Arifin Sırrı
Arkadaş, anilerin sırana-dair bir başka Hikâye daha anlatayım sana. Şöyle ki; bazı rivayetçiler Hatem-i Taiiçin sağırdı derler. Ama sen inanma. Bir seher vakti, sineğin biri örümcek ağına takılıp vızıldamaya başlamıştı. Örümceğin zayıf görünüp susması sırf hiledir. Sinek onun ağzını bal sanmıştı ve fakat o ağız aslında gizli bir tuzaktı. Hatem, ibretle baktı ve; “Ey hırs tuzağına tutulan, tahammül et. Çünkü her yerde bal, şeker olmaz. Aksine, çok yerde ağlar, tuzaklar bulunur.” dedi. Orada bulunan aklı başında biri, hayret diliyle Hatem’e sordu; “Yahu bizim bile zor duyduğumuz sinek sesini sen nasıl anladın ey Allah dostu? Sinek sesini fark ettiğine göre sana sağır demek doğru olmaz.” Bunun üzerine Hatem, adamın şaşkın yüzüne bakarak tebessüm etti ve; “Ey ince zekalı dostum! Bâtıl, boş söz duymaktansa sağır olmak daha iyidir. Mesela benim yanımda bulunanlar ayıplarını örtmek için beni methederler. Ama onlar aslında bana iyilik yapmıyorlar. Tam tersi; kötü tabiatlarımı sakladıkça bir gün gelir, gururum beni alt edebilir, nefsime yenilebilirim, onlar bunu hiç düşünmüyorlar. İşte sırf bu yüzden sağırmış gibi davranıyorum. Meclistekiler de beni sağır bildiklerinden iyi kötü neyim varsa söylüyorlar. Ben de bu söylenenleri dikkate alarak fena hareketlerden eteğimi çekiyorum.” diye cevap verdi.
Övgü dolu söz ve alkış ipiyle kuyuya inme. Hatem gibi sağır ol, kendi ayıplarını dinle. Sadî’nin sözünden yüz çevirenler; ne mutlu olabilir, ne de huzur bulabilir! Daha iyi bir öğütçü istiyorsan, bilmem ki benden sonra kiminle karşılaşacaksın?
Âbide Kopuzcu Hikâyesi
Sarhoşun biri, koltuğunda bir kopuz taşıyordu. Geceleyin bunu bir âbidin kafasında parçaladı. Sabah olduğunda, âbit, bu taş yürekli sarhoşa bir avuç gümüş para götürdü ve özür yüklü bir dille; “Dün gece, epey sarhoştun. Kopuzunla kafamı yardın. Sonuçta senin kopuzun kırıldı, benimse kafam. Şimdi benim yaram iyileşti. Fakat senin yaran ancak bu parayla iyileşecektir.” deyip avucundaki gümüş paralan ona uzattı.
Başlan, halkın cefasından kurtulmadığından, Allah dostları hep baş üstünde tutulurlar.
Vahş’lı Âlim Hikâyesi
* Vahş’ta büyük bir zatın yaşadığını duydum. Kendi halinde biriydi, halvet köşesinde gizli yaşardı. Bu zat gerçek bir erendi. Elini halka uzatarak dilencilik eden ve hırkasıyla ârif geçinen kimselerden değildi. Saadet kapısı yüzüne açılmış ve fakat kendi kapısı başkalarına kapanmıştı. Bir gün, akılsız ve uzun dilli biri küstahlık ederek bu zat hakkında ileri geri söylenmeye başladı; “Bu hilekâr, düzenbaz adamdan sakının. Dev misali, Süleyman tahtına kurulmuş da bize kibir taslıyor. Bunlar, mahalle sıçanlarını avlamak isteyen kediler gibi sürekli yüzlerini yalarlar. Şöhret kazanmak, kurum satmak için sözüm ona uzlete çekilirler. Boş davul gibi, yaygara ve gürültüleri o kadar çok ki!” Adam bunları konuşadursun, kadınlı erkekli, ahali başına çöreklendi. Tam da bu esnada Vahş’li âlim oradan geçiyordu, kendisi hakkında söylenenleri duyunca, hüngür hüngür ağlamaya başlayıp şöyle dua etti; “Ey yüce Allah’ım! Söyledikleri yalansa sen bu adama tövbe nasip et. Yok, eğer doğruysa bu kez de benim tövbemi kabul et ki, yarın hüsrana uğramayayım. Rabbim! Bu adamın sözleri çok hoşuma gitti. Çünkü o konuştukça, kötü huylarımdan vazgeçiyorum ben.”
Eğer düşmanının söylediği gibiysen, üzme tatlı canını; değilsen; “var git işine” deyip boş ver onu. Kıt akıllının biri, miske fena kokuyor dediyse ne olmuş, saçmalamış işte. Soğan hakkında söyleseydi, sen de tasdik ederdin. Sakın onun gibi kıt akıllı, kötü kokulu olma! Parlak fikirli, akıllı adamın; düşmanı için falcılardan hile yoluyla yardım istemesi, ne akla sığar, ne de mantığa. Aklı başında olan kimse, kendi işine bakar ve böylece kendisi hakkında kötü niyet besleyenlerin dilini bağlamış olur. Sen daima doğru ve güzel davranışlar sergile ki; senin hakkında art niyet besleyenler, karşında kusurlarını söylemeye cesaret bulamasınlar. Düşmanın sözü ağına gidecekse, ayıplayacağı hareketlerde bulunma. Kusurlarımı yüzüme karşı söyleyenler, iyiliğimi isteyen dostlarımdan başkası değildir.
Mısırlı Zünnun Hikâyesi
“‘Aklımda kaldığı kadarıyla anlatayım: Nil sakası bir yıl, Mısır’a hiç su vermemişti. O yıl, halktan binleri dağlara çıktı, feryat edip inleyerek yağmur diledi. Yine de akmadı ırmaklar. Gökyüzünden boşalan tek tük gözyaşlarıydı. İçlerinden biri, Zünnun’a haber götürüp; “Halkımız sıkıntı ve zahmet içinde. Ne olur, şu acizler için bir dua etsen. Zira Allah katında, makbul olanların duası reddedilmez.” diye ricada bulundu. Heyhat gör ki; Zünnun hemen oradan kaçıp Medyen’e vardı ve çok geçmeden yağmur yağmaya başladı. Yirmi gün sonra; “Kalbi kara bulutlar, Mısır’lıların üstünde ağlamış.” diye bir haber ulaştı Medyen’e. Bunun üzerine Zünnun, bahar seliyle havuzların dolduğunu düşünerek geri dönmeye niyetlendi. İlim ve irfan sahibi zatın biri bunu anladı ve ona gizlice sordu; “Buraya gelişinizdeki hikmet neydi?” Zünnun, tebessüm ederek arife şunları söyledi; “İşitmiştim ki; kurtların, kuşların, vahşi hayvanların rızıkları hep kötülerin talihsizlikleri yüzünden daralırmış. Çok düşündüm, bu memlekette kendimden daha perişan ve kötü bir kimse görmeyince oradan ayrılmayı doğru buldum. İşte bu sebepten Mısır’dan kaçtım.”
Arkadaş; büyüklük istiyorsan, önce küçülmeyi öğrenmelisin. Zira büyükler kendilerini cihanda herkesten daha küçük gördükleri için yücelmişlerdir, Halkın gözünde itibar kazanmak istiyorsan, kendine değer vermemelisin. Ancak kendini küçük gören bir büyük; hem dünyada hem de ahirette büyüklük kazanabilir. En değersiz insanın ayağında toprak olan kişi, dünyadan temiz kul olarak ayrılır. Ey mezarımızdan geçen insan, bizi sakın unutma. Azizlerin hatrına iyice kulak ver öğütlerime. Yaşarken toprak olan Sadî, şimdi toprak olmaktan gocunup üzülecek, olacak şey mi! Sağlığında rüzgar gibi dünyayı kat edene bak sen! Öldükten sonra toprak, onu acz içinde yiyecek; rüzgar, sil-baştan tozunu, dünyaya serecek. Gel gör ki; mana gülistanı açıldığı günden beri, hiçbir bülbül ondan daha güzel ötmedi. Şimdi böylesine muhteşem bülbül ölür de, kemiklerinden gül bitmez, öyle mi?
Akbaba ile Çaylak Hikâyesi
Bir akbaba, çaylağın birine; “Uzağı görmekte benden üstün kuş yoktur.” dedi. Çaylak buna itiraz etti; “Söylemekle olmaz. Havalan bakalım, ovanın etrafında ne görüyorsun, anlat!” Bunun üzerine akbaba, bir günlük yol tutan yükseklikten aşağılara bakarak gururla söylendi; “İnanır mısın, ovanın tam ortasında gövermiş bir buğday tanesi görüyorum.” Çaylak, bu işe şaştı kaldı. Dayanamadı, havalanıp yukarıdan aşağı doğru birlikte süzülmeye başladılar. Akbaba tam tanenin yanma gelmişti ki, ayağı ipten tuzağa yakalandı. Boşuna debelenmeye başladı. Zavallı akbaba, taneyi yemek düşüncesiyle inerken, feleğin ayaklarına kement attığını bilemedi. Her sedef nasıl inci tutamazsa, her nişancı da daima hedefini vuramaz. Neyse çaylak, debelenen akbabayı görünce öğüt verici bir dille konuştu; “Yahu sen, düşmanının tuzağını fark edemedikten sonra taneyi görmüşsün, ne fayda!” Ne yapsın akbaba. Boynu kemendin içinde başlamış yakınmaya; “Kaderden kim kaçabilmiş ki, ben de kaçayım!”
Ecel, akbabanın kanma kastedince; kaza, keskin gözlerine perde çeker. Kıyısı görünmeyen denizde, yüzücü boşu boşuna gururlansın dursun, ne fayda!”
Dokumacı Çırak Hikâyesi
Bir dokumacının çırağı, kumaşın üstünde anka, fil, zürafa resimleri görünce hayretten dile geldi; “Ustam, yukarıdan bunların nakışlarını bağlama- saydı acaba elimden böyle resimler çıkar mıydı?”
Durumun, davranışların -iyi ya da kötü- hep Allah’ın takdir eliyle işlenmiştir. O halde; “beni Amr, incitti; Zeyd, yaraladı.” deme. Yoksa şirke düşersin. Her şeyin takdirini elinde tutup nakşeden Yüce Allah, şayet sana kalp gözünü bağışlamış olsaydı, artık ne Amr’a bakardın, ne de Zeyd’e.”
Kul ne kadar şikayet ederse etsin, Allah’ın onun rızkına kalem çekeceğini sanmam. Durma, hemen cihanı var eden Allah’a yalvar yakar ki, sana huzur ve rızık versin. Çünkü onun kapadığı rızık kapısını, yine ondan başka hiç kimse açamaz.
İhlasın Bereketi ile Riyanın Afeti
İbadet, ihlasla yapıldığı takdirde bir anlam kazanır. Aksi takdirde içsiz bir kabuktan ne anlam hasıl olur. Halkı aldatmak niyetiyle giyindikten sonra; ha belinde mecusi zünnan olmuş, ha sırtında hırka, ne fark eder! Ben, sana; “Erliğini ifşa etme.” diyorum. Bunu bir kez gösterdinse ondan sonra sana korkaklık yaraşmaz. Varlığından az görünen, asla mahcup olmaz. Eğreti giysiyi üstünden çeki verirlerse, sırtındaki eskilerle kalırsın. Boyun kısaysa, çocukların gözüne yüksek görünmek için bacaklarına tahta ayak bağlama. Gümüşle kaplanmış bakın, ancak işten anlamayanlara yutturabilirsin. A canım; bir paralık pula altın suyu dökme. Zira hünerli sarraf bunu bir pula almaz. Alım kaplı şeyleri ateşe tutarlar ki; altın mıdır; bakır mıdır, hemen bilinsin.
İkiyüzlü Zahit Hikâyesi
işittim ki; ikiyüzlü zahidin biri, merdivenden düşmüş ve hemen oracıkta can vermiş. Oğlu birkaç gün ağlayıp sızlandıktan sonra gene eşiyle dostuyla düşüp kalkmaya başlamış. Bir gece rüyasında babasını görmüş, ona halini sormuş; “Babacığım; haşır-neşirden, sorgu-sualden nasıl kurtuldun?” Adam, hışımla cevap vermiş; “Oğlum, ne saçmalıyorsun sen. Ben merdivenden düşüp dosdoğru cehenneme yuvarlandım.”
Dışı sade ve fakat huyu güzel adam; içi harap ve fakat adı iyiye çıkmış kişiden daha büyüktür. Bana sorarsan; gece yol kesen bir harami, dindar kılıklı ikiyüzlülerden çok daha iyidir. Yaşarken başkalarının kapısında zahmet çeken kimselere, Yüce Allah kıyamet günü mükafat verecektir. Evlat! Zeyd’in evinde çalıştığın halde, Amr’dan ücret bekleme. Ancak yüzü dosta dönük olanlar, dostuna varacaktır. Doğru yoldan git ki, menzile varasın. Aksi takdirde hep geride kalırsın. Tıpkı yağcının öküzü gibi. Zavallı öküz, gözleri bağlı akşama kadar bir taşın etrafında döner de döner. Akşam olanda gözlerini açar ki, hâlâ aynı yerdedir.
Mahalle halkı, mihraptan yüz çeviren birini gördüğünde, ona kâfir gözüyle bakar. Eğer yüzünü ihlasla Allah’a çevirmiyorsan, sırtı kıbleye dönüknamaz kılan adama benzersin. İyice kök salan ağacı büyüt ki, günü geldiğinde sana çeşit çeşit meyve versin. Toprağında ihlas kökü yoksa, bu kapıda senden daha yoksunu bulunmaz. Taş üstüne tohum atanın eline, hasat zamanı bir tek arpa geçmez. Riyadan dökülen yüzsuyuna yer verme. Çünkü bu suyun dibi balçıktır. İçim, fena ve sefil olduktan sonra dışım, gösterişli olmuş, ne fayda! Eğer Yüce Allah’a satabileceksen, riya ile hırka dikmeye devam et. Zira insanlar, elbisenin içindeki kimdir, ne bilsin? Mektupta ne yazdığım ancak onu kaleme alan bilir. Doğruluk divanıyla adalet terazisinin bulunduğu yerde, içi hava dolu tulumun ağırlığı ne tutar!
İşte ancak o zaman vaktiyle takva satan sahtekârın foyası meydana çıkar. Hünerden nasibi olan, bundan ne diye bahsetsin ki! Hüneri zaten kendisini gösterecektir. Eğer güzel kokun yoksa; “Bende güzel koku var.” deme. Varsa, kokusu her yere dağılacaktır. “Bu altın, mağribi altınıdır.” diye boşuna yemin etme. Çünkü onun ne olduğunu mihenk taşı söyler. Güzel görünsün için elbisenin yüzünü, astarından daha hoş yaparlar. Çünkü astar, örter; yüzse, göze batar. Oysa ulular, görünüşe önem vermedikleri için astan ipekten yapmışlardır. Eğer sen de sırf her yerde adım anılsın diyorsan; ağır güzel giysiler giy, varsın için sade ve sıradan olsun. Bak ne güzel söylemiş Bayezid-i Bistami; “Ben müritlerden ziyade münkirlere güvenirim. Çünkü münkirin inkarı açıktır. Ama ya mürit ikiyüzlüyse. İşte ona yanarım.”
Gerçek padişahlar, bu dergâhın dilencisidir. Varlığının anlamını bilip hakikati görenler, dilencilerden hiçbir şey ummaz. Zira dilencinin karşısında el açmak doğru olmaz. İçinde cevher olan, başını sedef gibi kendine çeker. İbadet yüzün, Allah’a dönük olduktan sonra, varsın Cebrail seni görmesin.
Evlat! Eğer baba öğüdü gibi akimda tutacaksan, Sadî’nin sözleri sana yeter. Bugün sözümüze kulak vermezsen; korkarım ki, yarın buna pişman olacaksın.