişi sevsen
Hepsiyle ayrı ayrı izdivaç görsen
Bir gün dönersin diye bekleyeceğim

Seni beklemekle geçse de ömrüm
Şu fani dünyada kalmasa günüm
Senden uzakta ölürsem bir gün
Ahirette seni bekleyeceğim…

Bendedir Korkusu

Bendedir korkusu biten şeylerin
Çelik gagasında fecri taşıyan
Mavi Kartal benim…
Pençelerimde
Asılmış bir zümrüt gibidir hayat
Sonsuzluk ısırır güzel kavsimde
Susamış bir ceylan gibi zaman!

Bir Adın Kalmalı

bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet

sen say ki
ben hiç ağlamadım
hiç ateşe tutmadım yüreğimi
geceleri,koynuma almadım ihaneti
ve say ki
bütün şiirler gözlerini
bütün şarkıalr saçlarını söylemedi
hele nihavent
hele buselik hiç geçmedi fikrimden
ve hiç gitmedi
bir toprak kan gibi adın
içimin nehirlerinden
evet yangın
evet salaş yalvarmanın kokusunda talan
evet kaybetmenin o zehirli buğusu
evet nisyan
evet kaybolmuş sayfaların arasında adın

sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı
bu sevda biraz nadan
biraz da hıçkırık tadı
pencere önü menekşelerinde her akşam

dağlar sonra oynadı yerinden
ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
sen say ki
yerin dibine geçti
geçmeyesi sevdam
ve ben seni sevdiğim zaman
bu şehre yağmurlar yağdı
yani ben seni sevdiğim zaman
ayrılık kurşun kadar ağır
gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın
yine de bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet
beni affet
kaybetmek için erken,
sevmek için çok geç

Bir Gül Tazeliği

Bir gül tazeliği içinde her an
Fildişi köpükten ve parıltıdan
Mahmur, uğultulu yaz sabahları,
O üst üste rüya cenup rüzgarı.
Ürkek dalgaların omuzlarında
Tül tül dağılanlar, sırrı havada
Bu cümbüş, bu bahar… Çılgın öpüşler
Mercan kadehleri gizli gülüşler…

Kaç akşam seyrettim bu sahilde ben
Bulutaların solgun menekşesinden
Kaç güneş çırpındı kanlar içinde,
Yosun bahçelerin uzak vehminde;
Sesler erişmez ufuklar gibi
İmkansız sularda tutuşan gemi,
Uçan güvercinler avucumuzdan
Ayrılmayan kader baş ucumuzdan.

Büyün Yaz

Ne güzel geçti bütün yaz,
Geceler küçük bahçede…
Sen zambaklar kadar beyaz
Ve ürkek bir düşüncede,
Sanki mehtaplı gecede,
Hülyan, eşiği aşılmaz
Bir saray olmuştur bize;
Hapsolmuş gibiydim bense,
Bir çözülmez bilmecede.
Ne güzel geçti bütün yaz,
Geceler küçük bahçede’

Davet

Birden bire sanki çıplak
Bir oyunuyla hafızanın
Bir kuş sesi çırpınarak
Düştü bağrına hazanın.

Her bahçenin yabancısı
Ve her ümidin üstüne
Bir ses ki, sonsuz acısı
Güllerin üzüntüsünde.

Araştırdı bir baharın
Unutulmuş kokusunu.
Ay ışığında dalların
Rüya dolu uykusunu.

Bir akşamın beyaz fecre
Gönderdiği kanlı haber:
Herkes ömründe bir kere
Bu zalim davetle titrer.

Gezinti

İkiz hayaletler gibi yürüdük
Puslu aydınlıkta o bahar günü
Gece, bir tepeden seyrettik, büyük
Yıldızların suya döküldüğünü.

Ülker, Demirboğa, Altınkelepçe
Tılsımlı gülleri gök bahçesinin,
Bir bir açıldılar… Ve ıssız gece,
Suda tekrarlandı, ilhamlı, engin,

Bir alem kurulur gibi yeniden
Baştan başa hayal, düşünce, rüya,
Billur bir kadehe benziyordun sen
Uzanan yüzünle bu parıltıya!

Gül

Ey bâkir cümbüşü her özleyişten sıcak
Bin uykuya yaslanmış sessiz kamaşan şafak;
Her bahçenin üstünde ve her ufuktan başka,
Yıldızların tuttuğu ayna, ezelî aşka,
Bir sır gibi hayattan ve ölümden öteye
İlk arzunun toprağa mal olmuş lezzetiyle…

Ardından ağlanacak ne varsa ömrümüzde,
Tekrar doğuşun sırrı gülümseyen bir yüzde,
Uykusuz geceleri içten kemiren hüzün,
Bin azabın çarkında gerilmiş ağaran gün;
Öpüşler, gözyaşları, vaitler ve hicranlar;
O derin sükutların aydınlattığı anlar
Bir sonsuz uçurumda uyanmış gibi birden
Sazlar sustuktan sonra duyulan nağmelerden;
Doldurur hiç durmadan uzattığı bu tası,
Gül, ey bir âna sığmış ebediyet rüyası!

Herşey Yerli Yerinde


Her şey yerli yerinde; havuz başında servi 
Bir dolap gıcırdıyor uzaklarda durmadan, 
Eşya aksetmiş gibi tılsımlı bir uykudan, 
Sarmaşıklar ve böcek sesleri sarmış evi 

Her şey yerli yerinde; masa, sürahi, bardak, 
Serpilen aydınlıkta dalların arasından 
Büyülenmiş bir ceylan gibi bakıyor zaman 
Sessizlik dokunuyor bir yerde yaprak yaprak' 

Biliyorum gölgede senin uyuduğunu 
Bir deniz mağarası kadar kuytu ve serin
Hazların aleminde yumulmuş kirpiklerin 
Yüzünde bir tebessüm bu ağır öğle sonu. 

Belki rüyalarındır bu taze açmış güller, 
Bu yumuşak aydınlık dalların tepesinde, 
Bitmeyen aşk türküsü kumruların sesinde, 
Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner. 

Her şey yerli yerinde; bir dolap uzaklarda 
Azapta bir ruh gibi gıcırdıyor durmadan, 
Bir şeyler hatırlıyor belki maceramızdan 
Kuru güz yaprakları uçuşuyor rüzgarda.


Leyla

Bu akşam rüyamda Leyla'yı gördüm
Derdini ağlarken yanan bir muma;
İpek saçlarını elimle ördüm,
Ve bir kemend gibi taktım boynuma
Bu akşam rüyamda Leyla'yı gördüm.

Leyla...Ela gözlü bir çöl ahusu
Saçları bahtından daha siyahtır.
Kurmuş diye sevda yolunda pusu
Döktüğü gözyaşı, çektiği ahdır.
Leyla...Ela gözlü bir çöl ahusu.

Bir damla inciydi kirpiklerinde,
Aşkın ızdırapla dolu rüyası
Bir başka güzellik var kederinde
Bir başka alem ki ruhunun yası
Sessiz incileşir kirpiklerinde.
Ahmet Hamdi Tanpınar


MAVİ, MAVİYDİ GÖKYÜZÜ

Mavi, maviydi gökyüzü
Bulutlar beyaz, beyazdı
Boşluğu ve üzüntüsü
İçinde ne garip yazdı...

Garip, güzel, sonra mahzun
Işıkla yağmur beraber,
Bir türkü ki gamlı, uzun,
Ve sen gülünce açan güller,

Beyaz, beyazdı bulutlar,
Gölgeler buğulu, derin;
Ah o hiç dinmeyen rüzgâr
Ve uykusu çiçeklerin.

Mor aydınlıkta bir çınar
Veya kestane dibinde;
Mahmur süzülen bakışlar
İkindi saatlerinde...

Birden gülümseyen yüzün
Sabahların aynasında
Ve beni çıldırtan hüzün
İki bakış arasında.


Ahmet Hamdi Tanpınar


Ne içindeyim zamanın,
Ne içindeyim zamanın
Ne de büsbütün dışında;
Yekpâre, geniş bir ânın

Parçalanmaz akışında.
Bir garip rüyâ rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil.
Rüzgârda uçan tüy bile


Başım sükûtu öğüten
Uçsuz, bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş;

Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.
Ahmet Hamdi Tanpınar

Ayna

Derin sularında bu ayna her an
Sizden bir parıltı aksettirecek
Kah çıplak bir omuz sessiz düşecek
Eriyen bir kuğu beyazlığından

Bazen bir tebessüm, tutuşmuş mercan
Rüyasıyla sanki bir kızıl çiçek
Ve saçlar öyle ümitsiz yüzecek
Olgun akşamların ağırlığından

Aşk

Aşk dediğin nedir ki
Tenden bedenden sıyrık
Çocukların içinde
Yaşadığı bir çığlık

Aşk dediğin nedir ki
Histen nefesten varlık
Umutsuzluk içinde
Karanlığa son ıslık

Başımızın Üstünde

Bir Bulutun

Başımızın üstünde bir bulutun
Güneşe asılmış gölgesi,
Uzakta toz halinde dağılan
Yoğurtçu sesi,
Gün bitmeden başladı içimizde
Yarınsız insanların gecesi.

Başka Bir Yıldızda

Bu ümitsiz ve biçare
Şahitleri ömrümüzün
Bu aynanın sularında
Kaç kere yıkandı yüzün.

Bu lamba ve hülyamıza
Yabancı binlerce uyku;
Bir demir pençeydi sanki
İçimizde eski korku…

Ve birden değişen yüzün
Arzunun uzaklarında,
O çılgın bitiş, kayboluş
Göğsünde ve kollarında.

Düğümlenen nefesinden
Sarmaşıklar, derin güller
Arasında dem çekerek
Doğup ölen güvercinler.

Ve açık pencerelerden
Mavi gökle giren rüzgar
Düşmüş melek oynumuza
Uzanan yemyeşil dallar.

Kim bilir hangi yıldızın
Kısır çöllerinde şimdi,
Beyhude hatırlıyoruz
Bu hiç olmamış şeyleri…

Bir Gül Bu Karanlıklarda

Bir gül bu karanlıklarda
Sükute kendini mercan
Bir kadeh gibi sunmada
Zamanın aralığından.

Başında bu mucizenin
Sesler, kokular ve renkler
Ebediyete kadar derin
Bir anın vadiyle bekler.

Ve diyor fecirden berrak
Sesiyle her ürperişte
Geceyi yumuşatarak
Bütün gözyaşlarım işte.

Serinletmesin, ne çıkar
Bu ümitsiz yalvarışı
Hiç bir meyve ve pınar
Ne de günlerin akışı.

Yetmez mi bu müjde sana
Aydınlatırsam alnını
Ben her rüyayı zamana
Taşıyan yıldız kervanı.

Bir Gün İcadiye’de

Bir gün İcadiye`de veya Sultantepe`de,
Bir beste kanatlanır, birden olduğun yerde
Bir kainat açılır, geniş, sonsuz, büyülü,
Bu günün rüzgarında yıkanan mazi gülü
Dağılır yaprak yaprak hayalindeki suya
Bir başka gözle bakarsın ömür denen uykuya.

Belki en hulyalısı duyduğun masalların
O şafak saltanatı korularda dalların
Her ufku tek başına bekleyen eski camlar
Bir sır gibi ömründen sızdırılmış akşamlar,
Ardıçla kestanenin her yıllık macerası
Harap mezarlıklarda ölülerin duası
Gelir ve tekrar doğar ölmüş sandığın aşka
Anlarsın ölüm yoktur geçen zamandan başka.

Bir Heykel İçin

Tahtadan ve yumuşak rüya işçiliğinde
Bu kadın başı her an biraz daha derinde,
Daha hülyalı, dalgın, ümitsizce kendisi
Toplanmış ay ışığı, yüzden tek su nergisi
Hiç akmayan bir zaman nehrinin sularında
Ne uçan bir kırlangıç, ne sedef kumsalında
Ateşler püskürerek dolaşan bir ejderha
Uzakta yeşim rengi bir ufkun kenarında
Bir akşam gibi açılıp gülsün diye
Derinleşen bir bahçe lotus çiçekleriyle…
Ne de başka bir remiz uçsuz bucaksız Çin’den,
Gülümsüyor ölümün sonsuzluğu içinden
Gülümsüyor vaktiyle nasıl gülümseydiyse
Ömrünün sabahında ümide ve sevgiye.

Bursa’da Zaman

Bursa’da eski bir cami avlusu,
Küçük şadırvanda şakırdayan su.
Orhan zamanından kalma bir duvar…
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü.
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
İçinden gülüyor bana derinden.
Yüzlerce çeşmenin serinliğinden
Ovanın yeşili göğün mavisi
Ve mimarilerin en ilahisi.

Bir zafer müjdesi burda her isim:
Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim
Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın
Hala bu taşlarda gülen rüyanın
Güvercin bakışlı sessizlik bile
Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle.
Gümüşlü bir fecrin zafer aynası,
Muradiye, sabrın acı meyvası,
Ömrünün timsali beyaz Nilüfer,
Türbeler, camileri eski bahçeler,
Şanlı hikayesi binlerce erin
Sesi nabzım olmuş hengamelerin
Nakleder yadını gelen geçene.

Bu hayalde uyur Bursa her gece,
Her şafak onunla uyanır, güler
Gümüş aydınlıkta serviler, güller
Serin hülyasıyla çeşmelerinin.
Başındayım sanki bir mucizenin,
Su sesi ve kanat şakırtısından
Billur bir avize Bursa’da zaman,

Yeşil Türbesini gezdik dün akşam,
Duyduk Bir musikî gibi zamandan
Çinilere sinmiş Kur’an sesini.
Fetih günlerinin saf neşesini
Aydınlanmış buldum tebessümünle.

İsterdim bu eski yerde seninle
Başbaşa uyumak son uykumuzu,
Bu hayal içinde… ve ufkumuzu
Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk,
Havayı dolduran uhrevi ahenk.
Bir ilah uykusu olur elbette
Ölüm bu tılsımlı ebediyette
Belki de rüyası büyük cetlerin,
Beyaz bahçesinde su seslerinin.

Deniz Ufkunda

Deniz ufkunda batan güneş
Ve keskin çığlığı kuşların;
Rabbim bu uğultu, bu ateş
Ve ümitsiz uçuşların
Doldurduğu akşam havası,
Akşamın mercan dallar gibi
Suda olgunlaşan rüyası…

Eşik

Basma bu eşikte benim kalbim var,
Kalbim ki bir uzak hayale ağlar
Kıskanç bir büyüdür bana uzletim
Zâlim arzularla tutuşan etim,
Her akşam bir çarmıh olur ruhuma
Ben de bilmem nasıl diner bu humma;
Saatler işkence, günler cellâdım,
Ne ben yanlızlığa bir lâhza kandım.
Ne de yalnızlığım benden usandı.
Tahtayı kurt oydu, taş yosunlandı,
Yabanî otlarla örtüldü duvar;
Mermer havuzlarda köpüren sular
Kâh bir ayna oldu kamaşan güne,
Kâh bağrım açıldı bütün hüznüne
Ufukları sarsan geniş rüzgârın

Benden sor sırrını bu boş yolların
Benden sor ve benden dinle akşamı..

Günlerimiz

İçlenme, beyhudedir, maziyi sakın anma!
O vefasız yavruya benzer ki günlerimiz.
Kendini yuvasından bırakır ki akşama
Benzeyen göle, sessiz…

Ruhundaki susuzluk engin mesafelere
Duyurmadan ne anne ne bir yuva hasreti,
Narin kanatlarıyla uçar orman, dağ, dere
Ve bir gün bir çukurda bulunur iskeleti.

Karışan Saatler İçinde

Karışan saatler içinde hâtırana 
Bazı sabahlarla ikindiler yan yana, 
Değişik gülleri sanki tek bir baharın; 
Bâkir hülyasıyla beyaz ve ürkek yarın, 
O sükût bahçesi, ufkunda kuş yerine 
Hasret kanat çırpar düşünen ellerine... 

Hep aynı nağmede çılgın dolaşan yaylar, 
Bir yıldız kervanı gibi haftalar, aylar 
Hep aynı hayalin peşinde bu yolculuk, 
Hep gül yangını ve bahar sıtması ufuk... 

Tenha bir ucunda gecenin bir sır gibi 
Fısıldanan adın kardeş, dost ve sevgili, 
Durgun havuzların süsü ten rengi çiçek 
Bir mevsim cümbüşü içinde süzülerek 
Ömrün gecesinde ve kader rüzgârında 
Bir ürperme olur çıplak omuzlarında...


Kış Bahçesinden


Ne güzeldi o kış bahçesinde 
Güllerin çok derinlerde çalışan uykusu 
Sana bir bahar hazırlamak için. 

Dallar, filizler, eski masal dilberleri gibi 
Hüzne ve hülyaya gömülmüş 
Doğmamış çocuklara 
Ninni söylüyorlardı sanki... 
Ana rahmi gibi sıcak ve yüklü idi hava 
İyi mayalanmış hamur gibi 
Gizli nabızlarla atıyordu toprak
A.Hamdi TANPINAR