Menüler kısmından ayarlayınız.

Hikayeleri-Lokman Hekim’e sordular…

Yirmi birinci Hikâye

Lokman Hekim’e sordular: “Edebi kimden öğrendin?”

Cevap verdi: “Yaptıklarını yapmaktan sakındığım edepsizlerden ”

Şaka niyetine de söylenmiş olsa bile,

Her sözde akıl sahibi için ibret vardır.

Cahilin karşısında yüz hikmet okunsa da

Kulaklarında kalan sadece masaldır.

 

Yirmi dokuzuncu Hikâye

Ebu Hureyre (R.A.) her gün Peygamberimizin huzuruna gelirdi. Bir gün Peygamberimiz “Ey Ebu Hureyre! Beni günaşırı ziyaret et ki, sevgim çoğalsın.” buyurdu.

Arife sordular: “Güneş bu kadar güzelken, iltifat edeni hiç işitmedik, ne­den?”

Cevap verdi: “Her gün görüldüğü için. Kışın bulutların arasından çıktığı vakit sevinmez misin?”

Görmeye gitmen elbet ayıp değildir,

Yeter dedirtmediğin müddetçe insanları.

Kötü işlerinden ötürü kendini kınarsan,

Başkalarının kınamasına gerek kalmaz.

 

Otuz sekizinci Hikâye

‘Bir din bilgini, oğluna; “Vaizlerin güzel sözleri seni neden etkilemiyor?” diye sordu.

Oğlu; “Söylemleriyle eylemleri uyuşmadığı için” diye cevap verdi. Vaizler halka dünyadan el ayak çektirirken kendileri mal üstüne mal yı­ğarlar. İlmiyle hareket etmeyen âlime kimse değer vermez. Yüce Allah, İnsan­lara iyilik etmeyi emrederken niçin kendinizi unutuyorsunuz!’ diye bize öğüt verir.

Zevk düşkünü bilginler öyle yaşamaya

Israrla devam ettiği müddetçe,

Kendisi yolu kaybettiği halde

Halka yol gösteren adama benzer.

Babası oğluna bakıp “Çocuğum, bu yanlış düşünce ve kuruntularla va­izlerin terbiyesinden vazgeçmek, öğütlerini dinlememek, tembellik ederek âlimleri zevk düşkünü görmek, yerine masum bir âlim aramak boşuna. Sana bir kıssayla düşüncelerinin ne kadar yanlış olduğunu göstereyim” dedikten sonra başladı kıssayı anlatmaya:

Gözleri görmeyen bir adam, gecenin bir yansı çamura saplanmış. ‘Ey din kardeşlerim, bana bir kandil tutun da şu bataktan çıkıvereyim’ diye bağırmış. Ahlaksız bir kadın körün yakarışını işitip ‘Sen körsün, kandille nereyi göre­ceksin’ diye alay etmiş.

“İşte böyle çocuğum” dedi babası. “Vaaz meclisi kumaşçılar çarşısı gibi­dir. Para vermezsen bir şey alamazsın. Buraya istekli gelmedikten sonra mut­lu olamazsın.”

Âlimin işi sözüne uymazsa, onu yine de can kulağınla dinle,

Bakma sen,‘gafil, gafili uyandırmaz’ diyen şarlatan kişiye.

Kulağına küpe etmeli insan, duvara kazınmış öğüdü bile.

Bir gönül dostu dergahta sûfi dostlarıyla bir süre oturdu,

Sonra tarikat ehlinin sözünü bozup medreseye konuk oldu.

Ona sordum; ‘Âlimle zahit arasında ne fark gördün de,

Zahit hırkasını çıkarıp âlimler zümresini seçtin’ diye.

Zahit, gemisini kurtaran kaptan gibidir cevabım verdi,

Âlimlerse suya düşenleri çıkarmaya çalışan dalgıç, dedi.

 

Kırk ikinci Hikâye

Bir gönül adamı, pehlivanı öfkeden kızmış köpürmüş halde görünce sor­du: “Buna ne olmuş?”

Orada hazır bulunanlardan biri cevap verdi: “Biri, ona sövmüş,”

Gönül adamı bu cevap üzerine şöyle dedi: “Ey soysuz! Bin okkalık taşı kaldırırsın da, kötü bir söze mi katlanamazsın!”

Ey alçak nefsine karşı güçsüz kalan pehlivan!

Yiğitlik sevdasını bırak erkeklik neyine senin!

Tatlı dil ol! Ağza yumruk atmak mertlik değil!

Filin ağzını dayırtsan, insanlıktır mühim olan

Mütevazı ol! Zira ademoğlu yaratıldı topraktan.

 

Üçüncü Bölüm:Kanaatkarlığın Faziletleri

Dördüncü Hikâye

Bir Acem sultanı hünerli doktorunu Müslümanlara yardımcı olsun diye Peygamberimize gönderdi. Doktor birkaç yıl Arap ülkesinde kaldığı halde, ne muayene ne de ilaç için kimse kapısını çalmayınca bir gün Peygamberimizin huzuruna gelip bu durumdan yakınarak; “Beni dostlarını tedavi etmem için göndermişlerdi. Halbuki kimse yanıma gelmedi. Aylak bir halde görevimi ya­pamaz haldeyim” dedi. Doktorun sitem yüklü sözlerine karşılık Peygamberi­miz; “Benim arkadaşlarım işte böyledir” diye cevap verdi, “iştahları olmadıkça yemezler, iştahları varken de yemekten el çekerler.”

Doktor; “Haklısın Ey Allah’ın Resûl’ü!” dedi, “nitekim sağlığın temeli de budur.”

Bilge kişi söylenmediğinde zarar varsa söze başlar;

Sağlığı bozulacağı zaman yemeği ağzına koyar

İşte bu halde sözü hikmet, yemeği de sağlık olur

 

On ikinci Hikâye

Bir derviş sıkıntıya düşmüş. Biri, ona “Filan kişinin hadsiz hesapsız malı mülkü var. Halini bilirse sana yardım eder” demiş. Derviş “İyi de ben onu ta­nımıyorum” diye karşılık vermiş. O kimse “ben sana yol göstereyim” diye der­vişin elinden tutmuş, alıp onu zenginin evinden içeri sokmuş. Derviş bak­mış ki zengin ev sahibinin yüzü asık. Bir şey demeden geri gelmiş. “Niye böy­le yaptın?” diye sormuş o kişi. Derviş, gülerek; “bağışını yüzüne bağışladım” diye cevap vermiş.

Asık yüzlü adama ihtiyacını söyleme.

Yoksa fena huyundan rahatsız olursun.

Gönül derdini öyle bir kimseye aç ki,

Nur yüzünde hiç olmazsa huzur bulasın.

 

On dördüncü Hikâye

Hâtem-i Tâiye sordular: “Dünyada kendinden gönlü daha büyük birini görüp duydun mu?”

Cevap verdi: “Evet! Bir gün Arap beylerini davet etmiş, kırk deve kestir­miştim. Ziyafet sonrası çölde gezintiye çıkmıştık. Bir adam görmüştüm. Di­kenleri kırıp kendine barınak yapıyordu. Ona Hâtem’in ziyafetine niçin katıl­madığını sormuştum. Bana bakıp cevap verdi:

Kendi elinin emeğini yiyen kimse,

Hâtem-i Tâi’y’e minnet etmez.

“Yâ işte böyle dostlar! O, kanaat ve fazilet bakımından benden çok çok üstündür.

 

Yirmi birinci Hikâye

Malı, parası çok, zengin bir dilenci varmış. Bir sultan ona gidip; “Hadsiz hesapsız malın ve paran var. Bizimse mühim bir sıkıntımız. Eğer bize borç ve­rirsen günü gelir fazlasıyla iade ederiz” demiş. Zengin dilenci; “Ey yeryüzünün sultanı, bizim gibi para pul dilenen insandan borç isteyip elinizi kirletmek size yaraşmaz” diye cevap vermiş. Sultan; “Önemi yok! Zaten ben de bu parayı ka­firlere vereceğim. Kirli para, kirlilere gidecek.” diye üstelemiş.

Hıristiyan kuyusu kirliyse de ziyanı yok

Zira o suyla ölü Yahudi’yi yıkayacağız-

Kireç çamuru temiz değil dediler,

Dedik ki, heladaki yarıkları kapatacağız.

Birzaman sonra işittim ki; dilenci para vermeyi kabul etmemiş. Bunun üzerine sultan da gereken miktarı elinden zorla aldırmış.

Tatlılıkla halledilmeyen iş zoraki yapılır,

Kendine açmayana kimse acımaz.

 

Yirmi dördüncü Hikâye

Zayıf bir balıkçının ağına iri bir balık takıldı. Balıkçının onu çekip alacak dermanı yoktu. Balık ona galip geldi. Ağını çekip götürdü.

Bir uşak nehirden su getirmeye gitti.

Su taşkın seller gibi onu alıp götürdü.

Her defasında ağ balık tutarken,

Bu kez balık ağı alıp beraberinde götürdü.

Diğer balıkçılar bunu duyup “Ağına böyle iri bir balık yakalanmışken na­sıl da kaçırdın” diye onu ayıpladılar. Balıkçı hayıflanarak “İnsaf edin arkadaş­lar! Demek ki rızkım değilmiş. Balığınsa kaderinde yaşamak varmış.” diye ce­vap verdi.

Rızıksız balıkçı Dicle’de balık tutamaz, eceli gelmeyen balık karada öl­mez.

 

Yirmi sekizinci Hikâye

Bileği güçlü bir adamı anlatırlar: İşleri hayli zaman ters gitmiş. Boğazı ge­niş ama eli dar olduğundan gına gelmiş. Babasına gidip; “Bileğimin gücüyle para kazanabileceğim bir yere gitmek istiyorum” diyip izin istemiş.

Gösterilmeyen hünerve marifet

Bir zaman sonra yok olup gider.

Ödağacını ateşe atıp kokusu

Çıksın diye tomurcuklarını ezerler.

Babası “Oğul bu ham hayalleri bırak” diye onu uyarmış, “Kanaat ayağı­nı selamet eteğine çek. Nitekim büyükler ‘Huzur çalışmakla olur’ demişlerdir. Sen de azla yetin, çoğa yönelme!”

Kimse zorla mutlu olamaz,

Kör kadının kaşına kalem çekme boşuna.

Talihsiz hüner bir işe yaramaz,

Kuvveti bileğinde değil talihinde ara.

Ama genç direnerek; “Babacığım” diye cevap vermiş, “Yolculukta; gönül eğlendirmek, kazanç elde etmek, şehir görmek, dost edinmek, para kazan­mak, zamana ayak uydurmak gibi daha bir çok fayda var. Bak o yolun yolcuları ne güzel söylemiş.”

Evde oturmakla asla adam olamazsın,

Ecel varmadan önce âlemi gez dolaş.

Babası bu kez oğluna şöyle akıl vermiş: “Oğlum söylediğin gibi seferin faydalan çoktur. Ama unutma ki sefer şu beş insana mahsustur: îlki; mal mülk sahibi tâcirlerdir ki, yakışıklı köleleri, güzel cariyeleri ve atak uşaklarıyla o di­yar senin bu diyar benim dolaşırlar.”

Zengin adam dağda, çölde garip değildir,

Nereye gitse çadır kurar,

Dünya muradına ermeyen kişiyse

Anayurdunda bile yabancılık duyar.

“İkincisi; tatlı sözü ve öğütleriyle herkes tarafından saygı ve ikrara gören âlimlerdir ki, nereye varsalar büyük bir sevinç ve hizmetle karşılanırlar.”

Âlimin varlığı saf altın gibidir,

Nereye gitse kıymeti bilinir,

Varlıklı birinin cahil oğlu ise

Ancak kendi şehrinde bilinir.

“Üçüncüsü; gönül dostlarının kendisiyle görüşmeyi çokça arzuladıkları güleryüzlü insanlardır ki, herkes sohbetinde bulunmayı ister. Nitekim azıcık güleryüz, çok maldan iyidir. Hastaların merhemi, kapalı kapıların kilididir de­nir.”

Ana-babası tarafından kovulan güzel,

Gittiği her yerde ilgi görür.

Tavus tüyünü Mushaf yaprakları arasında Gördüm ve dedim ki,

‘Bu makamı, derecenden fazla görüyorum. ’

Tüy cevap verdi,

‘Süs! Güzel nereye gitse kimsecikler

Ona engel olmaz!’

Oğlanda güzellik ve zarafet olunca

Babası darılsa ne gam!

O incidir, varsın sedefi olmasın!

Tek inciye herkes talip olur.

“Dördüncüsü; Dâvûdî sesiyle suyu akmaktan, kuşu uçmaktan alıkoyan güzel sesli kişilerdir ki, ilim ve irfan sahipleri onu dinlemekten neşe duyarlar.

Kulağını güzel nağmelere yatkındır!

İki telli sazı çalan da kim!

Sabah şarabıyla mest olanların

Kulağında hazin ses ne hoştur!

Ruhu okşayan güzel ses,

Nefsi çeken güzel yüzden daha iyidir.

“Ve sonuncusu; kimseye minnet etmeyip elinin emeğiyle geçinen zanaatkârlardır ki, bak akıllı insanlar onlar için ne söylemişlerdir:”

Zanaatkâr başka şehre gitse de

Kimseye minnet etmez, aç kalmaz,

Fakat Nîmrûz sultanı ülkesini

Terk edecek olsa acından helak olur.

“Sana anlattığım gibi” diye devam etti babası “Bu sıfatlar, huzurlu yolcu­luğa ve mutlu hayata birer gerekçedir. Bunlardan nasibi olmayansa boş bir ha­yalle yola çıkar da adı bile bilinmeden silinip gider.”

Feleğin kin beslediği kişinin vay haline!

Her şey onun için felakettir.

Yuvasını bir daha göremeyecek kuş için,

Yem ve tuzak birer bahanedir.

Genç, tüm bunlara rağmen yine de diretmiş ve; “Babacığım! ‘Herkesin rızkı bellidir. Çalışmaksa sadece bir sebeptir diyen bilge insanların sözlerine ben nasıl karşı gelirim!” demiş,

Akıllı insan rızkı ayağına gelmeden

Onu aramak için yola koyulandır.

İnsan ecelsiz ölmeyecekse de,

sen Ayağınla ejderhanın ağzına girme.

Ve şöyle devam etmiş: “Sahip olduğum bu bilek gücü sayesinde, heybetli fille dövüşür, kükreyen aslana pençe atarım ben. Yolculuğa çıkmam lazım. Ar­tık bu yoksulluğa daha fazla katlanamayacağını.”

Yiğit, yurdundan bir kez çıkmaya-görsün!

Artık tüm dünya onun evidir.

Zengin için gece her yer saraydır.

Yoksul içinse her yer Allah’ın evidir.

Genç, böyle söyleyip babasından helallik dilemiş ve yola koyulmuş. Yol­da kendi kendine şu beyti mırıldanmış:

Hüner sahibinin talihi arzusuna uymazsa,

Adı sanı bilinmez diyarlara gider.

Gide gide, şiddetinden taşları çatlatan, çağıltısıyla dalgaları fırlatan bir ır­mak kenarına varmış.

Öyle bir su ki; ördek bile güvende değil,

En küçük dalgası değirmen taşını söküyor.

Genç, o sıra para ve altın karşılığında gemisine yolcu alan bir kaptanı gör­müş. Ona nice dil dökmüşse de halini anlatamamış. Yolcular demişler ki;

Varsa altının zora muhtaç değilsin, yoksa zor edemezsin.

Kaptan arsızca gülüp gence şunu söylemiş:

Altının yoksa denizi geçemezsin,

On kol kuvveti yerine bana bir altın getir.

Bu sözler çocuğu incitmiş.Kaptandan intikam almak istemişsede gemi yola koyulmuş Genç, son bir gayretle kaptana bağırmış; “Şu sırtımdaki elbiseye razı ol bari ‘’

Kaptan kabul edin gemiyi geri çevirmiş.

Hırs, akıllı insanların göçünü bağlar,

Kuşları ve balıkları tuzağa atar.

Gemi kıyıya iyice yanaştığında çocuk, kaptanı sakalından tuttuğu gibi adamakıllı dövmüş. Gemici dostları, kaptana yardım etmek istemişlerse de ba­şardı, olamamışlar, hemen gemiye kaçmışlar. Sonundu anlaşıp çocuğu ücret­siz gemiye almışlar.

Baktın ki iş kavgaya varacak sabret!

Çünkü sabır savaş kapısını kapatır

inatçı biriyle karşılaştığında alttan al!

Keskin kılıç yumuşak ipeği kesmem.

Gemiciler, bu tatsız olaydan sonra çocuktan özür dileyip sinsice en ufak bir fırsatta onu denize atmanın planını kurmuşlar. Gide gide su üstünde Yu­nan eseri bir direkle karşılaşmışlar. Kaptan sinsice çocuğa bakıp “Gemide bir delik var. İçinizde en cesur ve güçlü kim varsa, şu ipi alıp direğe kadar yüzsün ve ipi ona bağlasın” demiş. Genç, bu teklif üzerine gönlü incinmiş hasmından hiç şüphelenmeden bilgelerin şu sözlerine kulak vermemiş: “Kalbini kırdığın insana yüz kez yardım etsen de, öcünü alacığını unutma. Çünkü okun ucu ya­radan çıkar elbet ama gönülde derinden izi kalır.”

Bir subay askerine ne güzel demiş;

‘Düşmanı yaraladığında ondan emin olma*

Birinin gönlünü incitmişsen,

Bil ki bir gün sen de incineceksin,

Kalenin burcuna taş atma ki,

Kaleden de sana taş atılmasın.

Ve geminin ipini aldığı gibi bileğine dolayıp direğe çıkar çıkmaz kaptan ipi keserek gemiyle uzaklaşmış. Genç, şaşakalmış. İki gün sıkıntı ve açlık çek­miş. Üçüncü gün uyku gözlerini bağlayıp onu suya bırakmış. Bir gün bir gece suda yüzdükten sonra sahile çıkmış. Neredeyse ölecekmiş. Ağaç yaprakları, ot kökleri kemirmiş. Gücünü bir nebze toplamış. Yine aç ve susuz halde bir ku­yunun başına varmış. Kuyu önünde sıraya giren bazı insanların para karşılı­ğı bir bardak su içtiğini görüp onlara imrenmiş. Ama parası yokmuş. Su is­temiş, vermemişler. Dil dökmüş dinlememişler. Kaba kuvvet kullanmış, mü­saade etmemişler. Bunun üzerine genç, birkaçını dövmüşse de fena halde da­yak yemiş.

Sivrisinekler çoğalıp hırçın fili devirir,

Karıncalar birleşip aslan derisini kemirir.

Hasta ve yaralı bir halde çaresiz yoldan geçen bir kervana katılmış. Kafile akşamüstü hırsızların uğrak yeri bir konakta duraklamış. Kervandakiler kor­kudan tir tir titrerken, genç; “Korkmayın aranızda ben varım. Elli kişiye güç yetiririm. Gençler de bana yardım eder” diyince kervandakilere cesaret gelmiş. Genci bir güzelce yedirip içirmişler. Uykusu gelmiş. O uyurken, kervan içinde gün görmüş, deneyimli bir ihtiyar; “Arkadaşlar, ben hırsızlardan çok bu deli­kanlıdan çekiniyorum. Size bir hikâye anlatayım da dinleyin” demiş ve başla­mış anlatmaya:

Bir zamanlar, Arap’ın biri, bir miktar para toplamış. Hırsızların korku­sundan gece evde yalnız yatamaz olmuş. Korkusunu dindirmek ve can sıkın­tısını gidermek için bir dostunu evine almış. Birkaç gece dostuyla birlikte kal­mış. Dostu olacak adam, Arap’ın parasının yerini öğrenince bir boşlukta para­lan alıp kaçmış. Arap çırılçıplak, perişan bir halde ağlamış. Onu bu halde gö­renler, “Ne oldu yoksa hırsızlar paralarını mı çaldı?” diye sormuş. “Hayır mu­hafız götürdü” diye cevap vermiş.

Yılanın hilesini öğrendiğimden beri

Ondan emin olamadım,

İnsanın gözüne dost görünen

Düşman yarası daha fenadır.

İhtiyar hikâyesini böylece bitirdikten sonra “Arkadaşlar! Bu genç, sinsice aramıza girip mallarımızı elimizden almak isteyen hırsızların bir casusu olabi­lir Şu halde en iyisi onu uyurken bir başına bırakıp gitmektir” demiş.

Genç, uyandığında sırtına vuran güneşin sıcaklığıyla başım kaldırıp bak­mış ki kervan yok. Sağa sola koşturmuş nafile. Aç ve susuz yüzükoyun yere uzanıp kendini ölüme teslim ederek şöyle yakınmış:

Develere yularlar takılmışken

Benimle kim konuşur?

Anladım ki garibin garipten

Başka dostu yoktur.

Genç, bu sözleri söyler söylemez, av peşindeyken muhafızlarını kaybe­den bir şehzadeyi görmüş. Şehzade, güçlü kuvvetli çocuğun bir temiz görü­nüşüne bir de perişan haline bakıp “Kimsin, nerelisin, bu hale nasıl düştün?” diye sormuş. Genç, başından geçenleri tek tek anlatmış. Şehzade haline acıyıp, ona bolca para vermiş ve yanına bir muhafızını katıp memleketine göndermiş. Babası çocuğunu karşısında sağ salim görünce sevinerek Allah’a şükretmiş. Genç, babasına gece boyunca gemi yolculuğunu, kaptanın nankörlüğünü, su başında yediği köteği ve kervan halkının vefasızlığını uzun uzadıya anlatmış. Bunun üzerine babası; “Oğlum! Yolculukta eli boş olanın mertlik eli bağlanır, aslan pençesi kırılır diye ben seni daha önce uyarmadım mı?” demiş.

Parasız pulsuz bir cengaver ne güzel söylemiş:

Arpa kadar altın, elli batman güçten daha iyidir.

Genç; “Babacığım! Eziyet çekmedikçe hâzineyi elde edemezsin” diye ce­vap vermiş, “Can tehlikeye atılmadıkça düşmana karşı zafer kazanılmaz. Tane tarlaya saçılmadıkça ürün alınmaz. Bak; çektiğim az eziyetle ne büyük müka­fatlar aldım, içtiğim bir damla zehirle ne çok bal kazandım!”

Rızıktan başkası yenmeyecekse de,

İstemekte tembel olmamalı insan.

Timsahın ağzına düşmekten korkan dalgıç,

İnciyi asla elde edemez-

Değirmenin temel taşı sabittir,bu yüzden çaresiz ağır yüke katlanır.

Hırçın, öfkeli aslan mağaranın dibinde

Ne yer, yaralı doğan ne avlar?

Evinde av tutayım dersen örümcekler gibi

Ancak sinekleri avlarsın.

Babası “Oğlum” dedi, “Felek bu kez sana yardım etti, talihin rehber oldu.Gülün dikenden, dikenin ayaktan çıktı. Devlet sahibi bir zat sana acıdı da ikramda bulunup eksiğini tamamladı. Böyle bir tesadüf nâdir olur ama yine de nâdirle hükmedilmez.”

Avcı her zaman çakal avlamaz.

Bir gün kaplan onu parçalar.

“Beni can kulağınla dinle. Sana bir hikâye anlatayım. Pars sultanlarının birinin yüzüğünde çok kıymetli bir taş varmış. Bir gün ferahlamak niyetiy­le gezintiye çıkıp, Şirâz’da namaz kılınan bir yere gelmiş. Bu sırada muhafız­larına yüzüğü, Azududdevle’nin türbesinin kubbesine koymalarını emretmiş. Sonra tellalları aracılığıyla ‘okunu bu yüzüğün halkasından geçirene yüzük hediye edilecek’ diye halka haber salmış. Hizmetinde bulunan dört yüz hüner­li okçu bu işi başaramamış. Derken bir çocuk, kervansarayın çatısına çıkmış. Havaya gelişigüzel oklar savurmuş. Saba rüzgarı bu oklardan birini alıp halka­nın arasından geçirmiş. Sultan yüzükle beraber çocuğa bol miktarda para da vermiş. Parayı ve yüzüğü alan çocuk birden okunu ve yayım yakmış. Sebebi­ni sormuşlar. “Kazandığım ilk parlak zafer bu. Bırakın şerefi baki kalsın” diye cevap vermiş.

Bilge kişiden her zaman

Parlak bir fikir çıkmayabilir,

Bazen cahil bir çocuk yanlışlıkla

Oku hedeften geçirir.

……

 

Dördüncü Bölüm:Sükutun Faydaları

Birinci Hikâye

Dostlardan birine; “Çoğu zaman susmamın nedeni, sözlerimin içinde iyi ve kötü şeylerin olmasındandır. Çünkü düşmanlarım menfaatleri gereği, söy­lediklerimin iyilerini bırakıp kötülerini seçerler.” dedim.

Dostumsa; “Kardeş” diye cevap verdi, “düşmanlarının iyi şeyleri görme­mesi normaldir.”

Hüner, düşman gözünde kusur görünür,

Sadî gül olsa da düşmana diken görünür.

Düşman iyiye yalancı diye taş atar,

Cihanı parlatan güneş yarasaya çirkin görünür.

 

Dördüncü Hikâye

Hatırı sayılır bir bilgin, dinsizin biriyle tartışmaya başladı. İspat noktasın­da onunla başa çıkamayınca çaresiz döndü ve gitti.

Bilginin bu tavrına şaşıran birisi ona sordu; “Bunca bilgine, edep ve hik­metine rağmen nasıl olur da bir dinsizle başa çıkamazsın?”

Bilgin şöyle cevap verdi; “Benim bilgim Kuran, Sünnet ve büyüklerin söz­lerine dayanır. Bu kişiyse bunların hiçbirine zaten inanmıyor. Ne yani! Oturup bir de küfrünü mü dinleyeyim!”

Kuran ve hadisle uyaramadığın kişiye karşı

En güzel cevap, sükut hakkını kullanmaktır.

 

Altıncı Hikâye

’ Sehbân-ı Vâil için, hatiplikte eşi benzeri yoktur derler. Gerçekten öyle­dir. Nitekim bir sene boyunca konuşsa aynı sözü tekrar etmez, aynı manayı söyleyecek olsa başka bir sözcük bulmakta güçlük çekmezmiş. Sultan dostla­rına da böylesi bir edep yakışır doğrusu.

Söz gönlü her ne kadar okşasa,

Güzel bulunup öyle kabul görse de,

Tekrar edilen söz usandırır,

Zira bir yemekte helva bir kez yenir.

 

Yedinci Hikâye

Bir bilgenin şöyle dediğini işittim: “Biri konuşurken sözü bitmeden araya giren kişi dışında, hiç kimse kendi cehaletini itiraf etmemiştir.”

Ey akıllı! Sözün başı ve sonu vardır,

Birisinin sözü bitmeden araya girme,

Saygılı, görgülü, akıllı kişi

Başkası susmadıkça söz söylemez.

 

On birinci Hikâye

Bir müneccim evine geldiğinde eşini, yabancı bir erkekle otururken gördü. Kendini tutamayıp yabancıya sövüp saydı, aralarında kavga çıktı. Du­ruma vakıf olan bir gönül dostu şunu söyledi:

Ey müneccim! Sen ki evindeki adamı bilemezsin.

O halde göğün zirvesinde olanı nereden bileceksin!

…..

Yedinci Bölüm:Terbiyenin Önemi

 

Üçüncü Hikâye

Büyüklerden biri, şehzadenin birine ders verirken onu pervasızca dövü­yor, çekinmeden eziyet ediyordu. Şehzade bu baskı ve disipline dayanamadı, sırtını açıp yaralarını gösterdikten sonra hocasını, babasına şikayet etti. Sul­tan, bu işe çok kızdı. Derhal hocayı huzuruna getirip “Başkalarının çocuklarına uygun görmediğin eziyet ve dayakları neden çocuğuma reva görüyorsun, söyle bakalım!” dedi.

Hoca şöyle cevap, verdi: “Sultan çocuğu sözü düşünerek söylemeli, yaptığı harekete dikkat etmelidir. Çünkü er geç bir gün sultan olacak. Ve yaptığı her iş, söylediği her söz halkın ağzında dolaşacak. Halkın çocuklarına ise bu kadar özen gösterilmez. Çünkü onlar kendilerinden sorumludurlar.”

Yoksul yaptığı hatadan dolayı mesul tutulmaz,

Fakat sultan kusur işlerse, dilden dile dolaşır.

Ve devam etti: “İşte bu yüzden Yüce Allah’ın güzelce yetiştirilmelerini bu­yurdukları değerli insanlara, biz daha fazla özen gösteririz.”

Küçükken terbiye edilmeyene

Büyüklükte birşey yapılamaz,

Çubuk yaşken istediğin gibi eğilir,

Kuru çubuğu doğrultmak için ateş gerekir.

Hocanın bu sözleri sultanın hoşuna gitti. Ona bolca para ve mal verip rüt­besini yükseltti.