Menüler kısmından ayarlayınız.

Hikayeleri-Hatır Gözetmek…

Hatır Gözetmek

Ey ulu kişi, küçüklere zorbalık etme! Çünkü dünya bir kararda kalmaz; bugün zorbasın, yarın düşkün. Zayıfın kolunu bükme, sonradan güç kazana­cak olursa bunu sana pahalıya ödetir, ilk fırsatta ananı ağlatır. Kimseyi kandır­ma, ayağını kaydırma. Düşersen kaldıranın olmaz zira.

Ey ulu kişi, düşmanını kesinlikle küçümseme! Şu koskoca dağlara dik­katlice bakarsan, küçük taşlardan oluştuğunu anlarsın. Karıncaların birleşerek güç birliği edip yeleli aslanı helak ettiğini duymadın mı? Bir saç teli, ibri­şim kadar güçlü değildir ancak birkaçı bir araya geldiğinde zincirden bile sağ­lam olur. Hâzinenin yükünü tutmaktansa, dost tutmaya bak. Bırak dostların yerine hâzinen boş kalsın. Kimsenin işini sürüncemede bırakma. Sonra yığı­lır ayaklarına düşersin.

Ey düşkün insan, sen de güçlüye tahammül göster! Gün gelir belki sen de güçlü olur da halini anlarsın. Zorbalardan intikam almak için dostlarının elin­den tut. Zira dost eli, kuvvet elinden daha güçlüdür. Mazlumun kuruyup çat­layan dudağına söyleyin, gülsün. Zalimin dişlerinin dökülmesi yakındır. Sa­bahleyin davul sesleriyle uyananlar, bekçinin geceyi nasıl geçirdiğini nerden bilsin? Kervandakiler ancak kendi mallarını düşünürler. Sırtı yüklü eşeğe sa­hibinden başka kimsenin içi yanmaz. Say ki düşkünlerden değilsin. Peki bir düşkün gördüğünde niçin durur, ona yardım etmezsin? Bununla ilgili başım-. dan geçen bir olayı sana anlatayım. Sırası gelince konuşmamak kusur sayılır.

 

Bağdat’la Yangın Hikâyesi

Bîr gece halkın yanık bağrından çıkan ah ateşinin, Bağdat’ın yarısını küle çevirdiğini duydum. O anda adamın biri ellerini havaya kaldırıp Allah’a şöy­le dua etmiş; “Çok şükür, bu yangın dükkanıma zarar vermedi.” Yoldan geçen bir ulu kişi, adamın niyazını işitince onu uyarmak istemiş; “Ey bilgisiz adam, sen yalnız kendini mi düşünürsün! Koca şehrin yansı yanıp küle dönmüş, sense dükkânının kurtulduğuna seviniyorsun, öyle mi! İnsanların açlıktan ka­rınlarına taş bağladığını gören birisi, taş yürekli değilse, ağzına bir lokma ata­maz. Yoksulların açlıktan kan tükürdüğünü gören bir zengin, ağzındaki lok­mayı ne yüzle çiğner! Hasta sahibi sağlıklıdır diye düşünme, çünkü hastasının derdiyle kıvranmaktadır, Merhametli yolcular konak yerlerine vardıklarında, geride kalan dostları gelmedikçe uyumazlar. Diken taşıyan kişinin eşeği çamu­ra saplandığı zaman padişahların gönlü bundan muzdarip olur.”

Mutlu olmak isteyen irfan sahibi kimseye Sadi’nin şu sözü yetişir. Dinler­sen sana da Öğüt vereyim; “Diken ekersen, gül biçemezsin,’

 

Gönül Rızası

Saltanattan daha yüksek bir makam olamaz, deme; zira yücelttiğin ma­kam, fakirin derecesinden daha üstün değildir. Yükü hafif insanlar, rahat yü­rürler. Sözün doğrusu budur. irfan sahipleri de bunu böyle kabul ederler. Eli boş kimse, sadece ekmek kaygısı çeker; padişahsa çok geniş ülkelerin idare­sini. Yoksulun akşama ekmeği varsa, gece Şam hükümdarı gibi rahat ve hu­zur içinde uyur.

Kaygı da geçer, sevinç de. Yeter ki ölmeyegörsün insan. İster başında taç, ister boynunda vergi; sonun toprak olduktan sonra ne fark eder! İster zengin­lik içinde yıldızlara değsin başın, ister yoksulluk çekip zindanlarda çürüsün gövden; ölüm kapısından girdikten sonra her şey biter; bütün insanlar o gün varlıkla yoklukta eşit olur. Ecel, başa gelince; insan, tanınmaz olur. Bilene, pa­dişahlık başa beladır. Dilencinin görünüşüne aldanma, gerçek padişah odur.

 

İyilik-Kötülük

İyi işli kimseye, kötülük uğramaz; kötülük edenin yoluna, iyilik bulaş­maz. Kötülük düşünen baş, kötü yol tutar; akrep gibi deliğinde fazla durmaz. İçinde iyilik düşüncesi yoksa; ha sen, ha taş, farkın olmaz! Güzel huylu dos­tum, kötüyü taşa benzetmekle hata yaptım. Çünkü taşın, demirin, tuncun bile faydası var. Böylesi kötülerin ölmesi iyidir, bırak gebersin. Her insan, hayvan­dan iyi ve değerli olamaz. Kötü bir insandansa, vahşi hayvanla yaşamayı yeğ­lerim. Çünkü kötü insanlar, en vahşi hayvanlardan da alçak ve onursuzdur­lar. Yalnızca yemeyi, içmeyi, uyumayı marifet zannedenler, hayvanlardan na­sıl daha değerli olabilirler! Yol bilen yaya, yol bilmeyip kılavuzu olmayan at­lıdan daha önce varır menziline. İyilik tohumu eken, huzur ve saadet harma­nına kavuşur. Ben ömrüm boyunca kötü bir adamın, güzel bir şekilde anıldı­ğını işitmedim.

 

Zaman Ve Mülk

Mısır’lı büyük bir beyin ömrüne ecel askerlerinin hücum ettiğini duydum.Çok geçmemiş,parlak yanağındaki güzellik gitmiş,gün bitimi sararan güneşe dönmüş.Şehrin önde gelenleri,ecele çare olmadığını bildiklerinden ‘eyvah beyimiz elden gidiyor’ diye yakınıp ağlamaya başlamışlar.Oysa her taht,saltanat bir gün bitecektir;bitmeyecek tek saltanat Allah’a aittir.Artık son nefesinin iyice yaklaştığını anlayan bey titreyen sesiyle;’Mısır’da benim kadar büyük birisi daha yoktu.Gör ki sonum geldi,anladım ki her şey boşmuş.Dünyanın her türlü nimetini toplayıp yığdım ve fakat meyvesinden yiyemedim.Şimdi hepsini ardımda bırakıp düşkünler gibi çıplak gideceğim’ diye yakınmış.

Aklı başında olan kimse;dünyayı kendisine toplar,hem yer,hem bağışlar.Hayırlı şeyler yap ki, öldükten sonra peşini bırakmasın.Çünkü kazandıkların senin değildir.Ölüm döşeğindeki insan geride bıraktıklarının hasretiyle tutuşurken,ziyan korkusuyla yanar.Zengin kişi, hayatını çürüten ölüm döşeğinde de elini uzatır,ötekini çeker.Dile gelemediği için,söyleyeceğini eliyle anlatmak ister.El uzatıp çekmenin manası şudur:Bir yanda lütuf ve ihsan,beri yanda zulüm,açgözlülük ve hırs.

Dostum;elindeyken iyilik yap,yarın kefeni yırtacak değilsin.Güneş,ay ve yıldızlar daha nice zaman parlarken,sen başını mezarından kaldıramayacaksın.

 

Talihsiz Boksör Hikâyesi

‘Yokluk içinde yaşayan, açlıktan neredeyse ölüm derecesine gelmiş, talih­siz, zavallı bir boksör vardı. Yumruklarıyla para kazanamadığından kamını doyurmak için sırtıyla çamur taşımaya başlamıştı. Bu durum, çok ağırına gi­diyordu. Kimi zaman coşar, düşkünleri öldüren felekle savaşır; kimi zamansa ümitsizliğe düşer, hayata küserdi. Halkın tatlı tatlı geçindiğini gördükçe, bo­ğazına acı sular tıkanır, zehirlenir; çoğu kez perişan haline ağlayıp şöyle in­lerdi; “Şu dünyada benden daha beteri var mı acaba? Kimileri bal şerbeti içi­yor, kimileri tavuk, kuzu eti yiyor. Oysa ben ekmeğime sürecek yağ bile bula­mıyorum. Şu talihe bak; kedi, kürk giysin; ben, çıplak kalayım; olacak iş mi! Çamur işiyle uğraşırken, ayağım büyük bir hâzineye batsa, ne olurdu! Feleğin cilvesiyle hâzineme kavuşsam, ben de gün görsem, hayattan zevk alsam, üs­tümdeki sıkıntıları bitirip eğlenceye dalsam, fena mı olurdu!”

Neyse duydum ki, boksör bir gün yine toprak kazıyormuş. Kazarken top­rakta ne görse beğenirsiniz? Dura dura çürüyüp parçalanmış, dişleri yere ka­rışmış bir çene kemiği! Kemik, kendi diliyle başlamış öğüt vermeye; “Arka­daş; yoksulluğunla düşkünlüğüne tahammül et,yarın toprak altında bu hale dönmeyecek misin? Akıbetin böyle olduktan sonra; ha şeker yemişsin, ha ci­ğer kanı içmişsin; ne önemi var. Hoş gör, iyi-kötü dönsün devran; bizsiz daha çok dönecektir.”

Çürümüş çene kemiğinin bu sözlerinden çok etkilenen boksör, içindeki kederi bir kenara atıp kendi kendine söylenmeye başladı; “Ey akılsız, tedbir­siz nefis! Yokluk, sıkıntı yükünü çekeceksin tabi. Boş yere kahrolup da ken­dini öldürme. Şu fani dünyada başı üstünde yük taşıyanla şan ve şerefçe başı göğe değenin sonunu kim bilebilir? Hem yarın yer değiştirmeyecekleri ne ma­lum? Bu dünyada keder de, sevinç de geçicidir. Ebedi kalan şeyse yaptıkları­nın karşılığıyla iyi adındır.”

Ey padişah; taht da fanidir, taç da; yalnız kerem kalır yanında! Kendini ta­lihli hissediyorsan lütuf ve ihsanda bulun, sana yaraşan da budur. Saltanatına, devletine, hizmetindekilere bakıp da böbürlenme boşuna. Zira senden Önce, senin gibi niceleri geldi geçti; senden sonra da gelmeye devam edecek. İzzet sahibi kimse, dinin emirlerine uygun hareket eder. Çünkü bilir dünyanın fani olduğunu^ Düzgün ve güçlü bir saltanatım olsun diyorsan dini onunla bera­ber düşünmelisin. Er-geç bu dünyayı sen de terk edeceksin; o halde altınları- nı çıkar, ihtiyaç sahiplerine pay et.

Bak, Sadî de öyle yapıyor. Ne ki, altını olmadığı için inci gibi sözler saçı­yor.,,