Menüler kısmından ayarlayınız.

Hikayeleri-Arifin Sırrı…

Arifin Sırrı

Arkadaş, anilerin sırana-dair bir başka Hikâye daha anlatayım sana. Şöy­le ki; bazı rivayetçiler Hatem-i Taiiçin sağırdı derler. Ama sen inanma. Bir seher vakti, sineğin biri örümcek ağına takılıp vızıldamaya başlamıştı. Örüm­ceğin zayıf görünüp susması sırf hiledir. Sinek onun ağzını bal sanmıştı ve fa­kat o ağız aslında gizli bir tuzaktı. Hatem, ibretle baktı ve; “Ey hırs tuzağı­na tutulan, tahammül et. Çünkü her yerde bal, şeker olmaz. Aksine, çok yer­de ağlar, tuzaklar bulunur.” dedi. Orada bulunan aklı başında biri, hayret di­liyle Hatem’e sordu; “Yahu bizim bile zor duyduğumuz sinek sesini sen nasıl anladın ey Allah dostu? Sinek sesini fark ettiğine göre sana sağır demek doğ­ru olmaz.” Bunun üzerine Hatem, adamın şaşkın yüzüne bakarak tebessüm etti ve; “Ey ince zekalı dostum! Bâtıl, boş söz duymaktansa sağır olmak daha iyidir. Mesela benim yanımda bulunanlar ayıplarını örtmek için beni methe­derler. Ama onlar aslında bana iyilik yapmıyorlar. Tam tersi; kötü tabiatlarımı sakladıkça bir gün gelir, gururum beni alt edebilir, nefsime yenilebilirim, onlar bunu hiç düşünmüyorlar. İşte sırf bu yüzden sağırmış gibi davranıyo­rum. Meclistekiler de beni sağır bildiklerinden iyi kötü neyim varsa söylüyor­lar. Ben de bu söylenenleri dikkate alarak fena hareketlerden eteğimi çekiyo­rum.” diye cevap verdi.

Övgü dolu söz ve alkış ipiyle kuyuya inme. Hatem gibi sağır ol, kendi ayıplarını dinle. Sadî’nin sözünden yüz çevirenler; ne mutlu olabilir, ne de hu­zur bulabilir! Daha iyi bir öğütçü istiyorsan, bilmem ki benden sonra kimin­le karşılaşacaksın?

 

Âbide Kopuzcu Hikâyesi

Sarhoşun biri, koltuğunda bir kopuz taşıyordu. Geceleyin bunu bir âbidin kafasında parçaladı. Sabah olduğunda, âbit, bu taş yürekli sarhoşa bir avuç gü­müş para götürdü ve özür yüklü bir dille; “Dün gece, epey sarhoştun. Kopu­zunla kafamı yardın. Sonuçta senin kopuzun kırıldı, benimse kafam. Şimdi benim yaram iyileşti. Fakat senin yaran ancak bu parayla iyileşecektir.” deyip avucundaki gümüş paralan ona uzattı.

Başlan, halkın cefasından kurtulmadığından, Allah dostları hep baş üs­tünde tutulurlar.

 

Vahş’lı Âlim Hikâyesi

* Vahş’ta büyük bir zatın yaşadığını duydum. Kendi halinde biriydi, hal­vet köşesinde gizli yaşardı. Bu zat gerçek bir erendi. Elini halka uzatarak di­lencilik eden ve hırkasıyla ârif geçinen kimselerden değildi. Saadet kapısı yü­züne açılmış ve fakat kendi kapısı başkalarına kapanmıştı. Bir gün, akılsız ve uzun dilli biri küstahlık ederek bu zat hakkında ileri geri söylenmeye başla­dı; “Bu hilekâr, düzenbaz adamdan sakının. Dev misali, Süleyman tahtına kurulmuş da bize kibir taslıyor. Bunlar, mahalle sıçanlarını avlamak isteyen kedi­ler gibi sürekli yüzlerini yalarlar. Şöhret kazanmak, kurum satmak için sözüm ona uzlete çekilirler. Boş davul gibi, yaygara ve gürültüleri o kadar çok ki!” Adam bunları konuşadursun, kadınlı erkekli, ahali başına çöreklendi. Tam da bu esnada Vahş’li âlim oradan geçiyordu, kendisi hakkında söylenenleri du­yunca, hüngür hüngür ağlamaya başlayıp şöyle dua etti; “Ey yüce Allah’ım! Söyledikleri yalansa sen bu adama tövbe nasip et. Yok, eğer doğruysa bu kez de benim tövbemi kabul et ki, yarın hüsrana uğramayayım. Rabbim! Bu ada­mın sözleri çok hoşuma gitti. Çünkü o konuştukça, kötü huylarımdan vazge­çiyorum ben.”

Eğer düşmanının söylediği gibiysen, üzme tatlı canını; değilsen; “var git işine” deyip boş ver onu. Kıt akıllının biri, miske fena kokuyor dediyse ne ol­muş, saçmalamış işte. Soğan hakkında söyleseydi, sen de tasdik ederdin. Sa­kın onun gibi kıt akıllı, kötü kokulu olma! Parlak fikirli, akıllı adamın; düş­manı için falcılardan hile yoluyla yardım istemesi, ne akla sığar, ne de mantığa. Aklı başında olan kimse, kendi işine bakar ve böylece kendisi hakkında kötü niyet besleyenlerin dilini bağlamış olur. Sen daima doğru ve güzel davranış­lar sergile ki; senin hakkında art niyet besleyenler, karşında kusurlarını söyle­meye cesaret bulamasınlar. Düşmanın sözü ağına gidecekse, ayıplayacağı ha­reketlerde bulunma. Kusurlarımı yüzüme karşı söyleyenler, iyiliğimi isteyen dostlarımdan başkası değildir.

 

 

Mısırlı Zünnun Hikâyesi

“‘Aklımda kaldığı kadarıyla anlatayım: Nil sakası bir yıl, Mısır’a hiç su ver­memişti. O yıl, halktan binleri dağlara çıktı, feryat edip inleyerek yağmur di­ledi. Yine de akmadı ırmaklar. Gökyüzünden boşalan tek tük gözyaşlarıydı. İçlerinden biri, Zünnun’a haber götürüp; “Halkımız sıkıntı ve zahmet için­de. Ne olur, şu acizler için bir dua etsen. Zira Allah katında, makbul olanların duası reddedilmez.” diye ricada bulundu. Heyhat gör ki; Zünnun hemen ora­dan kaçıp Medyen’e vardı ve çok geçmeden yağmur yağmaya başladı. Yirmi gün sonra; “Kalbi kara bulutlar, Mısır’lıların üstünde ağlamış.” diye bir haber ulaştı Medyen’e. Bunun üzerine Zünnun, bahar seliyle havuzların dolduğunu düşünerek geri dönmeye niyetlendi. İlim ve irfan sahibi zatın biri bunu anladı ve ona gizlice sordu; “Buraya gelişinizdeki hikmet neydi?” Zünnun, tebessüm ederek arife şunları söyledi; “İşitmiştim ki; kurtların, kuşların, vahşi hayvanların rızıkları hep kötülerin talihsizlikleri yüzünden daralırmış. Çok düşündüm, bu memlekette kendimden daha perişan ve kötü bir kimse görmeyince oradan ayrılmayı doğru buldum. İşte bu sebepten Mısır’dan kaçtım.”

Arkadaş; büyüklük istiyorsan, önce küçülmeyi öğrenmelisin. Zira büyük­ler kendilerini cihanda herkesten daha küçük gördükleri için yücelmişlerdir, Halkın gözünde itibar kazanmak istiyorsan, kendine değer vermemelisin. An­cak kendini küçük gören bir büyük; hem dünyada hem de ahirette büyük­lük kazanabilir. En değersiz insanın ayağında toprak olan kişi, dünyadan te­miz kul olarak ayrılır. Ey mezarımızdan geçen insan, bizi sakın unutma. Aziz­lerin hatrına iyice kulak ver öğütlerime. Yaşarken toprak olan Sadî, şimdi top­rak olmaktan gocunup üzülecek, olacak şey mi! Sağlığında rüzgar gibi dünya­yı kat edene bak sen! Öldükten sonra toprak, onu acz içinde yiyecek; rüzgar, sil-baştan tozunu, dünyaya serecek. Gel gör ki; mana gülistanı açıldığı günden beri, hiçbir bülbül ondan daha güzel ötmedi. Şimdi böylesine muhteşem bül­bül ölür de, kemiklerinden gül bitmez, öyle mi?

 

 

Akbaba ile Çaylak Hikâyesi

Bir akbaba, çaylağın birine; “Uzağı görmekte benden üstün kuş yoktur.” dedi. Çaylak buna itiraz etti; “Söylemekle olmaz. Havalan bakalım, ovanın et­rafında ne görüyorsun, anlat!” Bunun üzerine akbaba, bir günlük yol tutan yükseklikten aşağılara bakarak gururla söylendi; “İnanır mısın, ovanın tam or­tasında gövermiş bir buğday tanesi görüyorum.” Çaylak, bu işe şaştı kaldı. Da­yanamadı, havalanıp yukarıdan aşağı doğru birlikte süzülmeye başladılar. Ak­baba tam tanenin yanma gelmişti ki, ayağı ipten tuzağa yakalandı. Boşuna de­belenmeye başladı. Zavallı akbaba, taneyi yemek düşüncesiyle inerken, fele­ğin ayaklarına kement attığını bilemedi. Her sedef nasıl inci tutamazsa, her ni­şancı da daima hedefini vuramaz. Neyse çaylak, debelenen akbabayı görünce öğüt verici bir dille konuştu; “Yahu sen, düşmanının tuzağını fark edemedik­ten sonra taneyi görmüşsün, ne fayda!” Ne yapsın akbaba. Boynu kemendin içinde başlamış yakınmaya; “Kaderden kim kaçabilmiş ki, ben de kaçayım!”

Ecel, akbabanın kanma kastedince; kaza, keskin gözlerine perde çeker. Kıyısı görünmeyen denizde, yüzücü boşu boşuna gururlansın dursun, ne fay­da!”

 

Dokumacı Çırak Hikâyesi

Bir dokumacının çırağı, kumaşın üstünde anka, fil, zürafa resimleri gö­rünce hayretten dile geldi; “Ustam, yukarıdan bunların nakışlarını bağlama- saydı acaba elimden böyle resimler çıkar mıydı?”

Durumun, davranışların -iyi ya da kötü- hep Allah’ın takdir eliyle işlen­miştir. O halde; “beni Amr, incitti; Zeyd, yaraladı.” deme. Yoksa şirke düşer­sin. Her şeyin takdirini elinde tutup nakşeden Yüce Allah, şayet sana kalp gö­zünü bağışlamış olsaydı, artık ne Amr’a bakardın, ne de Zeyd’e.”

Kul ne kadar şikayet ederse etsin, Allah’ın onun rızkına kalem çekeceği­ni sanmam. Durma, hemen cihanı var eden Allah’a yalvar yakar ki, sana hu­zur ve rızık versin. Çünkü onun kapadığı rızık kapısını, yine ondan başka hiç kimse açamaz.

 

İhlasın Bereketi ile Riyanın Afeti

İbadet, ihlasla yapıldığı takdirde bir anlam kazanır. Aksi takdirde içsiz bir kabuktan ne anlam hasıl olur. Halkı aldatmak niyetiyle giyindikten sonra; ha belinde mecusi zünnan olmuş, ha sırtında hırka, ne fark eder! Ben, sana; “Er­liğini ifşa etme.” diyorum. Bunu bir kez gösterdinse ondan sonra sana korkak­lık yaraşmaz. Varlığından az görünen, asla mahcup olmaz. Eğreti giysiyi üs­tünden çeki verirlerse, sırtındaki eskilerle kalırsın. Boyun kısaysa, çocukların gözüne yüksek görünmek için bacaklarına tahta ayak bağlama. Gümüşle kap­lanmış bakın, ancak işten anlamayanlara yutturabilirsin. A canım; bir para­lık pula altın suyu dökme. Zira hünerli sarraf bunu bir pula almaz. Alım kaplı şeyleri ateşe tutarlar ki; altın mıdır; bakır mıdır, hemen bilinsin.

 

İkiyüzlü Zahit Hikâyesi

işittim ki; ikiyüzlü zahidin biri, merdivenden düşmüş ve hemen oracık­ta can vermiş. Oğlu birkaç gün ağlayıp sızlandıktan sonra gene eşiyle dostuyla düşüp kalkmaya başlamış. Bir gece rüyasında babasını görmüş, ona halini sor­muş; “Babacığım; haşır-neşirden, sorgu-sualden nasıl kurtuldun?” Adam, hı­şımla cevap vermiş; “Oğlum, ne saçmalıyorsun sen. Ben merdivenden düşüp dosdoğru cehenneme yuvarlandım.”

Dışı sade ve fakat huyu güzel adam; içi harap ve fakat adı iyiye çıkmış ki­şiden daha büyüktür. Bana sorarsan; gece yol kesen bir harami, dindar kılıklı ikiyüzlülerden çok daha iyidir. Yaşarken başkalarının kapısında zahmet çeken kimselere, Yüce Allah kıyamet günü mükafat verecektir. Evlat! Zeyd’in evin­de çalıştığın halde, Amr’dan ücret bekleme. Ancak yüzü dosta dönük olanlar, dostuna varacaktır. Doğru yoldan git ki, menzile varasın. Aksi takdirde hep geride kalırsın. Tıpkı yağcının öküzü gibi. Zavallı öküz, gözleri bağlı akşama kadar bir taşın etrafında döner de döner. Akşam olanda gözlerini açar ki, hâlâ aynı yerdedir.

Mahalle halkı, mihraptan yüz çeviren birini gördüğünde, ona kâfir gö­züyle bakar. Eğer yüzünü ihlasla Allah’a çevirmiyorsan, sırtı kıbleye dönüknamaz kılan adama benzersin. İyice kök salan ağacı büyüt ki, günü geldiğin­de sana çeşit çeşit meyve versin. Toprağında ihlas kökü yoksa, bu kapıda sen­den daha yoksunu bulunmaz. Taş üstüne tohum atanın eline, hasat zamanı bir tek arpa geçmez. Riyadan dökülen yüzsuyuna yer verme. Çünkü bu suyun dibi balçıktır. İçim, fena ve sefil olduktan sonra dışım, gösterişli olmuş, ne fay­da! Eğer Yüce Allah’a satabileceksen, riya ile hırka dikmeye devam et. Zira in­sanlar, elbisenin içindeki kimdir, ne bilsin? Mektupta ne yazdığım ancak onu kaleme alan bilir. Doğruluk divanıyla adalet terazisinin bulunduğu yerde, içi hava dolu tulumun ağırlığı ne tutar!

İşte ancak o zaman vaktiyle takva satan sahtekârın foyası meydana çıkar. Hünerden nasibi olan, bundan ne diye bah­setsin ki! Hüneri zaten kendisini gösterecektir. Eğer güzel kokun yoksa; “Ben­de güzel koku var.” deme. Varsa, kokusu her yere dağılacaktır. “Bu altın, mağ­ribi altınıdır.” diye boşuna yemin etme. Çünkü onun ne olduğunu mihenk taşı söyler. Güzel görünsün için elbisenin yüzünü, astarından daha hoş yaparlar. Çünkü astar, örter; yüzse, göze batar. Oysa ulular, görünüşe önem vermedik­leri için astan ipekten yapmışlardır. Eğer sen de sırf her yerde adım anılsın di­yorsan; ağır güzel giysiler giy, varsın için sade ve sıradan olsun. Bak ne güzel söylemiş Bayezid-i Bistami; “Ben müritlerden ziyade münkirlere güvenirim. Çünkü münkirin inkarı açıktır. Ama ya mürit ikiyüzlüyse. İşte ona yanarım.”

Gerçek padişahlar, bu dergâhın dilencisidir. Varlığının anlamını bilip ha­kikati görenler, dilencilerden hiçbir şey ummaz. Zira dilencinin karşısında el açmak doğru olmaz. İçinde cevher olan, başını sedef gibi kendine çeker. İba­det yüzün, Allah’a dönük olduktan sonra, varsın Cebrail seni görmesin.

Evlat! Eğer baba öğüdü gibi akimda tutacaksan, Sadî’nin sözleri sana ye­ter. Bugün sözümüze kulak vermezsen; korkarım ki, yarın buna pişman ola­caksın.