Menüler kısmından ayarlayınız.

Hikayeleri-Hz. İsa ile Günahkâr Hikâyesi…

Hz. İsa ile Günahkâr Hikâyesi

Rivayet edenlerden işittim: Hz. îsa zamanında, ömrünü cehalet ve azgın­lık içinde geçirip sapkınlıkla tüketen bir adam varmış. Taş kalpli, merhamet­siz, korkusuz bir günahkârdı. Öyle ki şeytan bile, ne zaman görse, ondan çeki­nirdi. Günlerim boşuna geçirmiş, dünyada bir tek gönlün rahat etmesine im­kan vermemişti. Kibri çok, aklı yoktu ve haram lokmalardan şişkin bir kama sahipti. Kısası; yamuk yürüdüğünden eteği kirlenmiş, günahtan yüzü kapka­ra kesilmişti. Ne irfan sahipleri gibi doğru yürüyen bir ayağa, ne de adam gibi öğüt dinleyen bir kulağa sahipti. Görenler, uğursuz yıl gölmüşçesine nefret­le ondan kaçarlar; insanlar hilal görmüş gibi kendisini ona uzaktan gösterir­lerdi. Fena arzular harmanını kül etmiş, bu yüzden -bir arpacık olsun- iyi bir ad kazanmamıştı. Bu adam o kadar günahkâr yaşadı ki nihayet defterinde gûnahlarını yazacak yer kalmadı. Fasık, kimseyi dinlemez, şehvetine düşkün, ga­fil, gece-gündüz sarhoştu.

Hz. İsa, bir gün çölden gelirken yolu üzerinde bir âbidin..çadırına uğradı. İnsanlardan ırak, kendi halinde ömrünü Allah’a ibadet ederek geçiren bu âbit, Hz. İsa’yı görür görmez, zikrini bırakıp başını yere ko­yarak ayaklarına kapandı. Bedbaht günahkâr, uzaktan onları görüp seyre ko­yulmuştu. Görseniz; ışığa hayran pervane kesilmişti. Zenginin eline utanarak bakan yoksul gibiydi adeta. Utancından yana yakıla ah etti, gaflet içinde geçir­diği gecesiyle gündüzlerine hayıflandı. Buluttan boşanırcasına ızdırap yaşlan dökülüyordu gözlerinden. “Yazıklar olsun bana, hayatım cahillik içinde geçti, hiçbir şey kazanmadan değerli Ömrümü boşa harcamışım meğer. Ölümü, ya­şamından daha hayırlı olanlar, benim gibi yapmasınlar. Çocukken ölenler, ih­tiyarlıkta utanca düşmezler.” deyip şöyle dua etti; “Ey kainatın yaratıcısı Yüce

Rabbim! Günahlarımı affet, beni bağışla, aksi takdirde vay halime! Ey çaresiz­lerin elinden tutan Allah’ım! Bana acı, feryadımı işit, bağışla!”

Günahkâr adam, pişmanlık gözyaşları dökerek böyle inleyedursun; âbit, mağrur gözlerle o kötü adamı uzaktan görünce kaşlarını çattı ve; “Bu bedbaht adamın bizim aramızda işi ne! Bu talihsiz cahil, bize layık değil. Boğazına ka­dar ateşe girmiş, ömrünü yele vermiş. Murdar nefesinden ne hayır gelecek ki Mesih’le, benimle dostluk etmek ister! Defolup gitsin buradan. Günahlarının ardı sıra cehennemi boylasın. Çirkin suratını görmek istemiyorum. Aman, ate­şi üstüme sıçramasın da. Ey Rabbim! Mahşer günü herkesi huzuruna topladı­ğında beni bu adamla birlikte aynı yerde diriltme!” diye dua etti.

Âbit, duasını bitirir bitirmez, Yüce Allah’tan, şerefli elçisine vahiy geldi; “Biri, âbit; diğeri, günahkâr iki kulumun da duasını kabul ettim. Günlerini boşa geçiren şu bedbaht, huzurumda öyle bir tövbeyle inledi ki onu kerem eşiğimden kovmayacağım, fena işlerini affedeceğim, böylece onu ihsanımla cennetime alacağım. Yanındaki âbit, cennette bu günahkârla arkadaş olmak­tan hicap duyuyorsa söyle, onun da duasını kabuk ettim. Mahşerde ondan yana kaygılanmasın. Çünkü o günahkâr, cennete; kendisiyse, kibrinden ötürü cehenneme girecek. Günahkâr kulum, tövbesiyle kapkara kalbini apak parla­tırken; sözde âbit, riyakar ibadetine güvendi de, çaresizliğin dergahımda kibir ve benlikten daha yüce olduğunu idrak etmedi.’’

Dostum! Üstü başı temiz ve fakat ahlakı kirli olan kimseye cehennem anahtarı ne hacet! Hakk katında düşkünlük ve çaresizlik, gösterişle yapılan ibadet ve kibirden daha iyidir. Mertsen, bundan bahsetme. Her oyuncu, topu çizgiden çelip çıkaramaz. Kendini iyilerden görüyorsan, kötüsün demektir. Zira Allah katında benlik olmaz. İçini fıstık zannedenlerin çoğunun dışı so­ğan gibi hep kabuktur. Kibir ve benlikle yapılan ibadetler de böyledir. Bu ne­denle hiçbir şeye yaramaz. Sen önce git, ibadette ettiğin kusurlar için Rabbinden özür dile. Hakk’a karşı iyi ama halka karşı kötü olan akılsızlar, ibadetleri­nin meyvesini yiyemezler. Allah katında bedbaht ayyaş ile gösteriş için ibadet eden, aynıdır. Biri, işlediği günahlar yüzünden; öbürü, ibadetinde riyakâr dav­randığı için zarar görecektir.

Dostum! Allah’ı hakkıyla zikretmeye, layıkıyla anmaya çalış ve son pey­gamberini örnek al, onu geçecek kadar ibadete dalma. Siyahlık kadar, haddin-den fazla beyazlık da iyi değildir. Akıllı kişilerden bize armağan kalan bilgece söylenmiş sözleridir. Sadî’nin şu tek sözünü çıkarma aklından; “Allah’tan kor­kan günahkâr, riyakâr âbitten çok daha hayırlıdır.”

Tövbe Hikâyesi

– Gence’de -duyanlardan Allah uzak tutsun- zalim ve ahlaksız bir şehza­de vardı. Bir gün içip içip sarhoş olmuş, kafası esrik, elinde bir kadeh şarap­la şarkı söyleyerek mescide girdi. O anda tatlı dilli, temiz kalpli bir âbit min­bere oturmuş, cemaate vaaz veriyordu. Bilgeler ne güzel söylemiş; “Âlim ol­mayana, âlimi dinlemek yaraşır.” İşte o gün de birçok kimse bu zatın etrafın­da toplanmış pür-dikkat onu dinliyordu. Derken o sarhoş şehzade saygısızlığa başlayıp içerdekilerle alay etti. Cemaat, bu duruma çok üzüldü. Kalpleri peri­şan da olsa; saygısızlık yapan şehzade olduğu için, içlerinden hiçbiri sesini çı­karamadı. Padişahın hareketleri kötü olunca, kim ona ‘dur ve iyi ol’ diyebilir ki! Sarımsak, gül kokusunu bastırır; çengin sesi, davul karşısında kısılır. Yan­lış ve uygunsuz bir davranışı elle defetmek mümkünse, insanın elsiz ayaksız oturması, yakışık almaz. Elinle durduramıyorsan, bu kez dilinle onu engelle­melisin. Zira birçok kötülük tatlı dil ve öğütle yola gelebilir. Bu da olmazsa, Allah dostları o zaman gönülden himmetle engellemeye çalışır yani kalpleriy­le buğzederler.

Cemaatten biri, abitin yanma gitti, başını önüne eğerek ağlayıp inledi; “Şu sarhoş karşısında elimiz, dilimiz bağlı, hiçbir şey yapamıyoruz biz. Şu küstah için, bir dua etseniz de yola girse. Erenlerin gönlünden çıkan yanık bir nefes, yetmiş kılıç ve baltadan daha güçlüdür, derler.”

Bu talep üzerine güngörmüş o âbit, ellerini havaya açtı ve; “Ey yerlerle gökleri yaratan Yüce Allah’ım! Bu çocuğun keyfi yerinde, dünyada hoşça va­kit geçiriyor. Keyfini bozma!” diye dua edince, bir başkası hemen araya girdi; “Ey doğruluğun kıblesi; bu kötüye iyilik dilemenle, bütün bir şehre haksızlık etmiş oldun, yazık değil mi!” Akıl ve irfan sahibi âbit, adamın şaşkın yüzüne bakarak onu uyardı; “Arkadaş! Sözün sırrını anlamadıysan sus. Ben sözümü nükteyle süsledim ve Yüce Allah’tan şehzadenin tövbe etmesini istedim. Cen­nette sonsuz nimete ulaşmak isteyen, dünyadayken bir an önce çirkin huylarını terk etmelidir. Şarabın verdiği zevk sadece beş gün sürer, onu bırakmak­ta ise sonsuz zevkler vardır.” Oradakilerden biri, bu güzel sözlü âbidin söyle­diklerini hemen şehzadeye yetiştirdi. Duyar duymaz gözleri bulut olup yaş­lar dökmeye başladı. Yüzüne pişmanlık seli boşandı. İçi iştiyak ateşiyle yandı. Utancından gözlerini yere dikti, başını kaldırmadı. Medet deyip tövbe kapısı­nı çalarak o temiz âbite bir adamla haber yolladı; “Lütfen zahmet edip buyur­sunlar da, doğru yoldan sapan başımı ayağına koyayım; böylece cahillikten, çapkınlıktan vazgeçerim.”

Öğüt verici âbit, şehzadenin ricasını kırmayıp ayağa kalkarak padişahın sarayına gitti. Sofada şeker, incir, mum, şarap gördü. Kısası; her türlü nimet mevcut, gör ki meclis mamur, insanlarsa harap halde… Kimi, kendini kaybet­miş; kimi, çakırkeyif; kimi, elinde kadehle şarkı söylüyor; kimi, çalgıcıların arasında raksa dalmış… Saki; “iç” diye ünlüyor habire…

Şarap herkesi kendine esir etmiş anlayacağın. Cenkçinin başı, mahmur­luktan çenk gibi göğsüne düşmüş. Mağrur nedimlerin başlan yere düşmüş. Bir tek nergislerin gözleri açık. Def ile çenk uyumlu. Yalnız neyin inleyen sesi, defle çengin neşesini bozmuş. Gördüğü manzara karşısında enikonu şaşkına dönen âbidi gören şehzade derhal hizmetçilerine emretti. Ne varsa parampar­ça ettiler, O güzel muhabbet bulandı birden. Sazlar parçalandı, çenkler kırıldı, teller söküldü, şarkılar kesildi, şarap küpleri taşa çalındı, devasa sürahiler im dirildi. Şarap testilerinin boynu vuruldu. Boğazlanmış kazdan akan oluk oluk kan gibi, baş aşağı düşen testilerden kızıl şaraplar döküldü. Küp, dokuz aylıkşaraba gebeydi. O kargaşada kız çocuğunu düşürdü. Tulumun kamını ta gö­beğine kadar yardılar.

Bunu gören kadehin gözleri kanlı yaşlarla doldu. Yakut rengi şarabın kızıllığına boyanan saray avlusunun taşlan yıkamakla temizlenemeyecegi için tek tek söküldü, çekiçle yeniden yontuldu, iyice kazındıktan sonra tekrar yerleştirildi. O gün dökülen onca şarabı içen lağımın bugün ha­rap kalışına şaşma! Kopuz yasak edildi. Elinde kopuz görülenler, halkın elin­den tef gibi sille yedi. Omzunda çenk taşırken görülen bozguncuların kulak­ları tambur gibi burkuldu. Kısası; eskiden kibir ve gururla sarhoş olan şehza­de-, şimdi ihtiyarlar gibi, ibadet köşesine çekilmişti. Oysa babası; “Oğlum, gü­ze! davran, iyi ol, uygun konuş!” diye onu defalarca uyarmış, tehdit etmiş, ce­zalandırmış, zindana attırmış ve fakat bunların hiçbiri güzel sözlü âbidin öğü­dü kadar etkili olmamıştı. Hey gidi hey! Bir zamanlar kendisine öğüt vermeye kalkan dervişleri tersleyip gençlik gururunun sarhoşluğuyla kimini sağ bırak­mayan şehzade, şimdi nereden nereye gelmişti!

Arkadaş! Kükreyen aslan, savaştan kaçmaz; kaplan, keskin kılıçtan kork­maz. Düşmanın derisini ancak yumuşaklıkla yüzebilirsin. Aksini yapıp sert davranacak olursan, dostunu bile kendine düşman edersin. Örs gibi sert yüzlü olup da kafasına ikaz çekicini yemeyen var mı! Makamca büyüklere söz söy­lerken, sert konuşma. Baktın ki sertleşiyor, alttan al. İster halktan olsun, is­ter saraydan; küçük-büyük herkese iyi davran. Onlara iyilikle muamele eder­sen; büyüğü yumuşatır, küçüğü kendine bağlamış olursun. Başarı, tatlı dilde­dir. Kötü ve sert söz, insanları hırçınlaştırır.

Tatlı dilliliği Sadî’den öğren sen; asık suratlı, bırak acı çeksin. *

 

Onurla Yiğitler Hikâyesi

Köpeğin biri, yörüğün ayağını ısırdı. Öyle şiddetle ısırdı ki, dişlerinin ara­sından sanki zehir damladı. Zavallı yörük, o gece ızdıraptan gözlerini kırpma­dı. Küçük bir kızı vardı. Babasına çıkışarak; “Senin de dişin yok muydu?” diye sorunca, babası onca acıya rağmen gülmeye başlayarak cevap verdi; “A gön­lümün nuru, yavrucuğum; benim hem ondan üstün kuvvetim vardı, hem de keskin dişlerim. Ama dişime damağıma acıdım. Başıma kılıç vursalar dahi di­şimi, köpeğin ayağına götürmem mümkün değil!”

Soysuzlara, kötülük etmek mümkündür. Ancak insan olan, köpeklik yap­maz.

 

Maruf-ı Kerhi ile Hasta Yolcu Hikâyesi

Şöhret budalası insanlar, Maruf-ı Kerhi’nin izinden gidemezler. İşitti­ğime göre, bir gün Maruf-ı Kerhi’ye ölmek üzere olan biri, misafir gelmişti. Başında saç kalmamış, yüzünün rengi uçmuştu. Canı, bedenine bir kılla ası­lı gibiydi. Bu hasta, geceleyin yıkılıp yattı. Hemen feryat edip inlemeye başla­dı. Geceleri bir nefes olsun uyumadığı gibi feryatlarıyla da kimsecikleri uyut­muyordu. Üstelik huysuz ve sert tabiatlı, geçimsizdi. Ölmediği yetmiyormuş gibi, zehir sözleriyle nice kimseleri öldürüyordu. Çok geçmedi, oradakiler, bu feryatlardan bıkıp firar yolunu tuttular. O yerde ahaliden kimsecikler kal­madı. Bir tek hasta ile Maruf-ı Kerhi, o kadar. Maruf, geceleri ona hizmet edi­yor ve bu yüzden hiç yatamıyordu. İnsan, uykusuz ne kadar dayanabilir? Ni­hayet bir gece daha fazla dayanamadı ve uyumak istedi Maruf, ancak gözle­rini yumar yummaz, hasta, yeniden homurdanmaya, abuk sabuk konuşma­ya başladı; “Şu pis sofilere lanet olsun!

Bunların kisi sırf isim, gösteriş, riya ve hava… Temiz giyinirler ama pis itikat beslerler, Sofuluk satıp adam kandırırlar. O uyku sersemi, aymaz herif gözleri uyku tutmayan ben zavallının halin­den ne anlar?” Kısası; bu hasta adam, gaflete düşerek uyudu diye, Maruf’a ol­mayacak laflar etti. Şeyh, alttan alarak bu zehir sözleri bal niyetine içti. Söy­lenenleri haremdeki kadınlar da duymuşlardı. İçlerinden biri, Maruf’a usul­ca şöyle dedi; “Efendi, lütfen söyle de artık başının çaresine baksın şu men­debur. Yaptıkları yetişir, gitsin başka kapıda gebersin. İyilik de yerinde, mer­hamet de. Kötülere insanlık yaramaz. Alçak insanın başının altına yastık kon­maz, tersine başı, taş üzerinde olmalı.

Ey mübarek, bahtiyar zat; kötülere iyi­lik etme. Çorak yere ağaç dikilir mi hiç! Ben, sana; “halka riayet etme” demiyo­rum, sadece “alçaklara iyilik etme” demek istiyorum. Çirkin tabiatlılara karşı, güzel huyunla yumuşak davranmamalısın. Kedinin sırtını sıvazlarlar da köpeğinkini sıvazlayamazlar. Doğrusunu istersen, sahibinin nimetlerini tanıyan kö­pek, nankör adamdan daha iyidir. Kar gibi tertemiz su verip esirgeme aşağılık kimseleri. Esirgedinse de, sevabını yaz buzun üstüne. Bu hasta kadar nankör, alçak birini görmedim, hiç merhamet etme şu değersize.” Maruf; söylenenleri sabırla dinledi ve gönlü taşarak karşılık verdi; “Bırak bu kötü düşünceleri de, git, rahatça uyu sen. Acı da olsa, sözlerine alınma bu hastanın. Rahatsız, hu­zursuz, hayatta karar kılmamış birinin, öfke saçan bu sözleri bana öyle hoş ve güzel geliyor ki, cefasına kolayca katlanabiliyorum. Adamcağıza baksana, ra­hatsızlığı yüzünden gözüne bir dirhem uyku girmiyor.”

Kendini güçlü ve diri hissediyorsan bunun şükür ifadesi olarak zayıfla­ma yüküne katlanmalısın. Yok, ben tılsım gibi sırf kalıptan ibaretim diyor­san, kendinle birlikte adın da ölür. Kerem ağacını beslemeye gayret et ki, iyi adla anılmanın meyvesini ye. Kerh’te nice kabirler vardır da, bunların içinde Marufun mezarından başkası maruf değildir. Büyüklüğe aldanan insan, sade­ce kibir satar. Büyüklüğün, alçakgönüllülükte yattığını bilmez ki!