Menüler kısmından ayarlayınız.

Ahmet ERHAN

ahmet erhan ile ilgili görsel sonucu8 Şubat 1958’de Ankara’da dünyaya geldi. Mersin’li bir ailenin, dört kızın ardından doğan beşinci çocuğudur. Babanın işleri nedeniyle Ankara’dan göç edilmiş ve bunun üzerine çocukluğuyla ilk gençliği Mersin ve Adana’da geçmiştir. Babasının emekliye ayrılmasıyla yeniden Ankara’ya dönerler.

Çeşitli nedenlerle kısa bir süre ara verdiği lise öğrenimini Akşam Lisesi’nde tamamladı. Ardından Gazi Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Ankara’nın özel öğretim kurumlarında Türkçe-Edebiyat öğretmenliği yaptı.

Hayatının büyük bir bölümünü Ankara’da geçiren şair, ‘Ankara-İstanbul Karatreni’ kitabında anlaşılabilen nedenlerle, 2001 yılında İstanbul’a yerleşti.

Adana Demirspor Genç Takımı’nda futbol oynadı. O yıllarda geçirdiği ağır sakatlık döneminde şiir yazmaya başladı. 1976’da Militan dergisinde topluca yayınlanan şiirleriyle dikkat çekti. 1980 öncesi ve sonrasında ülke gençliğinin yaşadığı dramı, içerden bir ses olarak, o dönemlerde oldukça yaygın olan slogancılığa kaçmadan, kendine özgü diliyle yazması şiirini özel kıldı.

Ahmet Erhan gırtlak kanseri sonucu 55 yaşında vefat etti.

Eserleri

 

Yaşamın Ufuk Çizgisi – Akdeniz Lirikleri (1982)
Kuş Kanadı Kalem Olsa (1984)
Ateşi Çalmayı Deneyenler İçin (1984)
Öteki Şiirler 1976-1991 (1993)
Sevda Şiirleri / Zeytin Ağacı (1993)
Köpek Yılları (1998)
Ölüm Nedeni: Bilinmiyor (1988)
Resimli ‘Ahmetler’ Tarihi (2001)
Bugün De Ölmedim Anne – Toplu Şiirler (2001)
Ankara – İstanbul Karatreni (2001)
Ne Balık Ne De Kuş (2002)
Kaybolmuş Bir Köpek İlanı (2003)
Buz Üstünde Yürür Gibi – Seçme Şiirler (2006)

Ödülleri
Alacakaranlıktaki Ülke (1981) – Behçet Necatigil Şiir Ödülü
Deniz, Unutma Adını! (1992) – Yunus Nadi Armağanı
Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi (1997) – Cemal Süreya Şiir Ödülü, Halil Kocagöz Şiir Ödülü
Şehirde Bir Yılkı Atı (2005) – Behçet Aysan Şiir Ödülü
Sahibinden Satılık (2008) – Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü

 

BİR BABA İÇİN

Odamın ışığı yanıyor bütün gece

Ellerimi dizlerime koyup, ikibüklüm

bir olağandışılık arayarak

Gördüğüm, duyduğum her şeyde

Öylece oturuyorum:

Güneş parmaklarını sürünceye dek

Koyu bir karanlığa

Bulanmış pencereme..

 

Bir gece kelebeği

Dolanıyor lambanın çevresinde

Usuldan bir rüzgar esiyor

Yaşlı incir ağacının dallarına yürüyen

Sütün sesini duyabiliyorum

Deniz az uzakta

İç geciriyor boyuna.

 

Seninle konuşurduk baba

Böyle gecelerde, iki bilge gibi

Karşılıklı bakışarak

Bazı şeyleri kavrayamasam da, dinlerdim

Belki sen de yeni bir şeyler bulurdun gecmişte

O dupduru yüreğini, yılların

Unutulmuş sularına bırakarak.

 

İşte bir minder daha koydum yanıma

Henüz sıcak

Sanki yeni kalkmışsın üstünden

Terliklerin şuracıkta, getireyim

Çayı da ocağa koyarım istersen.

 

Annemse haber bekliyor ruhlardan

Namaz kılarak, tesbih çekerek

Sen olsan

Gülerdin bıyık altından

-Ben gülemiyorum baba!

Ama bir insanı yüreğinde duymak için

Araya bazı kurallar

Koymaya ne gerek var

Anlayamıyorum, eğilip kalkmaya

Dualar okumaya?

 

II

Ağır aksak adımlarla yürüyen gece

Bana bir şeyleri anımsatıyor

Boynu uykudan arasıra düşerek

Pencerenin kanatlarına yaslanmış bir anne

Kuytu, karanlık bir yolda

Kocasının ayak seslerini arıyor

Bir çocuk, sedirin üstünde

yüzünü ders kitabına gömmüş

Saate bakıp, geceyi dinleyip

Kitabından bir yaprak çeviriyor.

 

Sessizliğin sığınaklarına gömülmüş evlerde

Yanan tek tük ışıklar var

Bekçi düdükleri

Birbirlerine selam yolluyor

O daracık sokakların ardından:

Bir vukuat yok

Asayiş berkemal!

 

Sokakta biri bağırsa

Sanki tavan çökecek

Kadınla çocuğun üstüne…

 

Bu sokak ne zaman çınlar

Belli belirsiz ayak sesleriyle?

Bu kapı ne zaman çalınır?

Anne, görevini yapmış biri gibi

Usul usul kalkar yerinden

Çocuk ne zaman sıçrar?

 

Açılır kapı, girersin içeri

Yüzünde sarhoşlara özgü

Tuhaf bir gülümseme

Kaldırıverirsin omzuna beni

Sorarım:Baba niye geç kaldın böyle?

Eski bir türküyle

Kesersin sözümü…

 

III

 

Pijamalarını giydirdik

Sigaralarını, çamaşırlarını, terliklerini

Doldurduk bir çantaya

Saate baktım:Sabah yedibuçuk

Gözlerini tavana dikmiş öylece duruyordun

Arasıra bakışların

Usulca kayıyordu bana

Ben henüz ögrenmemiştim

Hasta babayı üzmemek icin

Gülümser görünmeyi..

Kardeşlerimin ağlayışlarını duyuyordum

Yandaki odadan

-Sen de duyuyordun

Bir şeyler söylemek istedin, konuşamadın

Bir yudum su içtin

İskemlenin üstündeki bardaktan

Sonra sessizce devirdin başını yastığına

Göstermek istiyordun sanki

Çok önceden öldüğünü..

 

Az sonra anıiden patladı kapıda

Bir cankurtaran düdüğü…

 

Akşamdır. Güneş uyuklar evlerin çatılarında

Tasını tarağını toplayıp

Gitmeye hazırlanan

Bir gezgindir sanki

Hoşcakal demek için son bir kez uzanır

Gözlerini uzaklara baglayıp

Pencereden dışarı bakan çocuğa.

 

Akşamdır. Babalar ellerinde ekmeklerle

Yürürler kaldırımlarda.

Genç bir oğlan

Ağacın altında şiir okur sevgilisine

Camları titreterek

Bir kamyon geçer sokaktan.

 

Akşamdır. Çocuklar el ele tutuşup

Dönerler artık okullarından…

 

…Çalar kapı

Görünür annenin sapsarı yüzü

Binlerce kanadı kırık kuş o sıra

Uçmaya calışırlar kentin üstünde

Bağırırlar:

-Baba öldü!

 

V

Baba bana yürüdüğün

O yolları göster

Baba bana dünyanın

Yüreğine inen geçidi

 

Baba durursam azarla

Tökezlersem kaldır beni

 

Toprağa süre süre

Arıttım yüreğimi

Ellerim kanıyor bak

Isırganlar yolmaktan

Sesim nasıl da kısık

Nehirlerin kaynaığında

Durup da bagirmaktan

 

Baba bana yaşamın

Çekirdeğini göster

Baba bana bu yolun

Sonundaki çiçeği

 

Güneş giriyor koluma

Ömrüm çağırdı beni

Bu yolda yürürüm ben

 

Baba şarkılarıma küfret

Bir gün eğer dönersem

 

VI

Senin düşlerin baba, bende

Bir ad buluyor kendine

Birbiri ardına ekleniyor sözcükler

Nemli duvarlarında kentin

Deniz köpüğü ve tuzdan dilleriyle..

 

Senin bakışların baba, bende

Sürüyor, filizleri gibi mutsuzluğun

Uzaklara bakan binlerce göz

Ufkun ardını kolluyor boyuna

Güneşin vurulduğu yerde boynunun.

 

Senin ölümün baba, bende

Bir anafora kapılarak

Yeniden doğuma dönüşüyor

Köklerini toprak altında saklama

Baba, oğlun daha yaşıyor…

 

VII

Bu şiirleri toprağa gömeceğim

Sözcükleri tohum olacak

Çiçekler fışkıracak topraktan

Sevgilerin dal olacak baba

Uzanacaksın uzaktaki bir ışığı yakalamak için

Işık köklerine dolacak bir gün

Yorgunluğun o çiçekleri sulayan

Koca bir nehir olacak

Baba, acıların sürgün…

OĞUL

Anne ben geldim, üstüm başım

Uzak yolların tozlarıyla perişan

Çoktan paralandı ördüğün kazak

Üzerinde yeşil nakışlar olan

 

Anne ben geldim, yoruldum artık

Her yolağzında kendime rastlamaktan

Hep acılı, sarhoş ve sarsak

Şiirler çırpıştıran bi adam

 

Kurumuş kuyunun suyu, incirin

sütü çoktan çekilmiş

Bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi

Ayrık otları, dikenler bürümüş

 

Kapıdaki çıngırak kararmış nemden

Atnalı ve sarmısak duruyor ama

Oğlum, mektup yaz diyen

Sesin hala kulaklarımda

 

Anne ben geldim, ağdaki balık

Bardaktaki su kadar umarsızım

Dizlerin duruyor mu başımı koyacak?

Anne ben geldim, oğlun, hayırsızın..

TÜRKÜ

Uyandım, dağlarda duman

Ovada sabahın tütsüsü

 

Deniz ürperiyor uzaktan

Koynunda güneşin gülü

 

Kanat kanat dağılsam

Unutmam kendi göğümü

 

Gelirsin bana sulardan

Yüzünde yosunların tülü

 

Yaşamak, seni seviyorum

Demenin başka türlüsü..

GÜLŞİİR

Geceyarısı, karanlık bir bozkırda

Işıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım

içinde onca insan, içinde dünya…

Soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkum

Ve bilmeyen sonsuzluk nedir,

Haklı olan kim bu kargaşada?

Ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir

Ucu bucağı olmayan bu çığlığın

Ortasında nasıl barışılabilir?

Anlamak isterim, hangi yasa

Bir beşikle bir darağacını

Aynı ağaçtan, ne adına varedebilir?

 

Sorular sormak için geldim şu dünyaya

Yasım acıların yasıdır

Boynumu üzgün bir çiçek gibi kırıp da

Yollara düştüğümde, başımda deniz köpüklerinden

Ya da sabah yellerinden bir taçla

Yürüdüğüme inanırdım – yanılırdım

Geceyi günle, acıyı sevinçle kardığım

Bu söylencenin bir yerinde durakladım

Ve anlatamadım, konuşamadım bir daha.

 

Acını ödünç ver bana, gözyaşlarını

Damarlarında uyuyan sevinci ödünç ver

Yitirdim çünkü onları da..

İlenmiyorum, el çırpmıyorum artık

Ne aklımda yaşadıklarım üstüne düşünceler

Ne de geleceğime dair bir tasa.

Gelirken çan çalmıyor yalnızlık

Bir adam, bir sokak, bir ev

Yüzle, gülüşler, susuşlar boyunca

 

Soruların vardı senin, ne çok soruların

Gözlerin dünyayı eleyip dururdu boyuna

Bir fısıltı gibi başladı sevgim

Çığlık oldu, kağıtlarda çiçek açtı sonra

Sonrası…Mutlu bile olduk bazı

Artık sen yadsısan da ne kadar

Ya da ben bilmiyorum mutluluk nedir

Anlatsın yollar, yollar, yollar…

 

Şimdi gece, soluğumu verdim içime

Az önce kağıtlara gül kuruları serptim

Dolaplardan kekik, nane kokuları çıkardım

Öylece serptim, seni yazacağım diye

Sen ki, deniz görmemiş bir deniz kızısın

Aklımın almadığı bir yerde, öylesin

Şimdi gece, iki kişilik bu yalnızlık

Bize artık yeter de artar bile…

 

Dünyanın ölümünü gördüm, suyun toprağın

En yakın dostlarımın birer birer

Vakitsiz açan çiçeklerin, vakitli doğan çocukların

Ölümünü gördüm, ama kimse

İnandıramaz beni öldüğüne sevgilerin!

Yaşam ki bir kum saatidir usulca akan

Dolan sevgilerimizdir biz boşaldıkca

Yaşımız biraz da sevgilerimizin akranıdır

Vereceğimiz tek şey budur dünyaya.

 

Şu dağılgan yüreğimi, şu köpüklere imrenen

Yüreğimi bir gün yollara atarsam

Bir gün bir nehir yataklarına dolarsam, korkarım

Suyumun çoğu senden yana akacak

Bütün sözcüklere adını ekleyeceğim

Güldeniz, Gülekmek, Gülyağmur, Gülsarap

Gülaşk, Gülsiir, Gülahmet, Gülerhan

Ey gül yaşamım, yitip giden düşlerim!

 

Gecelerdi, solgun – sessiz tüterdi yüzün

Yatağımda bir kımıltıydın, dilimde türkü

Uykusunda konuşurken sesini öptüğüm

Varmak için beyninin kıvrak dağ yollarına

Kokundu, bedenimi saran o ince buğu

Esintisinde usul usul yürüdüğüm

Ki değişmem yaseminlerle, portakal ağaçlarıyla..

 

Sanki bir kız yürürdü yollarda

Evimin sokağına girer, paspasa ayaklarını silerdi

Kapımı açardı gümüş bir anahtarla

Sanki hep gelirdi, sevişirdik bazı, konuşurduk

Tozlu kitapların yığıldığı odalarda

Kalırdı duvarlarda gülüşünden bir tini

Yatağımda bedeninden bir oyuk.

 

Benimse ellerim titrerdi, alnının aklığından

Saçlarına saçlarına doğru titrerdi

Şimdi kağıtların üstünde gidip gelen ellerim

Titremiyor artık , yolunu biliyor şimdi

Geceyarılarını çoktan geçti

Bu şiir bitmeyince varolmayacak ellerim

Ellerim uykusuz, ellerim geberesiye yalnız

Süzülüp alçalıyor karanlığa doğru.

 

Bütün yaşamım seninle geçiyor belleğimden

Seninle var ve seninle sürüp gidecek artık

Bir akdeniz kentinde limon koklayan

Ve hep ufkun ardına bakan çocuk

Acıyı buldu sonunda, kanayan bir gülden

Çaldı yüzünü bir yaşamlık

Geçer şimdi dumanlı bir kentin sokaklarından

Şaire çıkar adı – az buçuk kaçık.

 

Yeryüzünden silinmiş ırkların sonuncusuyum ben

Oturup da şimdi aşk şiiri yazmam bundan

Gülsün köpek sürüsü, lime lime edip

Bu dizeleri, satsınlar haraç-mezat

Doğru, benden sonra da tufan kopmayacak

Ama haykıracağım laflarını tuzla kesip

Yitip giden bu aşkı, nefesim tükenene dek.

 

Beynime bir sarkaç gibi vuruyor sorular

Neresinde yanıldık biz bu yaşamın?

Hangi el bozdu büyüyü, hangi yazı

Acılara hüküm verdi, soldan sağa taşarak?

Kalbimde yıllardır kabuk bağladı yaralar

Ödüm kopuyor, bir gün hepsi birden kanamaya başlayacak diye

Yenilmeyeceğim, boyun eğmeyeceğim hiçbir şeye

Hep direnen bir yanım kalacak

Adımın soluk izi, acının seyir defterinde.

 

şimdi gece, bindokuzyüzseksenikiyle

Üçyüzaltmışbeşi çarp – oradayım işte

Yorgun değilim, umarsızım yalnızca

Geçmişle geleceğin öpüştüğü yerde bir nokta

Gibiyim ve çoktan dürüldü defterim

Uçurumlar üstünde uçuşur dizelerim

Onlara köprü olacak bir beden yoksa da..

 

Bu benim yalnızlığım, dalsızlığım benim

Kana kana içtiğim çeşmelerden susayarak ayrılmak

Titreyen bir ışık karanlıklarda

Onu kim görebilir, kim tanıyabilir?

Sonuda hep bir soruyla karşı karşıya kalmak

Boynumun borcu bu, ödenmedi yıllardır.

 

Her aşktan böyle bir şiir kaldı bende

Yaşamımın bir dilimini özetleyen

Unutuşun çiçekleri bunun için hiç açmıyor

Donuyor bir gülüş tek bir dizede

Yaşanmış yüzlerce anı, buruk bir özlem

Çivileniyor beynimin bir yerlerine

Geride -hayır- acılar filan da kalmıyor

Bir boşluk yalnızca, uçurumlara özenen.

 

Nefret ediyorum ve seviyorum seni

Girdiğin bütün kapıları açık bırak

Birazdan git diyebilirim çünkü..

Çağım yalnız bırakmıyor beni, ellerini

Tutuşumda, usulca öpüşümde dudağını

Çağım aramızda çekilen kanlı bir bayrak

Uzayan, akan bir irin yolu gibi.

 

Sözcükleri güden çobanları var kalbimin

Beynimin yaşamı saran kıskaçları

Bitsin dediğim yerde bunun için başlıyorum

Yitirdiğim her şeye dönüp de bakmam bundan

Sensin yalnızlığa uzanan yolların düğüm yeri

Ama şu anda içimde öyle çoğulsun ki

Böyle irkilmezdim dünyayı kucaklasam.

 

Çapraz yalnızlıklar astım göğsüme

Yollarda bir savaşçı gibi yürüdüğüm doğrudur

Gözlerle, dillerle kuşatılmış bir ülke

kalbimdir ona tek sınır

Susmayı bunun için severim bir çığlık gibi

Donup kalır sesim kendi göğünde

Onu ne anlayan, ne de duyan bulunur.

 

Yaşamım sonsuz bir hac yolculuğuna dönüşüyor burada

Kendi içimde ya da uzak yollarda

Bulduğum ve yitirdiğim bütün varlıklar

Bir mozayiğe biçim veriyorlar sessizce..

Bende dünyanın acısıyla sevinci öpüşüyor

Irmakların birleştiği o nokta benim

İtilip tekmelendiğim bütün kapılarda

Bana atılan her taş şimdi çiçek açıyor.

 

Bir gün anlarsın beni neden suskunum

Dünya içimde konuşurken böyle

Bedenimi aşıyor yorgunluğum

Karşında oturduğum masalardan dökülüp saçılıyor

Bu öyle bir çığlık ki, susuşlar kalıyor geride

Ondan öte her söz bir saçmalığı büyütüyor.

 

Adını çoktan unuttun yüzün aklımda

Ve bu şiiri neden sana adadığımı bilmiyorum

Ama her güzellik nasılsa kendi adını bulur

Bunun için ben Gül dedim sana..

Yine de bir çiçeğe bunca yağmur yağarsa

Kökleri toprağı saramaz olur

Üstüne titrediğim her şeyi yitirmeyi öğrendim çoktan

 

Söylenecek bir tek sözüm kalmazsa

Çizerim yüzünü kuşların kanatlarına

Her çırpınışta gökyüzüne dağılır

Yüzün, hücrelerine varana dek uçuşur.

 

Kağıtların aklığına aşkın tortusu çöküyor

Parklar, sokaklar, söylenmiş ya da söylenmemiş sözler

 

Yazdıkça biraz daha unutuyorum seni

Ve her yerde düş tacirleri, şiirseviciler

Bir şeyleri yorumlayıp duruyorlar aptalca

Büyüteçlerle inceliyorlar şu yitik ömrümüzü

Ben aşkın son hasatçısı, son peygamber

Gülünç, soyu tükenmiş bir varlığı oynuyorum boyuna.

 

Sana artık bir sığınak olsun bu şiir

Noterlere ver onaylasınlar – her hakkı saklıdır

Düşün, kalemimi sen tuttun yazarken

Yeni okula başlayan bir çocuğa yardım eder gibi

Öyle acemilikler yaptım ki ben

Hiç kalır bu şiir onların yanında ve

Nasıl ayaktayım diye şaşıyorum bazen.

 

Görüp göreceği son şey bu şiirdir dünyanın

Çığlığımdan arta kalan bunlar olacak

Aklımın son kırıntılarını da burada harcıyorum

Bundan böyle ibreler hep eskiye vuracak

Yakınmıyorum, yerinmiyorum hiçbir şeyle

Kalırsa odalarda unutulmuş birkaç şiir

Bir yeniyetmen in altını çizeceği dizeler benden

Senin adın nasılsa bir gün hepsini tamamlayacak…

 

BİR SORU İŞARETİ

Bir kekik kokusu tüter sabahın seherinde

Denizde bir balık kayar, bir yıldız solar gökte

Ve sabah türkü gibi yayılır

Salyangozların izleri uzar toprakta

Otların arasında gider kaybolur

Bir salyangoz kadar olamadım, der şair

Ayak izlerimi tutmayan topraklarda yürüdüm

Unutmasını bilen kadınları sevdim

Trenle geceyarısı geçilen kentleri..

Şimdi bir soru işareti gibi kaldım şu dünyada.

Dokunup yaprakların üstüne düşmüş çiylere

Uzanıp gölgesine bir portakal ağacının

Kulak vererek cırcırböceklerinin sesine

Bu şiiri uyku haliyle yazdım

Akdeniz bir çaydanlık gibi fokurduyordu az ötede

Biraz sonra kalkıp yüzümü yıkarım artık

Sonra bir kitap okurum, ya da çiçekleri sularım.

GÖÇMEN ÇİÇEK

Aykırı bir uçurumum yolunun üzerinde

Elini uzatacağın dalları yamacında saklayan

Birdenbire patlayan

Bir çığlığım sessizliğinde

Ele-güne karşı seni utandıran.

 

Yaz günü palto giyerim

Ceplerim dolu dolu şiir

Gören beni deli sanır

Adım kaçığa çıkar

keşke kaçsam

Keşke kaçabilsem şu dünyadan.

 

Aykırı bir şiirim kitabının arasında

Kargacık burgacık bir yazıyla yazılmış

Sondan okumaya başla

Nokta koy her dizenin önüne

Anlamaya calış..

 

* * *

 

Bedeninin bir noktasından dalıp

Yüreğini bulabilirim

Geceyse, başlar yastığa düşerse

Ve yorgunsa yüzün

Yıldızları soluğumla bir bir ateşleyip

Kandiller gibi başucuna koyabilirim..

Ey bütün tufanların ardında

Bulduğum dinginlik!

Göçmen çiçeği dünyanın

Kökleri ardısıra sürükleyen çılgınlık!

Madem ki yaşam bu

Madem ki taşın taş olmaktan öte

bir umarı yok

Bir türkü söyle kadınım

Yürüsün dünyaya mutluluk…

 

* * *

 

Yağiyor incecik bir yağmur dışarda

Yüzün çamurlar üstünde tüten buhur

Islak toprak kokusu

Doluyor odama

Sıkılıyorum

Kitapların üstüme yıkılacağından

Korkuyorum şimdi

Yel esiyor

Sökuyor duvardaki bir resmi

Yerine senin yüzünü koyuyor.

 

Yüzün şimdi karşımda

Yüzün akşam karanlığında

Toprağın üstüne bırakılmış

Bir demet çicek gibi parlıyor..

 

O zaman açıyorum

Bütün perdeleri

O zaman yakıyorum

Bütün ışıkları

Camları darmadağın ediyorum

Yüzünü avuçlarıma alıyorum

Alnını öpüyorum

Dünyayı öper gibi…

 

* * *

 

Sana uzanamadığım gün

Ellerim yok sanıyorum

Senin bakışlarını yakalayamadığım gün

Gözlerim yok..

O zaman bir yumruk

bütün gücüyle vuruyor

Eski bir piyanonun tuşlarına

Binlerce martı

Kayalıklara çarparak ölüyor

Ayışığı tutkal gibi

Yapışıyor pencereme

Açamıyorum perdeleri

Şiir yok artık

Türkü dindi..

 

* * *

 

Meyvelerini taşıyamayan

Ağaçlar gibiyim

Sularını taşıran ırmaklar gibi..

Bu kadar mutluluk cok bana

Onu gunlere

Onu aylara bölmeliyim

Ve bir tek gülüşünü senin

Kutlamalıyım yıllarca…

* * *

 

Sana yüregimde bir sürgün yeri

Göçüp konacak

Bir toprak yaratsam

Kadınım, sarışınlığınin bittiği anı

Gizli bir esmerliğe eklesem..

göcmen çiçek

Her yerin yabancısı

Yolların, yolların ötesinde

bize bir tek

Yarınlar kaldı

Göğün tükenip, denizin

Başladı yerde…

HAYIR HAYIR HAYIR HAYIR

 

 

 

Hayır hayır hayır hayır

 

Gökyüzünde bir çapak gibi duruyorken güneş

 

Evlerde oturmak bana göre değil

 

Elimde pergeller, gönyeler, iletkiler

 

Bir gülün hacmini ölçmeye kalktım

 

Yanıldığım kesin

 

Yenildiğim belli değil

 

Hayır hayır hayır hayır

 

Bütün şiirlerimi odanın duvarına astım

 

Ağzım kurudu tükürmekten

 

Ömrümü cm2’lere böldüm de bir türlü anılarımı yazamadım

 

 

 

Sarı peruka takmış bir acı

 

Sokaklarda sürtüyor boyuna, barlarda benim adıma beş tek bir duble konuşuyor

 

Ancak ölümle diyor, ancak ölümle sağalır yara

 

Cebimde jeton var, uluslararası

 

 

 

Sylvia Plath’ı arıyorum, mezarında buluyorum konyağını yudumlarken

 

Bana daha bir incelmiş, ne bileyim daha bir güzelleşmiş gibi geliyor

 

Thank you very much! diyorum ve jetonumun soluğu tükeniyor

 

Cüzdanımda mor bir biletten başka bir şey yok

 

Gecenin son otobüsü çoktan gitti

 

Durdum ardından baktım

 

Güneşi sabah sabah burnunu karıştırırken yakaladım

 

Ay ağlıyordu ve bilmem kaç milyonuncu kez öldüğünü sanıyordu

 

Parkta çükünden su fışkıran o tuhaf melek heykelinin önünde yüzümü yıkadım

 

Kar yağıyordu usul usul

 

Hayır hayır hayır hayır

 

Paltomun yakasını bir daha kaldırdım, atgözlüğü gibi

 

Yalnızca önümü görmek istiyorum artık

 

 

 

Kızılay’dan Ulus’a doğru yürürken yolda Pink Floyd için üç şarkı sözü yazdım

 

Küllerini suyla yoğurup bir hamur yapmak istedimse de boşuna

 

Doymadı karnım

 

Radikal takılıyorum son günlerde

 

Ultra-yalnızlık sokağından geçtiğimden beri

 

Dün annemin aynasına bir boyunbağı astım

 

Ve üstüne yapıştırdım on yıl önceki resmimi

 

Bu kadar bendeki nostalji

 

Hayır hayır hayır hayır

 

İpsizin biriyim, doğru

 

Kendime oniki formalık kara bir defter aldım

 

Oturdum sarı şiirler yazdım

 

Artık bana kim inanır

 

Güneş ve ay yerli yerinde duruyorken

 

Ve ben sonsuza dek kova burcunun çocuğu

 

Sanki bir yağmur yağsa oluklardan gök boşanır

 

Yüzüme öyle dönüp dönüp bakma

 

Bana artık herşey yakışır

 

Terzim dünya çünkü, o ki kimlere neleri yakıştırdı

 

günlerini ölüme teğelledi

 

ölümlerini unutuşa kopçaladı

 

 

 

Hayır hayır hayır hayır

 

Duymak istemiyorum artık tek sözcük bile

 

Niye ben, neden, böyle mi olmalıydı

 

Aklımı her hafta temizleyiciye vermek

 

Aç karnına yuvarlamak binlerce birayı

 

Niye ellerim ceplerimde hala

 

Niye bir yumruk durumunda değil

 

Dünyada bir tek insanın bile

 

Kuracağı bir şeyler vardır

 

Hayır yaşam hayır ölüm hayır su hayır toprak

 

Hayır hayır hayır hayır

 

Çok mürekkep yaladım

 

ama tükürüyorum burada hepsini

 

 

 

Bütün sözcüklerini

 

Okuduğum kitapların

 

Yazdıklarımınsa arasından bilmem ne kalır

 

Aynalarda her sabah her sabah

 

O cam kırıklarından oluşmuş yüzü görmekten bıktım

 

Hiç değilse elişi kağıtlarım olsaydı

 

İpsiz uçurtmalarım

 

Göğe fırlatılan bir naylon tabak gibiyim

 

Ve kendi kollarıma atılıyorum her keresinde

 

Hayır yalnızlık hayır kimsesizlik hayır sıla hayır gurbet

 

Hayır hayır hayır hayır

 

Gezinip dururum yıllardır

 

Koltuğumun altında

 

Radarlardan kurtulmuş üç beş kitap

 

İyi demlenmemiş bir çay gibi kaldım

 

Kırdım dolduğum tüm fincanları

 

Bana iyilik edenlerin yüzüne tükürdüm

 

Ve sevdim düşmanlarımı

 

(Atılan güller solar, geride hep taşlar kalır)

 

Hayır hayır hayır hayır

 

Ne saptan yanayım şimdi ne de baltadan

 

Kırdığım ceviz sayısı kırkı geçmedi daha

 

Ama hiç değilse az kaldı

 

Hele bir geçsin

 

Olurum iyi bir aile babası

 

Hayır akşam hayır yol hayır otobüs hayır ev

 

Hayır hayır hayır hayır

 

 

 

Ölüm ki ancak bir başka ölümle yıkanır

 

Teneşirler bu yüzden hep beyaz kalır

 

Kandan, pıhtılaşmış kandan bir anıt yükseliyor önümde

 

Gece artık bütün günü içeriyor

 

Ve ben umutsuzluk hakkımı elimde tutmak için

 

Bir sürü saçmalık yapıyorum

 

Bay garson, sizden özür diliyorum

 

Dmek saat 0.2, demek ki servis çoktan kapandı

 

Bahşişin güneş olsun iyi mi

 

Hayır hayır hayır hayır

 

Toprakta yaralar açıyor her damla yağmur

 

Kovulacak bir kapı daha bulmak için

 

Yangın merdivenlerine tırmanıyorum ben

 

Annem niye böyle uzakta oturuyor

 

Ve otobüsler niye bu kadar erken

 

Geçip gidiyorlar ufkumdan

 

Şöförleri ölü, yolcuları uykusuz

 

Her gece oniki kilometre yürüyorum

 

Köstekli saatimi rehin bıraktığım için

 

Hayır hayır hayır hayır

 

Kardeşler, bu dünya bana göre değil

 

Kötü basılmış bir kitap gibiyim

 

Çamur duygusu veriyorum okuyana

 

Elimde bir gümüş zincir

 

Alnımda bir derin leke

 

Kar mı yağmur mu ne yağdığını bilmediğim bir gecede

 

Ey hayat, seni sevdiğim için özür diliyorum

 

Duruyorum önünde, düğmelerim ilikli, aklımın ipleri çözük

 

 

 

Hayır hayır hayır hayır

 

Yazmak umurumda bile değil

 

Okumak da bir rastlantıdır artık

 

Annem üzümlü kek yapıyor mutfağında

 

Karım akvaryumdaki balıklarla oynuyor

 

Okul-aile birliğinden gelen bir yazıyı okuyorum bense

 

Çiçekler bile sulanmaktan bıktılar

 

Ellerim titriyor, neden bilmem

 

Belanı mı arıyorsun be adam!

 

Böyle diyor kimi görsem

 

Ne yapsam yağmurdan kaçırılmış bir şemsiye kadar saçma kalıyorum şu dünyada

 

Bütün insanlar tutuklanır sanıyorum

 

Ellerimi göğsümde kavştursam

 

Güneşi masturbasyon yaparken yakalıyorum o an

 

Hayır hayır hayır hayır

 

Ey hayat

 

Başımda lacivert berem

 

Önümde konyak durur

 

Beni oğlum, beni oğlum diye

 

Saracaksın ne zaman

 

Radikal bir çiçeğim ancak kendi saksısında açan

 

 

 

Annesini seven

 

Oğlunun okul taksitlerini ödemeye hazırlanan

 

Karısını ancak barışırken görebilen

 

Böyleyim, sulak toprakta gövermeyen tek ekin

 

Bilmem bir yerde durur muyum, durulur muyum

 

Alnıma dövülürse kara bir yalnızlık gibi ölüm

 

Arkamdan üç kulfallahi bir enam okunsun

 

Sonra naaşım Tekel kibritiyle yakılsın

 

Nasılsa gözyaşları söndürür

 

Hayır hayır hayır hayır

 

Bırakmayın, beni ölüm götürür…