Menüler kısmından ayarlayınız.

Hikayeleri-Kanaat…

Kanaat

Yüce Allah’ın verdiği talihe, rızka kanaat etmeyen kimse; onu bilmemiş, ona ibadet etmemiş demektir. Dünyayı dolaşan o hırs azgınına söyleyin; asıl zenginlik, kanaattir. Ey yerinde durmayan, kararsız adam, sakinleş biraz! Yu­varlanan taşın üzerinde ot bittiği nerede görülmüş. Eğer azıcık aklın ve mantı­ğın varsa vücudunu aşın besleme. Zira aşın beslemekle onu mahvedersin. Sırf vücutlarını besleyenler, hünerlerini aç bırakırlar. Bu yüzden akıllı insanlar vücutları yerine hünerlerini beslemeye bakarlar. Sadece yiyip içip yatmak, vahşi hayvan işidir; onu örnek atanlarsa, ancak ve ancak akılsız kişilerdir. Adam ol­mak isteyen, önce nefsinin köpeğini sustursun. Bir köşeye çekilip de marifet gıdasını temin eden bahtiyar kimseye ne mutlu!

Kendilerine hak sim açılanlar, bâtılı, hakka tercih etmediler. Nuru, karan­lıktan ayırt edemeyenlerin nazarında şeytanın suratıyla hurinin yüzü aynıdır. Ey nankör, kanaatsiz kişi! Sen de kuyuyu, yoldan ayıramadığın için, bak işte kendini kuyuda buldun.

Kanadına hırs taşı taktığın doğan, göklerin yücesine çıkabilir mi? Ama onun eteğini, şehvet pençesinden kurtarırsan, ta sidretü’l-münteha’ya kadar uçabilir. Normalden az yiyen insan, bu sayede meleğe bürünebilir. Midesini tıka basa dolduran yırtıcı aslan, meleğe nasıl yetişir; yerden, göğe uçulur mu hiç!

Ey kanaatsiz kişi! Sen önce insan olmayı öğren, ondan sonra melek huylu olmayı düşün. Say ki at üstünde, köprüden geçiyorsun. Dikkat et de; at, em­rinden baş çevirmesin. Eğer dizginini elinden koparırsa, kendisi öldüğü yet­miyormuş gibi senin de kanma girer. Adam olmak istiyorsan eğer, yemeği ölçülü ye, karnım tıka basa doldurma. Karnını bu kadar doldurduktan sonra; adam mısın, küp müsün, kim bilecek! İnsanın içi; gıda, zikir ve nefes yeridir. Sen onu sırf ekmek teknesi mi sandın. Hırsla kaplı olan yere, Allah’ın zikri sığ­maz. Bırak zikri, nefes bile orada zar zor barınır.

Can besleyenler, midesi dolu olanın hikmetçe boş olduğunu bilmez. İn­san; iki gözle tek kama sahip olduğu halde bir türlü doymak bilmez. Şu bük­lüm büklüm bağırsak bırak boş kalsın, senin için daha iyi. Hani ateşe atacak şeylerle cehennemi doldururlar da; o, hâlâ; “daha yok mu?” diye bağırır ya; işte bu da, onun gibi…

İsa, zayıflıktan ölüyor, sen ise eşeği beslemenin derdindesin! Be soysuz nankör; din karşılığında dünyayı satın almak da, ne! Görmüyor musun; kurt­ları da, kuşları da tuzağa düşüren hep o doymak bilmez kursakları, kör bo­ğazlarıdır. Vahşi hayvanların karşısında boyun eğmeyip dimdik duran kaplan, sırf boğazı yüzünden, fareler gibi tuzağa düşer. Eğer sen de, fare gibi ekmeğini, peynirini yediğin kimsenin kapanma düşersen; onun iğnesiyle okunu yersin.

 

Açgözlü Sofu Hikâyesi

Bir sofunun dinarı vardı ve kamı çok açtı. Dayanamadı, onunla midesini tıka basa doldurdu. Dostlarından biri, gizlice sordu; “Dinarı ne yaptın?” Sofu cevap verdi; “Kamımı doyurdum. Ne ki gözüm hâlâ aç.”

Gıda gerek lâtif olsun, gerek şöyle-böyle, ele geçince, hemen tatlı tatlı ye­nir. Oysa akıllı insan ancak uykunun kemendine zorla bağlandığında başını yastığa koyar. Bunun gibi, söz de, yeri gelince söylenmelidir. Baktın ki meydan yok, topunu sakla. Konuşurken ölçüye dikkat et. Kararında, kıvamında olsun sözlerin. Ne gereğinden fazla, ne de az; adımlarını uygun at. İsteksizken, şeh­vete meyletmek; bile bile kendi kanını akıtmak demektir.

Yürü, kalbini temiz tut sen. Midenle uğraşma, onu yalnız toprak doyurur.

 

Ziyafet Hikâyesi

Adamın birinin, soğandan başka yiyeceği yoktu. Başkaları gibi azığa da sahip değildi. Bir gün birisi gelip ona müjde verdi; “Hey dünyanın maskara­sı, falanca yerde ziyafet var, git oradan nasiplen!” Adam durur mu hiç! Eteği­ni beline dolayıp kollarını sıvazladığı gibi hemen ziyafet çekilen yere gitti. Bir kalabalık, bir patırtı ki, sormayın gitsin! Zavallının o kalabalıkta elbisesi yırtıl­dı, bu da yetmezmiş gibi kolu kırıldı. Zavallı adam bir yandan kan ağlıyor, bir yandan söyleniyordu; “Kendim ettim, kendim buldum. Hırsa kapılan açgözlü insan, belasını işte böyle bulur. Bundan sonra evimden, soğanımla ekmeğim­den asla ayrılmayacağım.”

Kendi elinle yediğin arpa ekmeği, kerem sahiplerinin sofrasındaki nefis yemeklerden daha lezzetlidir. El-âlemin sofrasını gözleyen o açgözlü, aris, dûn gece ne kadar mustarip yattı, duymadın mı?

Arkadaş; bal diye peşine düştüğün arının iğnesine dayanmalısın. Böyle yapmaktansa elindeki pekmezle yetin, daha iyi! Yüce Allah, kısmetine razı ol­mayan kuldan hoşlanmaz.

Diş Çıkaran Çocuk Hikâyesi

Birinin çocuğu diş çıkardı. Babası, başını eğip derin düşüncelere dal­dı; “Şimdi bu çocuğun ekmeğiyle katığını nereden bulacağım? Bulamazsam, adamlığıma yakışmaz.” Karısı, bu sözleri duyunca erkekçe konuşmaya başla­dı; “Efendi, vesveseye kapılma ki, şeytan kahrından gebersin. Derin düşünce­lere dalmanın âlemi ne! Dişi veren Allah, elbet ekmeği de verir.”

Âleme rızık veren Yüce Allah, her şeye güç yetirendir. Çocuğun rızkı da ona aittir. Ana karnında çocuğa şekil veren, onun ömrünü de, rızkını da yaz­mıştır. Köleyi satın alan bir efendi ona baktıktan sonra, köleyi yaratan Yüce Al­lah neler yapmaz ki! Arkadaş, ne yani! Kulun, efendisine duyduğu güven ka­dar, Yüce Allah’a güvenmeyecek misin? ,

 

Akla, İyiliğe, Saltanata ve İnsana Dair

Cömert insan zaten kemal sahibidir. Altını yoksa bu, onun için noksan­lık sayılmaz. Ekmek bulamadığı zamanlarda bile eli-bol kimsenin, gönlü eski­si gibi zengindir. Ama isterse Karun kadar zengin olsun, alçak adamın huyu değişmez. İyilik, tarlaya; para, ekine benzer. Sen cömert ol ki, tarlan ekinle ta­mamlansın. Topraktan insan yaratan Yüce Allah, insanın iyilik ve cömertliğini asla unutmaz. Paranın saklamakla artacağını sanıyorsan aldanıyorsun. Çünkü durgun su, fena kokar. İyilik yapmaya gayret et sen. Zira iyilik bulutlan, yal­nız akarsulara yardım eder. Değersiz insanlar, makam ve mevkiden düştüler mi, bir daha da toparlanamazlar. Sen değerli bir cevhersen, gam yeme; zaman, seni zayi etmez. Yere düşen keseye, kimsenin baktığını görmezsin. Fakat ma­kasın ağzından bir zerre altın düşecek olsa, herkes onu mumla arar. Taştan, sırça çıkarırlar da, aynayı pas içinde hiç bırakmazlar. İnsana hüner, fazilet, din ve kemal gerek. Makam, mevki, para ise gelip geçicidir.

 

 

Sûkûtun Fazileti

Dağın yaptığı gibi ayağını, eteğine çekersen; başın, göklerden daha yük­sek olur. Ey çokbilmiş; tut dilini! Çünkü yarın, dilsizlerden hesap sorulmayacaktır. Sırrın, inci kadar değerli olan hakikatini bilenler, ancak sedef gibi ağız­larını açarlar. Çünkü inciyi sadece sedef kapar. Çok söyleyenin kulağı tıkalı olur. Nasihat de yalnız susana fayda verir. Nefes nefese konuşacaksan, kimse­nin sözünden tat alamazsın. Düşüncesiz sözler sarf edilmemeli. Ölçmeden bi­çilmemek. Yanlışı, doğruyu iyice tarttıktan sonra söyleyenler, hazırcevap her­zevekillerden daha üstündür.

Söz, insanın nefsinde olgunluktur; sözünle, kendini küçültme. Az ko­nuşan, hiçbir zaman mahcup olmaz. Azıcık misk, bir yığın çamurdan iyidir. On adamlık konuşan cahilden çekin. Bilge gibi az ama öz söyle. Cahilin attı­ğı yüz ok da hedefini bulmaz. Fakat akıllı öyle mi, bir okla hedefini tutturur. İşte sen de ok attığında böyle davran. İnsan, duyulduğu zaman yüzünü sarar­tacak sözü neden gizlice söyler! Duvar önünde çok gıybet etme. Belki arka­sında seni dinleyen biri vardır. Gönlün içi, sırlarla kapalı kale gibidir. Dikkat et de, kapısı açık kalmasın. Mum, dili yüzünden yanar. Bunu bilen âlim, ağ­zını kapalı tutar.

 

Tekiş Hikâyesi

Sultan Tekiş sırlarından birini kölelerine açmış ve; “Sakın bunu kimse­ye söylemeyin!” diye onlara sıkı sıkıya tembih etmişti. Kalpten ağza bir yılda çıkan bu sır, bir günde cihana dağılıverdi. Padişah, kölelere merhamet etme­den derhal celladına emretti; “Vur şunların boyunlarım!” Kölelerden biri, he­men aman diledi; “Padişahım, bizim gibi zavallı köleleri öldürme! Günah, şe­nindir. Bu sözü henüz pınar gözü iken tıkamalıydın. Sel haline geldikten son­ra deliği tıkamaya çalışıyorsun ama nafile!”

Arkadaş; kimseye açma sırrını. Zira o da başkalarına açabilir. Mücevherle­ri, hazinecilere teslim et; sırrım da kalbine. Çıkmadığı müddetçe söze sen ha- kimsindir. Çıktığı an; o, sana hakim olur. Söz; gönül kuyusuna atılmış, ora­da bağlı tutulan devdir. Damağına ve ağzına çıkmasına izin verme sakın. Zira dev, kafesten kurtulunca kimsenin la-havle çekmesiyle geri dönmez, bunu bi­lirsin. Her ne kadar tutsak deve yol vermek mümkünse de, hileyle onu tek­rar yakalamak mümkün değildir. Rüstem’in atı olan Rahş’ın bağını bir çocuk dahi çözer. Ne ki, yüz Rüstem de bir araya gelse, onu kemende getiremez. Du­yulduğunda, başkasının başını belaya sokacak sözler söyleme. Cahil bir köy­lüye, bak karısı ne güzel söylemiş; “Ya bilerek söz söyle, ya da sus!” Duyma­ya tahammül edemeyeceğin şeyi, kendin de söyleme. Arpa ekilirse buğday bi­çilmez. Brahman’ın biri, ne de hoş söylemiş; “Herkesin itibarı, kendi derece-sindendir.”

Oyuna çok dalma sakın yoksa kendi kıymetini düşürürsün. Çok sert ve acımasız olursan, kaçarlar senden. Haddinden fazla yumuşak ve merhametli olursan, tepene binerler bu kez. Ne çok sert, ne fazla yumuşak; ne hiç acıma­sız, ne hep merhamet; her şey ölçüsünde ve kararında güzeldir.