Menüler kısmından ayarlayınız.

Ahmet ERHAN Şiirleri

Zamanı Oy, Sesini Sakla…

Zamanı oy,sesini sakla…unutulmasın
Tarih düşür her yazdığının altına
Aynaya bak, yüzünü göm…unutulmasın
Bir gün küllerin savrulur nasılsa

Bence sen bir günlük tutmalısın
Solgun güller kurutarak yapraklarında
Yağmurda yürü, izini koru…unutulmasın
Toprağı eşeleyen çocukların avuçlarında

Şimdi kentlerin yalın-kılıç yalnızlığındasın
Geçtiğin kırmızı, durduğun yeşil…unutulmasın
Dimdik önündesin bir fotoğraf karesinin
O fotoğrafta hiç sarı kullanılmasın

İyi çocuk ol, acınla büyü…unutulmasın…

Ahmet Erhan

GSM…

1

Buyrun, ben Ahmet Erhan
Bir kilo beşyüz gram gelmiş tartıda, doğduğu zaman
Dört ablanın ardından horoz çükü kadar bir oğlan
Doktorlar ve hemşireler arasında bahis salgını:
Yaşar mı yaşamaz mı şu er ve han
Üç ayda topaç, dört ayda gülle gibi olmuş
Daha doğumda ağlamayı ertelemiş hinlikten
Ati ömrüne saklamış
Bütün lohusaların sütü ona akmış, rivayet ol ki
Şımarıklığı bundan
Hoca, bu demiş ya katil olur ya da büyük adam
İkisinin arasında zati bir soğan zarı
Doğa kanunu kurt kapanı
Kapanın elinde kalmış dört mevsim diken…

2

Kaç aşkla teyelledim şu ömrü
Acıyla karılmış kara bir kumaşa
Kaç aşkla
Oldu mu ki sevenim bakar mıydı ki ağaran yaz
Var mıydı ki sevenim, süzer miydi buğulanan göz
Kaç aşkla
Telaşla açtım kapıları pencereleri ardına kadar
Gerisin geri içeri dolan rüzgarlar
O zaman çivileyerek her hücremi
Kaç aşkla
Kaçmayı öğrendim en başta
Bir tek sesimi korudum
‘Ben de kendi halümce bir Bedrettin oldum…’

3

Aldım bir GSM yalnızlığıma geldi
Maltepe pazarından uydulara tırmandım
Alet sıfır halt kart peçete dahil
İşte yazıyorum, kapıdan pencereden girmek yok:
0533……………..Takla atmıyorsam arayabilirsiniz
Buyrun ben Ahmet Erhan
Kalbim var telesekreterlisini n‘apacam
Alışkanlıklarım bol kapsama alanım geniş
Aramazsanız benden betersiniz!

4

Telefonumun teli yok ki kuşlar konacak
Yar üstüne yarim yok ki kurşunlanacak
Yalnızlık çekil aradan
Evet, ben Ahmet Erhan
Numara doğru da adam yanlış
Soytarma!
Her kes kendi yarasının üstüne kapaklanmış…

5

Buyrun ben Ahmet Erhan
Bütün şebeke kilitlenmiş
Sadece 112 kalmış ambulans şoförüyle hısım akraba oldum
Gele gide, gide gele..

6

Beni cebimden ara hırsızım ol
O tütün kırıntısı o hüzün var ya
Onu bul alla pulla
Cebimde sesinden ruj izi gibi bir şey
Kana dönüşür parmağıma ulaşınca
Cebim çalsa hep upuzun bir ezan sesinin ortasındayım

Beni cebimden ara kansızım ol
Hepsi dışa dönük ortalığa saçılır
Parasızlığım yalnızlığım aşksızlığım
Bilen bilir de gören görür de
Bir daha hiç arama, duyan olur…

Ahmet Erhan

Yolcu

Akdeniz kazan,
yüreğim kepçe
dönüp, dolaşıp durdum
turuncu sokaklar
boyunca.
Elimde bir mavi
çiçek kaldı.
Ben soldum,
o solmadı.

Ahmet Erhan

Sevgili Çocuk

Hem sevgili hem de çocuk olan
Ah, bir de büyümeye çalışmasan
Anneni sev, çiçeğini kokla
Kaplumbağana biraz yeşillik ver
Durma benim gibi yağmur altında
Sevme benim gibi
Ölme benim gibi…

Ahmet Erhan

Veda

Yitirdim cebimdeki bütün adresleri
Yağmurlar, yağmurlar ortasında kaldım
Aklımı boğacak o selleri
Ben kendi damarlarımda yarattım

Artık ne bir satır yazı, ne de bir selam
Tek kişilik bu oyunda rol alabilir
Gitti bütün seyirciler boşaldı salon
Geride kalan yalnızca, yalnızca maskelerdir

Eli naylon güllü o dostlukların
Bir tek anısı ve sızısı yok içimde
Yitirdim cebimdeki bütün adresleri
Kendimi kazandım bir başka biçimde…

Ahmet Erhan

Cellat

Sanırım bitiyor artık
Bu serüven, bu yaşam
Eski bir dost kılığında
Ve dönüp bakmadan

Dört yönden, aynı anda
Vuruyor rüzgarlar
Böyle ayakta durabiliyorum ancak
Poyraz, lodos, karayel

Şiirler okuyorum
Yatağında uyuyan oğluma
O bir su damlası gibi
Gülüyor katılırcasına

Artık çok geç
Yağmurun izini sürmek için
Gençliğimin solduğu sokaklarda
Ağır ağır ip sıkıyor cellat
Uyanıyorum
Kendi elim boynumda…

Ahmet Erhan

Kırkbeş

Kırkbeş yaşın kuyruğunu henüz yakalamışken
‘İnsan İlişkileri’ bölümüne yeni kaydoldum
Alnımın çatalında bir yorgunluk büyürken
Siz neyi kıskanırsınız?

Alkol diz boyu, oğlum sevgisiz, karım umarsız
Üç beş şiir yazdımsa mısra-ı berceste mi oldu
Kolumu ayağımı kırdım, özendiğiniz bu mu
Kurtları kovalamaktan kurdeşen döktüm
Gönlüm açık denizler kadar ıssız ve fenersiz
Bana çekinmeden ‘alkolik’ diyebilirsiniz

Taşikardi-ki kalbin ‘aritmi’ bozukluğudur
-Ben aritmetiği sevmem laf aramızda
Panik atak – ki dünyanın öcülerine karşı bir bastondur
Çekici ya da içki getirin ben sokağa çıkınca
Siz neyi kıskanırsınız?
Şiir…..Ah, şu on parmağımın onu birden kırılsa!

Ahmet Erhan

Neyzen

Neyzen, üfle bu geceyi
Kalbimi yağmur ütülesin
Bırak herkes inansın
Yaralar ikliminde kaldım
-Bukowski senden çok satıyor
Seni zaten kimseler tanımıyor
Neyzen, üfle bu hayata beni
Uzağında çırağın olayım

Mecra belli, Mecnun meçhûl
Şimdi herkes saksafoncu
Neyzen, bir limon da ben alayım
On beş yıl sonra bulayım adresimi
Bilmezsin, doğma büyüme alaylıyım
Alkol, tütün ve onmaz bir yara
Belki öldüğüm yaştayım…

Ahmet Erhan

Kovulduğum Bütün Kapılara

Kovulduğum bütün kapılara geri dönüyorum
Yurdum için, alnımda yaralarla
Ellerinde taşlarla herkes beni
Benimse aklım yitip giden dostlarda

Onca insan niye öldü – sormuyorum artık
Ölüm bile kılık değiştirmişken şimdi
Hala yaşıyor olmanın şaşkınlığı var üstümde
Sanki her doğan gün bir bağış gibi

Geçtim herkesin geçtiği yollardan
Ne yerineceğim bir şey var, ne övüncüm
Öyle yalın çıksın istiyorum ki sözcükler ağzımdan
Acısı acı olarak adlandırılsın bu ömrün

Kardeşler, size yine şiirler getirdim
Unuttuğumuz kimi duygulara ilişkin
Kırık dökük bir takım anımsamalar…
Hiç değilse şunu düşünün, nasıl geldi bu adam,
bugünlere kadar?

Ahmet Erhan

Halat

Sinop Kal’asından kuşlar uçardı. Uçar mı?
Sinop Kal’asında Sabahattin Ali. Ali mi?
Sinop Kal’asından aman yaradan. Yaradan?
Bakardı ben mi yarattım bunları. Ben mi?

Ben Sinop’u bilmem, Hayati’yi bilirim.

Dal ile yaprak, deniz ile balık olduk
Ne durulduk, ne de sövdürdük alnımıza
Ankara’da akasyaların diline düştük çok çok
İki bira içtik, atyarışı oynadık. Oynadık.

Ben Sinop’u bilmem, Hayati’yi bilirim.

İkisi de kendi dalında, ikisi de sürgün
‘Tanyalı Balıkçı’, sevgili kardeşim. Kardeşim.

Gel, Sinop’tan Silivri’ye halat çekelim.

Ahmet Erhan


GÜLŞİİR
Geceyarısı, karanlık bir bozkırda
Işıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım
içinde onca insan, içinde dünya…
Soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkum
Ve bilmeyen sonsuzluk nedir,
Haklı olan kim bu kargaşada?
Ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir
Ucu bucağı olmayan bu çığlığın
Ortasında nasıl barışılabilir?
Anlamak isterim, hangi yasa
Bir beşikle bir darağacını
Aynı ağaçtan, ne adına varedebilir?

Sorular sormak için geldim şu dünyaya
Yasım acıların yasıdır
Boynumu üzgün bir çiçek gibi kırıp da
Yollara düştüğümde, başımda deniz köpüklerinden
Ya da sabah yellerinden bir taçla
Yürüdüğüme inanırdım – yanılırdım
Geceyi günle, acıyı sevinçle kardığım
Bu söylencenin bir yerinde durakladım
Ve anlatamadım, konuşamadım bir daha.

Acını ödünç ver bana, gözyaşlarını
Damarlarında uyuyan sevinci ödünç ver
Yitirdim çünkü onları da..
İlenmiyorum, el çırpmıyorum artık
Ne aklımda yaşadıklarım üstüne düşünceler
Ne de geleceğime dair bir tasa.
Gelirken çan çalmıyor yalnızlık
Bir adam, bir sokak, bir ev
Yüzle, gülüşler, susuşlar boyunca

Soruların vardı senin, ne çok soruların
Gözlerin dünyayı eleyip dururdu boyuna
Bir fısıltı gibi başladı sevgim
Çığlık oldu, kağıtlarda çiçek açtı sonra
Sonrası…Mutlu bile olduk bazı
Artık sen yadsısan da ne kadar
Ya da ben bilmiyorum mutluluk nedir
Anlatsın yollar, yollar, yollar…

Şimdi gece, soluğumu verdim içime
Az önce kağıtlara gül kuruları serptim
Dolaplardan kekik, nane kokuları çıkardım
Öylece serptim, seni yazacağım diye
Sen ki, deniz görmemiş bir deniz kızısın
Aklımın almadığı bir yerde, öylesin
Şimdi gece, iki kişilik bu yalnızlık
Bize artık yeter de artar bile…

Dünyanın ölümünü gördüm, suyun toprağın
En yakın dostlarımın birer birer
Vakitsiz açan çiçeklerin, vakitli doğan çocukların
Ölümünü gördüm, ama kimse
İnandıramaz beni öldüğüne sevgilerin!
Yaşam ki bir kum saatidir usulca akan
Dolan sevgilerimizdir biz boşaldıkca
Yaşımız biraz da sevgilerimizin akranıdır
Vereceğimiz tek şey budur dünyaya.

Şu dağılgan yüreğimi, şu köpüklere imrenen
Yüreğimi bir gün yollara atarsam
Bir gün bir nehir yataklarına dolarsam, korkarım
Suyumun çoğu senden yana akacak
Bütün sözcüklere adını ekleyeceğim
Güldeniz, Gülekmek, Gülyağmur, Gülsarap
Gülaşk, Gülsiir, Gülahmet, Gülerhan
Ey gül yaşamım, yitip giden düşlerim!

Gecelerdi, solgun – sessiz tüterdi yüzün
Yatağımda bir kımıltıydın, dilimde türkü
Uykusunda konuşurken sesini öptüğüm
Varmak için beyninin kıvrak dağ yollarına
Kokundu, bedenimi saran o ince buğu
Esintisinde usul usul yürüdüğüm
Ki değişmem yaseminlerle, portakal ağaçlarıyla..

Sanki bir kız yürürdü yollarda
Evimin sokağına girer, paspasa ayaklarını silerdi
Kapımı açardı gümüş bir anahtarla
Sanki hep gelirdi, sevişirdik bazı, konuşurduk
Tozlu kitapların yığıldığı odalarda
Kalırdı duvarlarda gülüşünden bir tini
Yatağımda bedeninden bir oyuk.

Benimse ellerim titrerdi, alnının aklığından
Saçlarına saçlarına doğru titrerdi
Şimdi kağıtların üstünde gidip gelen ellerim
Titremiyor artık , yolunu biliyor şimdi
Geceyarılarını çoktan geçti
Bu şiir bitmeyince varolmayacak ellerim
Ellerim uykusuz, ellerim geberesiye yalnız
Süzülüp alçalıyor karanlığa doğru.

Bütün yaşamım seninle geçiyor belleğimden
Seninle var ve seninle sürüp gidecek artık
Bir akdeniz kentinde limon koklayan
Ve hep ufkun ardına bakan çocuk
Acıyı buldu sonunda, kanayan bir gülden
Çaldı yüzünü bir yaşamlık
Geçer şimdi dumanlı bir kentin sokaklarından
Şaire çıkar adı – az buçuk kaçık.

Yeryüzünden silinmiş ırkların sonuncusuyum ben
Oturup da şimdi aşk şiiri yazmam bundan
Gülsün köpek sürüsü, lime lime edip
Bu dizeleri, satsınlar haraç-mezat
Doğru, benden sonra da tufan kopmayacak
Ama haykıracağım laflarını tuzla kesip
Yitip giden bu aşkı, nefesim tükenene dek.

Beynime bir sarkaç gibi vuruyor sorular
Neresinde yanıldık biz bu yaşamın?
Hangi el bozdu büyüyü, hangi yazı
Acılara hüküm verdi, soldan sağa taşarak?
Kalbimde yıllardır kabuk bağladı yaralar
Ödüm kopuyor, bir gün hepsi birden kanamaya başlayacak diye
Yenilmeyeceğim, boyun eğmeyeceğim hiçbir şeye
Hep direnen bir yanım kalacak
Adımın soluk izi, acının seyir defterinde.

şimdi gece, bindokuzyüzseksenikiyle
Üçyüzaltmışbeşi çarp – oradayım işte
Yorgun değilim, umarsızım yalnızca
Geçmişle geleceğin öpüştüğü yerde bir nokta
Gibiyim ve çoktan dürüldü defterim
Uçurumlar üstünde uçuşur dizelerim
Onlara köprü olacak bir beden yoksa da..

Bu benim yalnızlığım, dalsızlığım benim
Kana kana içtiğim çeşmelerden susayarak ayrılmak
Titreyen bir ışık karanlıklarda
Onu kim görebilir, kim tanıyabilir?
Sonuda hep bir soruyla karşı karşıya kalmak
Boynumun borcu bu, ödenmedi yıllardır.

Her aşktan böyle bir şiir kaldı bende
Yaşamımın bir dilimini özetleyen
Unutuşun çiçekleri bunun için hiç açmıyor
Donuyor bir gülüş tek bir dizede
Yaşanmış yüzlerce anı, buruk bir özlem
Çivileniyor beynimin bir yerlerine
Geride -hayır- acılar filan da kalmıyor
Bir boşluk yalnızca, uçurumlara özenen.

Nefret ediyorum ve seviyorum seni
Girdiğin bütün kapıları açık bırak
Birazdan git diyebilirim çünkü..
Çağım yalnız bırakmıyor beni, ellerini
Tutuşumda, usulca öpüşümde dudağını
Çağım aramızda çekilen kanlı bir bayrak
Uzayan, akan bir irin yolu gibi.

Sözcükleri güden çobanları var kalbimin
Beynimin yaşamı saran kıskaçları
Bitsin dediğim yerde bunun için başlıyorum
Yitirdiğim her şeye dönüp de bakmam bundan
Sensin yalnızlığa uzanan yolların düğüm yeri
Ama şu anda içimde öyle çoğulsun ki
Böyle irkilmezdim dünyayı kucaklasam.

Çapraz yalnızlıklar astım göğsüme
Yollarda bir savaşçı gibi yürüdüğüm doğrudur
Gözlerle, dillerle kuşatılmış bir ülke
kalbimdir ona tek sınır
Susmayı bunun için severim bir çığlık gibi
Donup kalır sesim kendi göğünde
Onu ne anlayan, ne de duyan bulunur.

Yaşamım sonsuz bir hac yolculuğuna dönüşüyor burada
Kendi içimde ya da uzak yollarda
Bulduğum ve yitirdiğim bütün varlıklar
Bir mozayiğe biçim veriyorlar sessizce..
Bende dünyanın acısıyla sevinci öpüşüyor
Irmakların birleştiği o nokta benim
İtilip tekmelendiğim bütün kapılarda
Bana atılan her taş şimdi çiçek açıyor.

Bir gün anlarsın beni neden suskunum
Dünya içimde konuşurken böyle
Bedenimi aşıyor yorgunluğum
Karşında oturduğum masalardan dökülüp saçılıyor
Bu öyle bir çığlık ki, susuşlar kalıyor geride
Ondan öte her söz bir saçmalığı büyütüyor.

Adını çoktan unuttun yüzün aklımda
Ve bu şiiri neden sana adadığımı bilmiyorum
Ama her güzellik nasılsa kendi adını bulur
Bunun için ben Gül dedim sana..
Yine de bir çiçeğe bunca yağmur yağarsa
Kökleri toprağı saramaz olur
Üstüne titrediğim her şeyi yitirmeyi öğrendim çoktan

Söylenecek bir tek sözüm kalmazsa
Çizerim yüzünü kuşların kanatlarına
Her çırpınışta gökyüzüne dağılır
Yüzün, hücrelerine varana dek uçuşur.

Kağıtların aklığına aşkın tortusu çöküyor
Parklar, sokaklar, söylenmiş ya da söylenmemiş sözler

Yazdıkça biraz daha unutuyorum seni
Ve her yerde düş tacirleri, şiirseviciler
Bir şeyleri yorumlayıp duruyorlar aptalca
Büyüteçlerle inceliyorlar şu yitik ömrümüzü
Ben aşkın son hasatçısı, son peygamber
Gülünç, soyu tükenmiş bir varlığı oynuyorum boyuna.

Sana artık bir sığınak olsun bu şiir
Noterlere ver onaylasınlar – her hakkı saklıdır
Düşün, kalemimi sen tuttun yazarken
Yeni okula başlayan bir çocuğa yardım eder gibi
Öyle acemilikler yaptım ki ben
Hiç kalır bu şiir onların yanında ve
Nasıl ayaktayım diye şaşıyorum bazen.

Görüp göreceği son şey bu şiirdir dünyanın
Çığlığımdan arta kalan bunlar olacak
Aklımın son kırıntılarını da burada harcıyorum
Bundan böyle ibreler hep eskiye vuracak
Yakınmıyorum, yerinmiyorum hiçbir şeyle
Kalırsa odalarda unutulmuş birkaç şiir
Bir yeniyetmen in altını çizeceği dizeler benden
Senin adın nasılsa bir gün hepsini tamamlayacak…

Ahmet ERHAN