Menüler kısmından ayarlayınız.

Hikayeleri-Suskun Âbit…

Suskun Âbit Hikâyesi

Mısır’da biri vardı. İyi huyluydu ama eski püskü giyinirdi. Epey zamandır hiç konuşmadığı için ülkede suskunluğuyla meşhur olmuştu. Birçok akıllı in­san, uzak-yakın demeyip yanına gelir, pervane misali etrafında dönerek ondan nur umardı. Bu mübarek zat, bir gece; “Kişi, dilinin altında gizlidir.” diye dü­şünüp o günden sonra konuşmaya başladı. Çok geçmeden dost-düşman her­kes, Mısır’da ondan daha zırcahil biri olmadığını anladı. Neyse kısa zamanda adamın huzuru kalmadı, hali perişan oldu. Mısır’dan uzaklaşıp başka mem­lekete gitmekte buldu çareyi. Ayrılırken oturduğu mescidin kemerine şunları yazmıştı; “Ah keşke; aynada kendimi görseydim de, yüzümü örten şu perdeyi cahillikle yırtmasaydım. Kendimi güzel yüzlü sandım ve perdeyi açtım. Aman Allah’ım, bir dene göreyim! Meğer ben gerçekte çok çirkin biriymişim.”

Az konuşanın sesi, şöhret olur. Konuşursa değeri, şöhreti kalmaz. O za­man kaçmalı bu yerden. Ey akıllı insan; sükutun, vakarındır! Ve sen ey cahil; sükut, cehaletini örten perdedir! Şimdi de sana söylüyorum ey insan; eğer bilgiliysen, saygınlığını yitirme; yok eğer cahilsen| perdeni çekip yırtma! Gön­lündeki sim, hemen gösterme. Bunu ne zaman istersen, gösterebilirsin. Sır­rın ortaya çıktıktan sonra gizleyeceğim diye boşuna uğraşma. Ucu, bıçakla ke- silmedikçe yazmayan o kalem, sultanın sırlanın ne de güzel sakladı. Hayvan, susar, insan, konuşur. Ama gel gör ki; saçma sapan konuşanlar, hayvanlardan daha aşağılıktır Kişi, ya insan gibi akıllı uslu konuşmalı ya da hayvan gibi susmalı. Ademoğlu, aklı ve nutkuyla meşhurdur. O halde sen de, dudu gibi ko­nuş ve fakat onun kadar bilgisiz olma!

 

Dayak Hikâyesi

Biri, kavga sırasında kötü sözler edince oradakiler hemen üzerine atlaya­rak yakasını yırtıp ensesine okkalı tokat indirdikten sonra çekip gittiler. Ada­mın üstü başı paramparçaydı. Oturup ağlamaya başladı. Sesleri duyan gün görmüş bir zat, yanına gidip ona şu öğüdü verdi; “Hey kendini beğenmiş uka­la! Ağzın gonca gibi kapalı olsaydı, gömleğin böyle gül gibi kızarmazdı.”

Evet, ahmaklar, işte böyle saçma sapan konuşurlar. Dışı gürültülü ama içi boş tambura benzer öylesi insanlar. Baksana be adam; ateş de tümüyle dil­dir fakat azıcık su ile bir anda harareti diniverir. İnsan hünerliyse sussun; za­ten hüneri, onu konuşur. Güzel kokun varsa, konuşma. Güzel koku kendini belli der zira. Bırak elindeki madenin ne olduğuna, mihenk karar versin. Bu yüzden dedikoducular; “Sadî; iyidir, hoştur ama sıcakkanlı olmadığından in­san içine çıkmaz.” diye söylenir durur. Evet öyleyim. İsterlerse derimi yırtsın­lar, ahmakların kafamı patlatmasına razı değilim.

 

Ayıptan Dil Çekmek

Ey akıl sahibi, yiğit gönüllü kişi; ister iyi olsun, ister kötü, kimsenin ar­dından fena sözler söyleme! Yoksa kötülüğü kendine düşman edersin, iyiyi de kötü yaparsın. Kim, sana; “Filan kişi, kötüdür.” derse, bil ki kendi ayıbım söy­lemektedir. Filan kişi hakkında yapılan zan, ispata muhtaçtır. Ama söyleyenin kötülüğü açığa çıkmıştır. Başkalarının kötülüğünden bahsettiğin takdirde, sö­zün doğru olsun diyelim ama bu kez de sen kötü sayılırsın.

 

Mergaz’lı Divane Hikâyesi

Mergaz’lı bir divane, öyle bir söz söyledi ki hayretten dudağını ısırırsın; “İnsanların ardından gıybete başlasaydım, işe ilkin annemle başlardım. Zira akıl ve irfan sahibi insanlar, sevabın anaya bağışlanmasının daha hayırlı oldu­ğunu bilirler.”

Ey güzel huylu dostum! Kaybolan arkadaşın şu iki emaneti, arkadaşları­na haramdır: Biri, bıraktığı malı haksızca yemek; diğeri, ardından gıybet et­mek. Yanındayken başkalarını çekiştiren alçak herifin, başkalarının yanındayken seni iyi anacağım sanıyorsan aldanıyorsun. Dünyayla değil de sırf kendi­siyle meşgul olan kimse, bence âlemin en akıllı kişisidir.

 

Gıybeti Caiz Olanlar

İşittim ki, üç kişinin ardından gıybet etmek caizdir. Dördüncüsü yoktur. İlki; halkın kalbini inciten, halka zararı dokunan ve halkın ayıpladığı yolu tu­tan padişahtır. Bu tür padişahların şerrinden kurtulmak ve zulmünü başkalarına haber vermek amacıyla ahali arkasından konuşabilir. İkincisi; hayasız in­sandır. Bunların ayıplarını örtmek doğru olmaz. Zaten kendi perdelerini yine kendileri yırtımışlardır. Bu tür arsızları koruma; varsın, havuza düşsün. Diye­lim ki kurtardın onu havuzdan. Bu kez de çok geçmez ötedeki kuyuya bıra­kır kendini. Bu kadar laf anlamaz, ahmak insanlardır. Üçüncüsü; bozuk terazi kullanan sahtekârdır. Bu yalancıların hile ve kötülükleri hakkında ne biliyor­san söyle ki, başkaları da aldanmasın.

 

Sofu ile Gammaz Hikâyesi

Birisi, gönlü saf ve güzel huylu sofuya sordu; “Filandı adam, senin ardın­dan ne söyledi, biliyor musun?” Bunun üzerine-sofu, hemen ellerini dudağına götürüp cevap verdi; “Aman kardeşim, ne olursun sus! Çünkü düşmanın ne söylediğini bilmemek, daha iyidir.”

Düşmandan söz getiren, ondan daha düşmandır. Düşmanı dost belleme- yense, onun sözünü dostuna taşımaz. Ey gammaz! Duyduğumda tir tir titreye­ceğim kötü sözü düşmanım bile yüzüme karşı söyleme cesaretini gösteremez­ken; sen, bana ondan daha düşman kesilip; “Düşmanın senin hakkında gizli­ce şöyle dedi.” diyerek söz taşımaya utanmıyor musun?

Söz getirip götürenler, eski kavgaları tazelerler. Yumuşak huylu insanları bile çileden çıkarırlar. Uyuyan fitneye; “Ne yatıyorsun, kalksana!” diyen arka­daştan kaçabildiğin kadar kaç. Birinden, diğerine söz taşıyarak fitneye sebep olmaktansa, bırak ayakların zincirle bağlı kalsın, daha iyi. Kavga, iki kişi ara­sında parlayan ateş gibidir ve gıybetçi, bu ateşi daha da alevlendirmek için ha- bire odun taşıyan oduncuya benzer.

 

Bilge Vezir ile Gammaz Hikâyesi

Feridun’un herkesçe beğenilen, günlünün saflığı ve uzak görüşlülüğüyle övülen bilge bir veziri vardı. Her işinde önce Allah’ın rızasını gözetir, padişa­hın fermanını ondan sonra düşünürdü. Kötü niyetli, alçak bir memur; “Mem­leket idaresinin icabı budur, hâzineyi çoğaltmak gerekir.” diye halka yeni sal­gınlar ve vergiler yükleyip onlara habire eziyet ediyordu. Padişahın rızasını korumazsan, bizzat padişahın elinden zarar görürsün. Bir sabah, ahaliden biri, padişahın huzuruna çıktı ve uygun bir dille; “Gününüz huzur içinde geçsin, Allah bütün arzularınızı gerçekleştirsin!” diye sultana dua edip ardından ha­cetini söyledi; “Padişahım, bir maruzatım var. Ancak bunu garez olarak değil de nasihat olarak kabul ediniz ve lütfen sözümü kesmeden dinleyiniz. Padişa­hım; veziriniz, gizli düşmanımızdır. Çünkü büyüğünden küçüğüne kadar or­dunuzun bütün askerlerine borç para veriyor ve yüce padişahımız ne zaman ölürse o vakit ödersiniz diye onlara şart koşuyor.

Ve böylece bu kendini be­ğenmiş adam, parası pulu yanmasın diye sizin ölmenizi istiyor.” Adamı sabır­la dinledikten sonra padişah, derhal çağırtıp devleti elinde tutan vezire hışım­la bakarak; “Karşımda dost gibi görünüyorsun ama içinden kötülüğümü isti­yorsun, niye?” diye ona hesap sordu. Padişahın ani çıkışma bir anlam vereme­yen vezir, tahtın önünde yer öperek konuştu; “Ey iyi adı cihanı kuşatan padişahım! Mademki sonlunuz, saklamak doğru olmaz artık. Bütün cihan, benim gibi iyiliğinizi istesin, adınızı hayırlı ansın diye yaptım bunu. Paramın vadesi olarak sizin vefatınızı şart koştum ki; borçlular, benden korktukları için, uzun ömür sürmenizi isteyeceklerdir.

Bilirsiniz, borç ödemek insana ağır gelir ve herkes borcunun vadesinin uzamasından hoşlanır. Bu yüzden ne kadar borç­lu varsa, hepsi bir ağızdan; “Aman ulu padişahımız ölmesin, hayırlı ve uzun ömürler sürsün ki, şu borcun vadesi hiç bitmesin.’ diye dua ederler. Halkı­nızın samimiyet ve niyazla, ömrünüzün uzun olması için dua etmelerini siz de istemez misin? Erenler, duayı ganimet sayarlar. Çünkü dua, kaza okunun önünde zırhtır, kalkandır.” Vezirin bu bilgece sözleri, sultanın çok hoşuna git­ti. Yüzünün gülü, taptaze açıldı. Vezirinin şan ve şerefini yüceltti. Gammaza gelince; onu öyle bir cezalandırdı ki, adam bir daha konuşamaz oldu.

Ben gammaz kadar başı dönmüş, talihi ters, uğursuz adam görmedim. Cehaleti ve kafasızlığı yüzünden iki dostun arasına nifak sokar. Sonra o iki dost, işin içyüzünü anlar ve gönüllerini hoş tutarlar. Olan ara yerde gamma­za olur. Rezil-rüsvay halde herkese mahcup olur. İki kişi arasında ateş yakıp da ortada kendini yakmak akıl kârı değildir. Yalnızlığın zevkine varanlar, Sadî gibi, her iki âlemden de dillerini çekmiş olanlardır. Faydası olacağına inandı­ğın sözü söyle; varsın, kimsenin hoşuna gitmesin. Bugün sana kulak verme­yen, yarın adamakıllı pişman olacak ve; “Eyvah, ben o doğru sözü niye dinle­medim ki!” diye hayıflanıp feryat edecek.

 

Kadınların İyi ve Kötü Huyları

Allahtan korkup söz dinleyen güzel kadın, yoksulu padişah yapar. Dos­tum; yanında uygun bir sevgilin varsa git, kapında beş kere nöbet tut! Bütün gün kaygı çeksen bile kucağında bir dert ortağın varsa, hiç korkma, Çünkü Yüce Allah; evi mamur, karısı dost olanlara esirgeyerek bakar. Kadın, hem gü­zel ve hem de namusluysa; kocası, ona baktıkça kendini cennette bilsin Kalbi, eşinin sevgisiyle dolup taşan kişi, dünyada gönül dileğine kavuşmuş demektir. Kadın namuslu ve tatlı dilliyse, onda güzellik ve çirkinlik arama. Ahlakı güzel olan kadın, varsın çirkin olsun, ne önemi var! Zira onun güzel ahlakı, bütün kusurlarını örter. Çirkin ve fakat iyi huylu kadın, peri yüzlü ama çirkin huy­lu kadından daha hayırlıdır. İyi huylu kadın, kocası sirke getirse, helva niyetine yer. Kötü huylu kadın ise, kocasının getirdiği helvayı suratını sirke yaparak beğenmez. Kocasının iyiliğini isteyen kadın, eşinin gönül eğlencesidir. Huysuz kadınlara gelince, Allah bizi, bu gibilerin şerrinden muhafaza etsin!

Dudu bile karga ile beraber olunca kafesten kurtulmayı kendine ganimet bilir. Eşin, karga gibi olursa; ya al başını git ya da otur, her türlü zahmete kat­lan, dur. Dar pabuç giymektense, yalınayak gezmek iyidir. Bunun gibi, evde kavga etmektense, yolculuk belasına katlanmak gerekir. Evinde çatık kaş gö­receğine; git zindanda uyu, daha güzel. Evinde yaramaz karısı olan koca için seyahat, bayram demektir. Eğer bir evden kadının sesi yüksek çıkıyorsa, o evde huzur ve mutluluk arama. Kadın çarşıya, pazara izinsiz çıkıyorsa onu uyar. Söz dinlemiyorsa, hafifçe döv. Yine de söz geçiremiyorsan; sen, kan gibi evde otur; o, erkek gibi gezsin dolaşsın.

Kadın, erkeğinin sözünü dinlemiyorsa ona erkek denmez. Bu yüzden ona kadınların giydiği mavi entari giydirilmelidir. Câhil ve hâin kadını alırsan, kan değil, başına bela almışsın demektir. Kadın bir parça arpa için hıyanet ettikten sonra, sen buğday ambarını gözünden çıkar. Karısının eli ve kalbi doğru olan erkeğe, Allah’ın lütfü geniş ve sınırsızdır. Kadın, yabancıların yüzüne gülüyor­sa, kocasına; “Artık sakın erkeğim deme!” diye söyle. Kadının gözü, yabancıla­ra karşı kör olmalı ve evden çıktığında doğruca mezarlığa varmalı. Küstah ka­dın, kaşlarına rastık çekecek olursa ona; karalı elleriyle kocasının yüzüne allık sürmesini söyle. Her şeye rağmen baktın ki kadın hâlâ evinde durmuyor, artık o evde durman akıl kârı değildir. Uygunsuz, iffetsiz kadının elinden timsahın ağzına kaç. Çünkü namusunla ölmek, namussuzca yaşamandan daha hayırlı­dır. Yabancıların yanında karına yüz verme sakın. Eşine sözünü geçiremiyor­san şayet, rolleriniz değişir ve sen, kadın olursun; o ise, erkek…

Sözün özü; iyi huylu, güzel kadın; huzur, ikbal ve mutluluk demektir. Öylesini asla bırakma. Kötü huylu, çirkin kadına gelince; bırak, gitsin.

 

Çocukların Terbiyesi

Çocuk, on yaşını geçince ona namahremlerinden uzak durmasını söyle. Pamuğun yanında ateş yakmak doğru değildir. Sonra, sen göz yumup açınca- ya kadar evin pamuk gibi yanıp tutuşur. Adın yerinde kalsın dersen, çocuğu­na akıl ve marifet öğret. Çocuğuna yeteri kadar terbiye, hüner ve marifet ve­rememişsen, ölümünden sonra yerine adam bırakmamış olursun. Babası, oğ­lunu nazlı büyütüyorsa, vay o çocuğun haline! Yarın babasız kaldığında epey sıkıntı, eziyet çekecek desene! Bu yüzden çocuğunu akıl ve takva sahibi biri olarak yetiştirmeye gayret et, onu seviyorsan nazlı alıştırma. Henüz küçükken okut oğlunu ve yeri geldikçe yumuşak bir dille azarla. Yaptığı iyilikleri ödül­lendir, kötü yönlerini uyar. Okula yeni başlayan öğrenciler için; “Aferin, ne güzel, çok iyi!” demek, hocanın azar ve korkutmalarından iyidir. Karun ka­dar hâzinen bulunsa bile, evladına sanat ve hüner öğret ki, sayende altın bile­zik kazansın.

Ne bileceksin, feleğin ters dönüşü onu belki diyar diyar gezdirecektir, Elindeki varlığa güvenme; gün olur bu servet yitebilir. Çocuk, bir sa­nat edinmişse, kimseye el, avuç açmaz. Keseler dolusu altın, gümüş biter de, sanatkârın kesesi hiç boş kalmaz. Hocanın çevrini çekmeyen çocuk, feleğin çevriyle perişan olur. Oğlunu hoş tut ve rahat ettir ki; onun bunun eline gö­züne bakmasın. Eğer baba, çocuğuyla ilgilenmezse; onunla başkası ilgilenir ve çocuğu baştan çıkarır. Daha yüzünde tüy bitmeden ahlaksızlık yapan çocuk, ne kötüdür! İçki meclisinde oturan çocuğa da yazıklar olsun ki; henüz hayat­tayken babasını zillet ve utançtan öldürmüş olur. Çocuğunu dindar, namus­lu, bilgili hocaya ver ki iyi yetişsin. Eğer hocası kötüyse, çocuğun da onun gibi mutsuz, yaramaz ve kötü olur.

Bilmiyor musun; Sadî, henüz ovalar geçmemiş, denizler aşmamışken mu­radım nerden buldu? Dur ben, sana söyleyeyim. Çocukluğunda iyi hocalardan ders aldı, yeri geldi tokat yedi ve nihayet Allah büyüklüğünde sefa verdi.

Büyüklerin buyruklarına boyun eğenler, çok geçmez buyruk sahibi olurlar.